ALİ DEMİRTAŞ
Tüm dünyada her yıl yaklaşık altı milyon ölüm olayının neredeyse yarısına sebep olan şiddet, en yalın ifadeyle ‘güç ve baskı uygulayarak, insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan, bireysel veya toplu hareketlerin tümü’ olarak tanımlanıyor. Hâl böyleyken medya için rating getiren bir malzeme olan şiddet; dünyanın her yerinde izleyicinin ilgisini çekiyor. Böylece televizyonun ve medyanın temel ögelerinden biri haline geliyor. Şiddet içerikli programların yüksek izlenme oranlarına ulaşması sonucunda şiddetin dozu giderek artırılmış ve şiddet daha fazla şiddeti doğurmuş durumda.
Medya, şiddetin estetize edilmesi bağlamında kullanılabilecek en etkili araç. Televizyonun, insanların hayata bakış açılarının oluşması ve dünyayı anlamlandırma süreçlerinde etkili olması dolayısıyla şiddet içerikli televizyon programları her zaman önemli ve tartışılır bir konumda. Ancak yapılan araştırmalar televizyon yayınlarında şiddete maruz kalma ile şiddet ve saldırganlık davranışları arasında paralel bir ilişki olduğunu gösteriyor. Özellikle toplum genelinde çok sevilen dizi ve filmlerde kullanılan şiddetin, estetik bir biçimde verilmesinin bireylerin algısında olumsuz sonuçlarının olması kaçınılmaz bir gerçek. Birey ‘tokat’, ‘küfür’, ‘hakaret’ vb. eylemleri gerçek hayatında olumsuzluk ile ilişkilendirirken, bu eylemleri sürekli olarak takip ettiği diziler ya da filmlerde, bağlamından, mevcut doğasından kopartılmış haliyle izliyor. Bireylerin boş zaman etkinliği olarak ağırlıklı bir şekilde medya içeriklerini tükettiklerini düşündüğümüzde, şiddete yönelik algının bambaşka bir şekle dönüşerek, gerçek hayattaki eylemlerini de etkilemesi toplum genelinde yaşanan pek çok olayda da kendini gösteriyor. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Tülin Sepetçi bu durumu şöyle açıklıyor: “Sadece film ya da dizilerde değil, magazin haberlerinde ve sosyal medyada aktarılan şiddet görüntülerinin, söylemlerinin insanlar üzerindeki etkisinin büyük olduğu bir gerçektir. Özellikle ekranda gördüğü şiddeti toplum içerisindeki algı nedeniyle ayıplayan seyirci, ironik bir biçimde kendi gerçek hayatında somutlaştırarak şiddeti yeniden üretmektedir. Seyircinin adrenalinini yükseltmenin giderek daha zor bir hale geldiği günümüzde, şiddetin dozu ve sunuluş biçimi bambaşka bir şekle dönüşmektedir.”
GÜNLÜK HAYATIMIZIN BİR İHTİYACI GİBİ
Bireylerin şiddeti medya enformasyonları bağlamında meşrulaştırması, şiddetin sanki günlük hayatın bir parçası olarak algılanmasına neden oluyor. Televizyon yayınlarında şiddetin estetize edilmesi, ödüllendirilmesi, cezalandırılmaması ve çözüm yöntemi olarak sunulması suretiyle şiddeti meşrulaştırıcı bir yayın anlayışı hâkim durumda. Televizyonda şiddetin önlenmesine ilişkin yasal denetim ve özdenetim uygulamalarına rağmen bu durumun önüne geçilemiyor. Televizyon yayınlarında şiddetin yayılmasında televizyonlar, izleyiciler, reklam verenler ve ilgili kamu kurumlarının sorumluluklarının ortak olduğu görülüyor.
DAYAKÇI AKTÖRLERİ NEDEN SEVİYORUZ?
Bütün bunlarla beraber medya tarafından sunulan enformasyonlarda, televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde şiddeti temsil eden ve uygulayan aktörleri benimsemiş durumdayız. Bireyler söz konusu aktörlere çeşitli geleneksel veya duygusal normlar üzerinden anlamlar yüklüyor ve onların kötücül durumlarını görmezden geliyor. Bu konuda Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nde Öğr. Üyesi Prof. Dr. Nilgün Tutal Cheviron şöyle düşünüyor: “İnsanlar kendi yaşamlarında birebir kanıksadıkları kadın ve erkek rol modellerini filmde ya da dizide gördüğünde, seyrettiği üründeki öyküye odaklanır, seyrettiği kültür ürünlerinin kadın-erkek eşitsizliği, erkek egemen bir toplumda yaşanıldığı bilgisine bağlı olarak analiz etme süreçlerine pek girmez. Bunun farkına varabilmek için belli bir eğitim ve kültür düzeyinde olmak gerekir. Kadir İnanır’ın oynadığı seven, koruyan erkek karakteri tam da bu nitelikleri haiz olduğu için kadının üzerindeki hakimiyeti -bu kadına şiddet uygulama şeklini alsa bile- yadsınmaz.”
Dr. Tülin Sepetçi, yıllarca izlediğimiz filmlerdeki jönlerin sevdiği kadına şiddet uygulayıp bunu sevgi kılıfına uydurarak yapmasını çok vahim bir durum olarak değerlendiriyor. “Tokat yiyen kadının saçlarının uçuşarak kafasının bir tarafa dönmesi, şiddetin estetik bir öge olarak sunulmasının bir parçası. O noktada izleyici, bir insanın bir insana uyguladığı şiddeti değil, estetik bir görüntüyü izliyor. İzleyici erkek ise sevgisine ve ‘kadınına’ sahip çıkmanın yolunun bu olduğunu düşünürken, kadın sahip çıkılmanın anlamını şiddetle özdeşleştiriyor.” diyen Sepetçi, şiddet gösteren aktöre duyulan ölçüsüz sevginin ve medyadaki şiddetin gerçek hayata sirayet etmesinde çok etkili olduğunu söylüyor. Sepetçi, şiddet gösterme karizmatiklik ile ilişkilendirildiğini ve seyircinin hayran olduğu oyuncuların gerçek hayatta da şiddet olaylarıyla gündeme geldiği ölçüde bu etkileşimin daha da kötü bir gidişata yol açacağını ifade ediyor.
"Ekranda gördüğü şiddeti toplumdaki algı nedeniyle ayıplayan seyirci, ironik bir biçimde kendi gerçek hayatında somutlaştırarak şiddeti yeniden üretiyor."
PROF. DR. NİLGÜN TUTAL CHEVIRON: ŞİDDETE KARŞI ÇIKARKEN DAHİ MEŞRU HALE GETİRİYORUZ
DR. TÜLİN SEPETÇİ: ESTETİZE EDİLEN ŞİDDET KABA ŞİDDETTEN DAHA TEHLİKELİ