GÜLCAN TEZCAN
Anaokulundan başlayıp üniversite yıllarına kadar eğitimin çeşitli kademelerinde çoğu kez ‘seçmeli’ olarak karşımıza çıkan ders konularından biri müzik. Bolca şarkı söyleyip en rahat ses çıkarabildiğimiz ders olduğu için sevmişizdir çoğumuz. İmkân varsa blok flüt ve mandolinle bir enstrüman çalmanın ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu da deneyimleriz. Şanslıysak okulumuzda bir müzik sınıfı vardır; piyano ve gitar çalan bir öğretmene denk gelirsek iş daha şenlikli bir hâl alır. Ama hepsi bu. İlgisi, sevgisi ve yeteneği olanlar zaten bir süre sonra konservatuar seçeneği ile daha profesyonel eğitim almaya yönelir. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ve aslında potansiyel müzik alıcı olanlar ise derli toplu bir müzik kültürü edinmeden mezun olurlar. Sonrası yetiştikleri dönemin popüler müziğiyle şekillenir müzik beğenileri. Kültürel anlamda bağışıklık sistemi güçlenmemiş çocukların kimliği, kişiliği maruz kaldıkları farklı tür müzik, film ve kültürel ürünlerle türlü etkilere açık hale gelir.
Öte yandan konservatuara devam edenlerin ne kadar yetkin ve istekli öğretmenler eliyle ne kadar isabetli eğitim aldıkları da ayrı bir tartışma konusu. Konservatuarların yapısı, müfredat ve müzikal bakış anlamında güncellenmemiş olması, müzik eğitimi veren kişilerin ‘eğitimci’ olmak üzere formasyon almayışları hem sanatçı hem de üretilen işlerin kalitesini doğrudan etkiliyor. Müzik alanında çalışan akademisyenler, sahada üretim yapan müzisyenler ve eğitimciler bir süredir bu konular üzerine konuşuyor, kafa yoruyor. Arp Sanatı Derneği’nin düzenlediği Günümüz Türkiye’sinde Müzik Kurumları ve Müzik Eğitimi Çalıştayı bu sorunların daha net görülmesini sağladı. Çalıştaya katkı sunan ve meseleye farklı noktalardan yaklaşan müzisyen, akademisyenlere Türkiye’de müzik eğitiminde yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini konuştuk.
Arp sanatçısı / Arp Sanatı Derneği Kurucu Başkanı / Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi / Şirin Pancaroğlu:
Çocukların potansiyeli ortaya çıkarılamıyor
Bugüne kadar eğitimde Türk çocuğu hangi müzik aletini çalmalıdır konusu dahi çalışılmamış. Belli bir zamana kadar mandolin, blok flüt, armonika gibi ucuz ve plastik örneklerin yaygın olarak kullanıldığı daha ziyade ithal çalgılar göze çarpıyor. Türk çocuğu hangi müzik aletlerini çalabilir, bunun için belki hem ergonomi açısından hem pedagojik uyumluluk açısından özel olarak düşünülmüş müzik aletleri gerekiyor. Bir de genel olarak örgün eğitimde müzik dersi denilen mevzunun adının da masaya yatırılması önemli. Çünkü müzik çok engin bir mevzu. Dersin adının müzik kültürü olarak değişmesinde yarar görüyorum. Ders saatinin yetersizliği de önemli bir konu. Ama başka derslerin telafisi için kullanılan bir zaman gibi görülüyor ne yazık ki.
CİDDİ BİR KALİTE SIKINTISI VAR
Konservatuar mevzusuna gelince uzun yıllar Batı ve Türk müziğinin ayrı kurumsal çatılar altında üretilmesi bu müzikleri birbirinden uzak durmasına yol açtı ve daha bütünlüklü bakabilen, donanımlı müzisyenler yetiştirilmesinin önüne geçti bu durum. Müzisyenlik evrensel bir mevzu. Yerel ayağı ve evrensel örnekleriyle birlikte çalışılması gittikçe globalleşen dünyamız içerisinde ayrıca bir önem arz ediyor. Bunun iyi örneklerinden biri Macaristan Budapeşte’deki müzik akademisinde hayata geçti. Bu konservatuarda geleneksel müzik alanında eğitim alan öğrenciler aynı zamanda Batı müziği eğitimi de alıyor. Batı müziği eğitimi alan öğrenciler de seçmeli dersler yoluyla doğaçlama yapmayı öğreniyor, geleneksel yaklaşımlar ve müzik pratikleri konusunda bilgi sahibi oluyorlar. Bu sayede Macaristan son 10 sene içerisinde çok değişik bir müzisyen jenerasyonu ortaya çıkardı. Çok yönlü oldukları için global dünyada kendilerine farklı bir konum bulabilen müzisyenler yetiştirdiler. Geleneksel müziği canlı bir ülke olarak Macaristan örneğini iyi etüt etmemiz gerekiyor. Dünyadaki yerimizi çok daha iyi anlayabileceğimiz çok daha özgün bir dil ortaya koyabileceğimiz potansiyele sahibiz müzikal olarak. Bunun ortaya çıkarılabilmesi için de müzikal yelpazemizdeki çeşitliliğin birleştirilip bir çatı altında üretime geçilmesi gerekiyor. Öte yandan şu an Türkiye’deki konservatuarlar son derece sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Masaya yatırılması gereken çokça mevzu var. Gerek eğitimci profilinde gerek sanatçı-öğreticiler açısından istihdam noktasında ciddi problemler var. Çocukların gerçek potansiyellerini bütün zenginlikleri ile değerlendiremediklerini görüyorum. Var olan eğitim modelinin bunu ortaya çıkaramadığını ve besleyemediğini, taşıyamadığını düşünüyorum. Çok ciddi bir kalite sıkıntısı var şu anda.
Besteci / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / BESOM Derneği üyesi Prof. Dr. Hasan Uçarsu:
Öncelik ‘insan’ eğitimi olmalı
Besteci ve solist / Bora Uymaz:
Müziği sevmeden başkasına sevdiremezsiniz
Ud sanatkarı / Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı / Doç. Dr. Enver Mete Aslan:
Klasik Türk Müziği ve Halk müziği bir ağacın dalları
Türk Halk Müziği ile Klasik Türk müziğinin birbirinden ayrılamaz iki parça olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Şu an öyle değil. Halk müziği başka yoldan yürüyor. Klasik Türk Müziği’nde de makamlar anlatılıyor ama halk müziğinde makam yokmuş gibi. Bunlar bir araya getirmek ve Klasik Türk Müziği ile Halk Müziği’nin koca bir ağacın dalları olduğu sonucuna varmak durumundayız.
Piyanist / Usta öğretici / Müzik Okulu Kurucusu Emre Şen:
Konservatuar hocaları pedagojik formasyon almıyor!