Ayasofya'nın önemli bir ''sembol'' olduğu bir kez daha anlaşıldı: Devam eden son Haçlı Seferi İstanbul'da yenilgiye uğratıldı

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılma kararıyla ilgili bir makale kaleme aldı. Kararı "devam eden son Haçlı Seferinin İstanbul'da yenilgiye uğratılması” şeklinde okuyanların olduğunu vurgulayan Hıdır, "Her halükârda, verilen tepkilere bakıldığında, Ayasofya'nın bir mâbed/cami olmasının ötesinde, esasen önemli bir “sembol” olduğu da bir kez daha anlaşılmış oldu." ifadesinde bulundu.

17 Temmuz 2020 Cuma 15:14
Güncel Haberleri

AA



Tabiatıyla karar, başta Ortodokslar olmak üzere, Hıristiyanlar arasında pek çok tepkiye de yol açtı; daha da açacaktır. Ülke olarak, beklendiği gibi, en sert tepkilerden biri Yunanistan’dan geldi. Batı ülkelerinde ise karar hararetle tartışılmakta; genellikle Türkiye’nin “seküler anlayışına darbe”, “İslamileşme” ve “neo-Osmanlıcılığa dönüş” olarak görülerek kınanmakta. Ancak Batı’dan gelen negatif tepkilerin, resmî olmasa da İslâm dünyasındaki bazı devletlerden de gelmesi üzüntü verici olmuştur.

- Batı’dan karara yönelik tepkiler

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun karar öncesinde Ayasofya’nın müze olarak kalması yönünde Türkiye’ye çağrı yaptığı biliniyor. Karar sonrasındaki açıklamasında ise Pompeo karardan hayal kırıklığına uğradıklarını söylemekle yetindi. Demokrat Parti’nin başkan adayı Joe Biden ise derin üzüntü duyduğunu belirtti, Ayasofya’nın müze statüsünün korunması gerektiğini söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus ise hayal kırıklığına uğradıklarını söyledikten sonra “Türk hükümetinin tüm ziyaretçilerin kısıtlama olmaksızın Ayasofya’ya girişini temin etmeye bağlı kalmasını bekliyoruz” dedi. ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı James Risch ve üyelerden Bob Menendez de kararı Hıristiyanlar için büyük bir aşağılama/hakaret olarak niteleyerek kınadılar. ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu (USCIRF) ise kararı kınayan bir açıklama yaparak, Türkiye’nin 2020 Dini Özgürlükler Raporu’nda “dini hakları şiddetle ihlal eden” ülkeler listesine konulmasını ve özel izlemeye alınmasını tavsiye edeceğini belirtti.

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell kararı “üzüntü ve esef verici” olarak niteleyip kınadı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise bu kınamayı reddedip bunun Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın zorlamasıyla yapıldığını belirtti. Yunanistan Hükümet Sözcüsü Stelios Petsas kararı anlaşılmaz bulduklarını ve ikili ilişkileri zorlaştıracağını, Kültür Bakanı Lina Mendoni ise Ayasofya’nın “ekümenik doğasını tanıyan medeni dünyaya karşı açık bir provokasyon” olduğunu iddia etti. Ayrıca Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın konuyu ABD’nin Atina Büyükelçisi ile özel olarak görüştüğü de basına yansıdı. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ile Sırbistan Başbakan Yardımcısı Zorana Mihajloviç’in karara dair üzüntülerini bildiren açıklamalarını da kaydetmek gerekir.

Öte yandan karara ilişkin nispeten yapıcı açıklamalar Rusya’dan geldi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin ve Kremlin Sözcüsü –Türkolog da olan- Dmitriy Peskov “Bu Türkiye’nin iç işidir” yönünde açıklamalar yaptılar. Peskov’un bu açıklamasının 6 Temmuz’da yapıldığı düşünülürse Rusya’nın resmî anlamda nispeten yumuşak tonlu açıklamalarında karar öncesindeki görüşmeler ile 13 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin etkisi de düşünülmelidir. Bu arada, büyük ölçüde Protestanlığın önemli bir kolu olan Anglikan mezhebine mensup İngiltere’nin karara dair olumlu ya da olumsuz bir açıklama yapmamasını ve Rusya ile ABD’den de nispeten yumuşak açıklamaların gelmesini, Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin yürüttüğü etkin kamu diplomasisiyle açıklamak mümkün.

Öte yandan, karara yönelik hemen her ülkenin tepkisinde, Ayasofya’nın “dünya kültür mirası” olduğu ve bu statüsüne bir zarar gelmemesi gerektiğinin vurgulandığı görülüyor. Bu meyanda UNESCO da karardan dolayı derin üzüntü duyduğunu bildirdikten sonra, Ayasofya’nın kültürel miras olma özelliğine zarar verilmemesi gerektiğinin belirtti. UNESCO’nun bu açıklamasına Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz “8. yüzyılda cami olarak inşa edilmiş ve 13. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüş olan ve halen ibadete açık aktif bir kilise olarak kullanılan Kurtuba camii 1984 yılından beri UNESCO dünya mirası listesindedir” diye cevap verdi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Ayasofya’nın cami olarak faaliyete geçecek olmasıyla ilgili UNESCO’ya bir bilgilendirmede bulunmak zorunda olmadıklarını, kararın UNESCO sözleşmesiyle çelişmediğini, içerisindeki değişikliklerin UNESCO’nun dünya kültür mirası normlarına aykırı olmayacağını belirtti.

- İslâm dünyası ve Müslüman kurumların tepkileri

İslâm dünyası veya Müslümanlardan karara yönelik gerek devletler gerekse kurumlar bazında olumlu/olumsuz yaklaşımların ve tepkilerin olduğunu görüyoruz. Her halükârda halkların büyük çoğunluğu kararı sevinçle karşılayıp onu “tarihi bir adım”, “İstanbul’un yeniden fethi”, Erdoğan’ın ise “İstanbul’un ikinci Fatih’i” olarak gören değerlendirmelerde bulundular. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da açıkladığı üzere Malezya, Katar, İran, Pakistan, Umman, Filistin, KKTC gibi devletlerle bazı İslâm toplulukları da destek mesajları gönderdiler.

Ne var ki son yıllarda Türkiye karşıtı cephe oluşturan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır’dan, resmî olmasa da kişiler ve kurumlar adına yapılan bazı açıklamalarda, Türkiye’nin bu adımının İslâm’ın hoşgörü anlayışına zarar vereceği, Hıristiyanları aşağıladığı, ayrıca Müslümanlara karşı nefretin körüklenmesini hızlandıracağına dair açıklamalar geliyor. Buna rağmen bu ülkelerin halklarının büyük çoğunluğunun karardan mutluluk duyduğu söylenebilir. Ancak Ezher Üniversitesi’nin eski üst düzey yöneticilerinden Abbas Şûman’ın “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi İslâm’ın öğretileriyle çelişiyor” iddiası ile yine Ezher hocalarından Sa’düddîn el-Hilalî’nin “gasp edilme” gerekçesiyle “Ayasofya’da namaz kılmanın haram olduğu” şeklindeki açıklamalarını zikretmek gerekir. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi Türkiye’ye karşı blok oluşturan ülkelerde genel olarak bu tez de işlenmekte ve bağlamından kopuk olarak “Kim bir karış toprak gasp ederse Allah Kıyamet Günü onu yedi kat yerden kafasına geçirir” hadis-i şerifi delil olarak kullanılmaktadır. Batı Trakya’da bulunan Gümülcine şehrinin Yunanistan tarafından atanmış müftüsü Halil Cihad’ın “Ayasofya bir Hıristiyan kilisesidir” açıklaması ise tam bir “Yunan müftüsü” ve devşirme tavrı olsa gerek.

Suudi Arabistan-BAE-Mısır’dan gelen olumsuz tutuma rağmen, Umman Müftüsü Ahmed bin Hamed el-Halili’nin resmî açıklamayla Ayasofya kararından dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türk halkını tebrik etmesi ise anlamlı olmuştur. Merkezi Katar’da bulunan “Dünya Müslüman Alimler Birliği” adına Genel Sekreter Ali Muhyiddin el-Karadaği’nin “Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması, vakfedilme amacına ve aslına geri döndürülmesidir; zira Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı kendi parası ile satın alıp vakfetti” şeklinde, meselenin özüne vurgu yapan açıklamasını da özellikle zikretmek gerekir.

- Hıristiyan mezhepler ve kuruluşların tepkileri

Ortodokslar başta olmak üzere, kararın alınmasından sonra Hıristiyan kiliseleri ve mezhep temsilcileri kararı kınadılar. Bazı Ortodoks liderler olayı “İstanbul’un Türkler-Müslümanlar tarafından ikinci fethedilişi”, “Müslüman fanatizminin yükselişi” gibi lanse ettiler. Sayıları yaklaşık 250-300 milyon olan dünya Ortodoks Hıristiyanlarının lideri kabul edilen Fener-Rum Patriği Bartholomeos, Haziran ayı sonlarındaki açıklamasında “(muhtemel bir) Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı, dünyadaki milyonlarca Hristiyanın İslâm’a karşıt olmasına yol açacaktır” açıklamasını yapmıştı. Rus Ortodoks Kilisesi Sözcüsü Vladimir Legoida ise milyonlarca Hristiyanın çağrısına kulak verilmediğini söyleyerek üzüntüsünü dile getirdi. Rus Ortodoks Kilisesi Piskoposu Kirill ise karar öncesi yaptığı ve Türk-Rus ilişkilerinin önemine de vurgu yapan teo-politik nitelikli açıklamasında endişesini bildirdi ve bu yönde (muhtemel) bir kararın Rus halkında acıya sebep olduğu gibi, Hıristiyan medeniyetine de tehdit olarak algılanacağını ifade etti. Moskova Patrikhanesi Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Metropolit Hilarion ise şu açıklamayı yaptı: “Karar Ortodoks Hıristiyanlara bir darbedir; zira Ortodokslar için Ayasofya, Katolikler için Roma’daki Aziz Petrus bazilikası-katedrali gibidir.” Bu meyanda Rus Ortodoks liderlerin bu açıklamaları ile yukarıda zikredilen Rus devleti adına yapılan resmî açıklamalar arasında Ayasofya kararına ilişkin –zahirde- bir ayrılığının olduğu görülüyor.

Karara yönelik belki de en dikkat çekici tutumlardan birini Papa sergilemiş bulunuyor. İki gün sessiz kaldıktan sonra, biraz da Ortodokslara ait medya organlarının yoğun eleştirileri üzerine olsa gerek, sessizliğini bozan Papa pazar ayininde “Ayasofya’yı düşünüyorum, çok acı çekiyorum” dedi. Bunun üzerine medya-sosyal medyada Papa’ya, kiliseye çevrilen Kurtuba camiiyle ilgili ve Ayasofya’nın 1204’de dönemin Papa’sı tarafından yönlendirilen IV. Haçlı Seferi’nde “kılıç zoruyla” Katolik kilisesine çevrilip ruhaniyetine yakışmayan davranışlarda bulunulmasından da acı çekip çekmediği soruldu.

Öte yandan, dünya çapında 350 Protestan, Anglikan ve bazı Ortodoks kiliseleri birleştiren Cenevre merkezli Dünya Kiliseler Birliği adına Genel Sekreter Ioan Sauca da üzüntülerini bildirip kararın geri çekilmesi çağrısında bulundu. Amerikan Ortodoks Başpiskoposu Elpidophoros Lambriadis ile New York Katolik Kardinali Timothy Michael Dolan da “Ayasofya bir Hıristiyan mabedidir” diyen ortak açıklama yaptılar. Ayrıca 20 ülkeden temsilcilerin katılımıyla bir video konferans yaparak konuyu görüşen “Ortodoks Temsilciler Meclisi” de Türkiye’ye karardan dönmesi çağrısında bulundu. Benelüks ülkeleri Ortodoks Metropoliti Athenagoras ile Kudüs Patriği Theophilos’un da karardan üzüntü duyduklarını bildiren açıklamaları oldu.

Bütün bu açıklamalar ışığında Ortodoks dini liderlerin tepkileri ile Katolik ve Protestan kiliselerin tepkileri arasında ton farkı olduğunu, Katolik ve hatta Protestanların açıklamalarının tepki tonunun nispeten düşük olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ise bu üç mezhep arasındaki (bugün üstü örtük gibi duran) tarihi/dini ihtilaflardan kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim teo-politik sebeplerle olsa gerek, Vatikan-Papa’nın tepkisi Ortodokslarınki kadar sert olmamış; Cenevre merkezli Dünya Kiliseler Birliği’nin düşük tonlu açıklaması dışında, Anglikanlar, Evanjelikler, Baptistler, Luteryenler, Kalvinistler’den de şu ana kadar bir ses duyulmamıştır.

- Karara yönelik üç farklı tepki

Öte yandan Ayasofya kararına yönelik Batı’daki tartışmalarda ortaya konan dini, politik ve teo-politik tepkileri genelde üç grupta ele alabiliriz. Birinci gruptakiler peşin hükümlü, oryantalistik ve İslamofobik yönleri haiz. Tabiatıyla bunlar Türkiye’yi başta FETÖ mensuplarının, PKK’lıların, devşirmelerinin, Müslümanlıktan çıkanların ve özellikle de ırkçı-aşırı sağcıların gözlükleriyle ve tarihteki düşmanlıkla okuyup iddialarını da bu minvalde şekillendiriyor, Ayasofya gibi kararları hemen Türkiye ve Erdoğan aleyhinde kampanyalara dönüştürüyorlar. Batı’da kendilerini destekleyecek medya organları da fazlasıyla mevcut. BBC’ye konuşan Orhan Pamuk’un “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararı, dünyaya ‘Biz artık seküler değiliz’ mesajıdır; benim gibi milyonlarca seküler Türk bu karardan dolayı gözyaşı döküyor/üzüntü duyuyor; ama sesleri işitilmiyor” sözleri böyle açıklanabilir. Bu tür yazar ve grupların iddiaları, Erdoğan’ın bu kararının Türkiye’nin İslamileştirilmesiyle açıklanacağı, Erdoğan’ın azınlıkları dışlayıcı kararlar aldığı, ülkedeki azınlıkların bundan olumsuz etkileneceği argümanlarına dayanıyor. Hâlbuki Türkiye’nin son yıllarda azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesini sağlayan kanunî düzenlemelerinin yanı sıra, dinî azınlıklara yeni kilise kurulması için arazi tahsis ettiği, halen 435 kilise-sinagogun da açık olduğu bizzat Erdoğan tarafından ifade edildi.

İkinci gruptakiler ise kararın dinî, hukukî ve siyasî olarak doğru olmadığını, Müslümanlara ve Türkiye’ye yönelik karşıtlığı artıracağını ileri sürüyorlar. Batı’daki bazı Müslüman entelektüel ve kurumlardan gelen bu tür tepkileri “iyi niyetli” olarak görmek mümkünse de haklı olduklarını söylemek zor. Zira Ayasofya’nın statüsü ve alınan kararın esas gerekçesine dair bilgisiz oldukları görülüyor. Mesela ABD’de etkili bir Müslüman kurum olan Kuzey Amerika İslam Toplumu (ISNA) adına Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Sayyid M. Syeed’in kararın İslâm’a uygun olmadığı, dünyada Müslümanlara yönelik nefreti-hukuksuzluğu arttıracağı ve Erdoğan’ı bu kararından döndürmek için çaba sarf etmek gerektiğini ifade eden açıklaması bu kabildendir. Bu açıklamadaki delillerin daha ziyade sulh yoluyla (sulhan) bir beldenin fethi ile alakalı olduğu, hâlbuki İstanbul’un savaş yoluyla (anveten) fethedildiği belirtilmelidir. Syeed’in ISNA gibi önemli bir kuruluşun imajına zarar veren bu açıklamasında –ki bizzat kurum içi itirazlar olduğu haberleri de geliyor– kararın Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya karşı İsrail’in veya Hindistan’ın Müslümanların mabetlerine karşı yaptıklarını, ayrıca İspanya’nın Kurtuba camiini katedrale çevirmesini meşru hale getireceğini söylemesi de tutarsızdır. Zira İstanbul ve Ayasofya, uluslararası hukuka göre Türkiye toprağı olup Kudüs ve Mescid-i Aksa ile mukayesesi doğru değildir. Kaldı ki Ayasofya, öncesinde cami olan bir müzeden, tekrar aslına döndürülmüştür.

Üçüncü gruptakiler ise kararın İslâm fıkhı, uluslararası hukuk ve dini açıdan da meşru olduğunu, zira İstanbul’un, Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethi gibi, sulh yoluyla değil, savaşla fethedildiğini ve ayrıca Ayasofya’nın Fatih’in özel vakfı (mülk) olduğunu ve dolayısıyla onun vakfının gereğinin yerine getirildiğini söylüyorlar. Nitekim kararın verildiği akşamki konuşmasında Erdoğan da bu konunun altını özellikle çizdi. Ancak bu gruptakiler kararı ahlakî açıdan doğru bulmadıklarını belirtiyorlar. Ayrıca kararın, ikinci gruptakilerin söylediği gibi, Müslüman azınlıklara yönelik karşıtlığı arttırma potansiyeline de işaret ediyorlar.

- Katedral-kiliseye döndürülen büyük camiler

Avrupa’da bugün, dinden-kiliseden uzaklaşmaların yüzde 70’lere ulaştığı (özellikle Protestanlığın hâkim olduğu ülkelerde) kiliseler boşalıp satılıyor; bazıları da Müslümanlarca satın alınıp camiye çevriliyor. Hatta gece kulübüne dönüştürülen kiliseler bile var. Aslında fetihler ve kolonyal istilalar sebebiyle kiliselerin camiye, camilerin de kiliselere çevrilmesi tarihte yaşanan bir şey. Müslümanlar fethettikleri beldelerde genelde şehrin en büyük kilisesini (katedral-bazilika) camiye çevirmişler; diğer kiliselere dokunmayıp mümkün olduğu ölçüde korumuşlardır. Buna karşılık gerek Haçlı savaşları gerekse daha sonraki kolonyal istilalara uğrayan Müslüman beldelerinde genelde camiler çok büyük yıkımlara ve mabedin statüsüne uygun olmayan muamelelere maruz kalmış, pek çok cami de kiliseye çevrilmiştir.

Mesela 1612’de inşa edilen Cezayir’in en büyük camilerinden Keçova Fransız kolonisi döneminde (1830-1962) St. Philippe Kilisesi adıyla Katolik kilisesine dönüştürülmüş, etrafındaki eski camiler yıkılmış, 4 bin Müslüman caminin içinde şehit edilmişti. Keçova 1962’deki bağımsızlık sonrasında tekrar camiye çevrilebilmişti. Çarlık Rusya’sının Kırım’ı işgalinde yüzlerce cami olduğu halde, Sovyetler Birliği’nin çöküşünde sadece üç tanesinin ayakta kaldığı belirtilir. Ayasofya kararına en sert tepkilerden birini veren Yunanistan, başkentinde cami olmayan tek Avrupa ülkesidir. Atina’daki Osmanlı’dan kalma iki cami de müze olarak kullanılıyor. Selanik’te Osmanlı dönemindeki pek çok camiden hiçbiri açık değil. Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türklerin haklarına yönelik ihlalleri de ortadadır. Müslümanların Endülüs’ten çıkarılmasından sonra, Kurtuba Ulu Camii başta olmak üzere, fiilen olarak bütün camiler kiliseye çevrilmişti. Üstelik Kurtuba camiinin katedrale çevrilmesi büyük bir ayin/törenle yapılmış, Müslümanların girişine de izin verilmemişti. Ayrıca Granada, Valencia, Toledo, Malaga ve diğer Endülüs şehirlerindeki ulu camiler de yıkılıp yerlerine katedraller yapılmıştı.

Ancak bütün bunlara rağmen, Ayasofya kararı dünyanın farklı bölgelerinde kiliseye döndürülen camilere bir tepki olarak alınmamış, Fatih Sultan Mehmed’in özel vakfiyesinin gereği yerine getirilmiştir.

- Ayasofya kararı İslamofobik dalgalanmayı arttırır mı?

Batı medyasında, aşırı sağcı ve fundamentalist Hıristiyanlar için önemli bir sembol olarak görülen Ayasofya’ya dair bu kararın dinî şovenizmi arttıracağı yorumları yapılıyor. Hiç şüphesiz bu uyarıları dikkatle takip etmek gerekir. Nitekim 15 Mart 2019’da Yeni Zelenda’da 52 Müslümanı camide şehit eden teröristin yayımladığı manifestodaki “Ayasofya minarelerinden arındırılmalı” ifadesini de hatırlamak gerekir. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) sürecinde, Tebliğ Cemaati’nin toplantılarını bahane edip ülkede pandeminin yayılmasından Müslümanları sorumlu tutarak İslamofobik tutumlarını artıran Hindistan’da da bu tür yansımalar olabilir. Nitekim bu yönde bazı çağrılar da yapılmıyor değil.

Ne var ki tamamen Türkiye’nin iç meselesi ve dolayısıyla bir egemenlik meselesi olan bir kararın, Müslümanlara ve Türkiye’ye yönelik nefreti, karşıtlığı arttıracağı yönündeki açıklamalar da bir yerlere mesaj niteliği taşıyor. Nitekim karar sonrasında bazı Hıristiyanlara ait medyada, tarihte Reformasyon liderleri olan Martin Luther, J. Kalvin ve D. Erasmus gibi teologların Türkler-Müslümanlar hakkında, Kitab-ı Mukaddes’ten bazı referanslarla yazdıkları, negatif-apokaliptik nitelemelere yer verilerek Müslüman Türkler için (Yuhanna İncilinde anlatılan) cehennemlik “Şeytan’ın askerleri” yakıştırmaları yapılmıştır. Ayrıca Ayasofya kararının, özellikle teo-politik argümanlara sahip Evanjeliklerin iddiası olan “son günlerde her şey Hıristiyanlığın lehine olarak Mesih’in gelişini hızlandıracak” şeklindeki kehaneti sekteye uğrattığı da düşünülüyor. Yani Ayasofya kararı onların apokaliptik çıkarımlarına da bir darbe indirdi. Bu yönüyle Erdoğan’ı “deccâl” olarak görenler de var.

Öyle görülüyor ki gerek Batı’da gerekse Müslümanlar arasında, Ayasofya kararı son günlerde en çok tartışılan konular arasında. Bu konu, Ortodokslar başta olmak üzere Hıristiyan kurumlar ve onların etkilediği siyasilerce teo-politik açıdan daha uzun bir süre gündemde tutulacak gibi duruyor. Ön yargılı ve çifte standartlı tutumları ne kadar değiştirir bilinmez, fakat bütün gerekçe ve delilleriyle, karar hakkında farklı dillerde yayımlanacak bilgilendirmeler en azından yanlış anlamaları veya pek çok kesimdeki bilgi eksiklerini giderecektir.

[Çalışmalarını hadis, Yahudi ve Hıristiyan kültürü ilişkisi, din ve kültürlerarası etkileşim, oryantalizm-oksidentalizm, teo-politik, İslam karşıtlığı (kültürel ırkçılık) ve Avrupa’da-Batı’da İslam ve Müslümanlar konularında yoğunlaştıran Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]