SİBEL ERASLAN
Özgürlüğe dergilerle uçardık. Darbelerin enselerimizde boza pişirdiği günlerde, sürekli hazırol’da durduğumuz zamanlarda, dergiler bizim için teneffüs demekti, soluk alıştı, rahat duruştu… Türkiye kültür sosyolojisi siyasetle o kadar iç içe geçmiştir ki; edebiyat dergileri hiçbir zaman salt sanat dergisi olmamıştır. Cumhuriyetin en dönüştürücü inkılabı olarak Harf Devrimi, okuma yazma ve hatta düşünme tarzını belirleyecilik idealini de üstlendiğinden, kitap, gazete ve dergi, bizde her zaman milli eğitim misyonu yüklenmiştir. Hal böyle olunca, özgürlük veya çeşitlilik de resmi tarzın ikame dildiği aygıtlar üzerinden inşa edilecekti. Dergiler için ‘’hür tefekkürün kalesi’’ derdi rahmetli Cemil Meriç.
ÖZGÜRLÜK SORUNU
Seksenlerden sonra bu sert ideolojik taraflaşma biraz daha azaldı. Hem küresel liberalizm rüzgarlarının kuvvetli esişi, hem de 80 darbesinin düşünceyi hapislerde tıkaması, kısmen o zamanki gençliği birbirine yaklaştırma işlevleri görüyordu. Orhan Pamuk ve Latife Tekin, solcular tarafından çok sıkı eleştiriler alırken, okur profillerini genişletiyor ve sağcı olarak isimlendiren kitlelerin de okuma masasına yerleşiyorlardı mesela. Bu ortalamayı dergicilik dünyasında Hürriyet Gösteri ile takip edebilirsiniz.
80’lerin ikinci yarısı ve tüm 90’lar, dergiciliğin en zevkli prestijli günleriydi. Dergiler satılır, dergiler tablalardan para ödenerek alınırdı sözgelimi. Emine Şenlikoğlu yönetimindeki “kadınların kaleminden kadın erkek herkese’’ logosuyla çıkan Mektup Dergisi’nde her ay düzenli telif alarak yazardık mesela. Şimdilerde buna neredeyse imkan kalmadı… Ya yayınevlerine, ya bankalara, ya cemaat profiline yaslanmak zorunda dergiler. Ciddi bir özgürlük sorunumuz var!
Biz yetişirken, dostluğun, dayanışmanın, arkadaşlığın da kalesiydi dergiler. Okuldu, mektepti, muhitti, tarzdı, sanatta moda ve edebiyat kamusunun kurucusuydu dergiler. Varlık’çılar, Hisar’cılar, Büyük Doğu’cular, Türk Edebiyatı’cılar, Töre’ciler, Olgu’cular, Mavera’cılar, Dergah’çılar, Hece’ciler, Yedi İklim’ciler, Fayrap’çılar... Hepsi gözlerimin önünden geçip gittiler, bir tarzın, bir ruhun, bir biçimin peşinde güzel sözü aradılar...
ŞAİR, ŞİARDIR,
GÖKLERDEN BİR İŞARET
Şair arkadaşım değerli İbrahim Tenekeci, Dergah’ta uzun yıllar süren sessiz ve idealist çalışmalarını, edebiyat görgüsünü, şiirinin ruhunu, İtibar dergisine taşımıştı. İtibar, yeniydi, yeni olmak zorundaydı, pırıl pırıldı. Üzerinde herhangi bir politik kamp yükü, sermaye baskısı veya yaslandığı bir cemaat yoktu. Gezi günlerinin sanat dünyasındaki keskin ayrışmalarını, parçalanmalarını, ismi gibi itibarla göğüsledi. 15 Temmuz’da safı belliydi, memleket sevgisi, Anadoluculuk ruhu, helal lokma kaygusu, onur, sevda, masumiyet, delikanlılık haletiyle tam 97 sayı çıktı. Devletten de belediyelerden de bir kuruş dahi destek almadan, bir bardak suyunu dahi içmeden...
İtibar, bizim evimizdi, odalarında, öykülerimiz, şiirlerimiz, resimlerimiz, fotoğraflarımız dururdu. Genç yazar ve genç şairlerle kaynaşan neşeli sanat bahçemizdi... Işıkları söndü. İbrahim Tenekeci, şair olmanın yanı sıra “ağabey’’liği ile de bilinir, İtibar Edebiyat Dergisi nice gencin su içtiği bir pınar olmuştu bu süreçte. Bendeniz, Furkan Çalışkan veya Emel Özkan’ı her gördüğümde, sanki İbrahim kardeşimi görmüş gibi olurum bu yüzden. Şair, şiardır, göklerden bir işaret.
Şairin de şiirin de değerini bilmelidir bir toplum. ‘’Kültürel iktidar’’ tartışmalarının bu kadar yoğun olarak yapıldığı bir eşikte, bir dergi için bağımsız kalabilmenin ne kadar zor olduğunu da gözler önüne serdi İtibar’ın kapanışı. Hem kağıt fiyatlarının feci artışı hem dağıtım şirketlerinin mali baskısı, bağımsız dergiciliği ne yazık ki öldürmüş durumda. Dergileri ya bankalar, ya holdingler, ya gazeteler çıkartıyor. Kültür giderek sermayenin emrine giriyor.
Kalem, kelam ve sermaye derken, ‘’Kalem’’ suresindeki cimri bahçe sahipleri nasıl da bugünkü hallerimizi anımsatıyor. Onlar yoksullara hiç bir pay vermemek için daha gün doğmadan gideceklerdi hasada, ne ki bahçelerini yanmış yıkılmış buldular. Kalem ismi taşıyan bir surede, niçin cimri mal sahiplerinin kıssası anlatılır, hikmetini elbette Allah bilir.
Hem “kültürel iktidar’’ diyorsunuz… Hem de edebiyat öldü mü, şiir öldü mü, kitap öldü mü, roman öldü mü sorularını soruyorsunuz. Korkmayın kıyamete kadar, ne şiir biter ne kelimeler. Lakin, ayıptır, günahtır. Fotosentezle mi yaşayacak bu şairler, öykücüler, müzisyenler?
Herkes her yere sığdı da bir ‘İtibar’ımızı sığdıramadık hiçbir yere. Ama bu yürüyüş kuşkusuz başka şekillerde devam edecektir. Zira her şeye rağmen yurdunun kokusunu taşıyan kişidir şair.
“Her günü sert olur, yüksek yerlerin/ Eskiden kalma yoksul bir halkla/ Severim seni ey güzel yurdum/ Bakmam dünyada huzur hakkına’’ (İbrahim Tenekeci)