Mazhar Osman, Fikret’in narsisizmini meziyet görürdü

“Ruh hekimleri Fikret hakkında aynı teşhisi koymuş olsa da farklı hükümler vermiştir. Mazhar Osman, onun narsisizmini büyük bir meziyet gibi anlatır. E. Ekrem Talu, ona herhangi bir psikolog tarafından sathî bir etüdle hasta teşhisi konabileceğini söyler.”

10 Ekim 2019 Perşembe 07:00
Kitap Haberleri

HALE KAPLAN ÖZ



Bu ay Everest Yayınları Beşir Ayvazoğlu’nun iki biyografi kitabını birden yayınlıyor. Biri Haşim; güncellenmiş ve gözden geçirilmiş yeni baskısıyla okura ulaşacak. Bir diğeri ise geniş hacmi ve muhtevasıyla dikkat çeken Fikret kitabı. Çok yönlü bir sanatkâr olan Fikret’i zaafları ve meziyetleri, doğruları ve yanlışlarıyla anlatmayı gaye edinmiş Ayvazoğlu. Karmaşık ruh dünyasına nüfuz etmekte ise epey zorlanmış…

Altı yüz sayfayı aşkın bir biyografi… Tevfik Fikret ile ilgili yapılmış en kapsamlı çalışma sanırım. Onunla ilgili kapsamlı çalışma fikri ilk ne zaman ortaya çıktı? Nasıl bir çalışma ile kitap haline geldi? 

Biliyorsunuz, bir hayli edebî biyografi yazdım. Yahya Kemal, Mehmed Âkif, Ahmet Hâşim, Peyami Safa, Florinalı Nâzım, Midhat Cemal Kuntay, Asaf Hâlet Çelebi… Asaf Hâlet hariç, hepsinin yolları Tevfik Fikret’le kesişmiştir. Hâşim’in Mekteb-i Sultanî’den, yani Galatasaray Lisesi’nden hocası, hocası, Peyami Safa’nın isim babası ve babası İsmail Safa’nın çok yakın arkadaşı, son yıllarında Yahya Kemal’in yakın dostlarından biri, Florinalı Nâzım’ın da hem hayattayken çevresinde bulunduğu hem de 1918’den itibaren her yıl 19 Ağustos’ta ihtifaller düzenleyerek andığı şair... Mehmed Âkif’e gelince… Fikret’le günümüze kadar uzanan kavgasını göz ardı etmek mümkün değildi. Başka bir açıdan bakınca Âkif’le Fikret aynı damarlardan beslenmiş, fakat zamanla çeşitli sebeplerle birbirinden uzaklaşmış, benzer hassasiyetlere sahip düşman kardeşler gibi görünüyorlardı. Ama Fatin Gökmen ve Hüseyin Kâzım Kadri gibi müşterek dostları, ayrıca Midhat Cemal Kuntay gibi ikisine de toz kondurmayan hayranları vardı. Sözün kısası, Fikret, biyografisini yazdığım hemen her şair ve yazarın hayatına bir şekilde karışmıştı. Kitabın önsözünde de anlattım; bir gün bir sahaftan Halûk’un Defteri’nin ilk baskısını hatırı sayılır bir fiyata satın alıncaya kadar Fikret biyografisi yazmak gibi bir niyetim yoktu. Şairin kendi el yazısıyla basılan ve tasarımıyla üstün bir estetik zevki yansıtan bu taşbaskısı kitap, kapağından baskıda kullanılan mürekkebin rengine kadar her şeyiyle çağdaşlarından çok farklı bir sanatkâr şahsiyetine işaret ediyordu. Her şeyiyle kendi eseri olan Aşiyan için de aynı şeyler söylenebilir. Bir süre sonra kendimi Fikret hakkında yazılmış -çoğunu daha önce çeşitli vesilelerle gözden geçirmiş olduğum- kitapları yeniden okurken buldum ve onun yaşadığı yılların havasını teneffüs edebilmek için başta Servet-i Fünun olmak üzere gazete ve mecmua koleksiyonlarını taramaya ve bir eşref saatte de yazmaya başladım. Nasıl bir çalışma sorusuna nasıl cevap verebilirim, bilmiyorum. Gece gündüz, hummalı bir çalışma… 

Âkif-Fikret kavgasında durduğunuz yer belliydi. Biyografiyi hazırlarken objektifliğinizi nasıl muhafaza ettiniz? 

Evet, dediğiniz doğru, Âkif-Fikret kavgasında durduğum yer bellidir. Ama ben bir biyografi yazarı olarak sempati ve antipatilerimi paranteze almam gerektiğini çok çabuk öğrendim. Biyografi yazarının vazifesi ne put yontmak ne de şeytan yaratmaktır. Tarihte olup bitmiş hadiselere taraftar veya muhalif gözüyle bakmanın doğru olmadığını, sadece anlamaya ve anlatmaya odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Eskilerin “fart-ı muhabbet” dedikleri aşırı sevgi ve hayranlık da, aşırı nefret ve öfke de insanı körleştirir. Çok sevdiklerimizin hatalarını görmez veya görmezden gelir, nefret ettiklerimizde ise hatadan, kusurdan başka bir şey görmeyiz. Ciddi bir biyografi yazarı bundan özenle kaçınmak zorundadır. Netice olarak, Fikret’i zaafları ve meziyetleri, doğruları ve yanlışlarıyla anlattığımı zannediyorum. En azından bunun için özel bir gayret gösterdim. 

Fikret hakkında yazılmış birçok kitap ve belgeyi incelediniz bu dönemde. Onun ile ilgili sizi şaşırtan o vakte kadar bilmediğiniz, zihninizdeki Fikret ile uyuşmayan verilerle karşılaştığınız oldu mu? 

Evet, Halid Ziya Uşaklıgil, Sanata Dair isimli eserindeki Tevfik Fikret portresinde olağanüstü güzellikte minyatürlü bir Şehname yazmasından hayranlıkla söz eder. Bu Şehname, Fikret’in babası Hüseyin Efendi tarafından Sahaflar Çarşısı’ndan hatırı sayılır bir fiyata parça parça satın alınmış. Fikret’in Aksaray Ağayokuşu’ndaki konaklarında dostlarına övünerek gösterdiği bu yazmanın akıbetini öteden beri merak ederdim; sonunda Nâzıma Hanım’ın, yani Fikret’in karısının oğlu Halûk’u ziyaret için 1925 yılında Amerika’ya giderken başka hediyelerle birlikte onu da götürdüğünü ve orada düşük bir fiyata sattıklarına öğrendim. Bu yazma 1929 yılında New York Public Library’ye intikal etmiş ve halen bu kütüphanede korunmaktadır. Beni şaşırtan bir hadise de Fikret’in bir Protestan misyoneri olan Rahip Frew ile ilişkisidir. Aynı zamanda Intelligence Service’in İstanbul istasyon şefi olan bu istihbaratçı rahip, Halûk’un eğitim için İskoçya’ya gönderilmesini ve orada bir Protestan rahibinin evinde pansiyoner olarak kalmasını organize eden adamdır. 1911 baharında İstanbul’a Hıristiyan olarak dönen Halûk’un din değiştirdiği haberini de Fikret’e o gönderir. Bunu Fikret’in en yakınındaki adam olan Salih Keramet Nigâr anlatıyor. Yanlış anlaşılmasın, Fikret’in, Frew’nun misyoner olduğunu bildiğinden şüphe edilemez, ama istihbaratçılığından haberdar olduğunu hiç zannetmem. 1920 yılında kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin arkasında aynı rahibin bulunduğunu sanıyorum. 

Onu anlamak ya da anlatmakta zorlandığınız oldu mu? 

Fikret çok yönlü bir sanatkârdır, şair, ressam, amatör mimar, tasarımcı…Onu bütün bu yönleriyle kuşatmak ve karmaşık ruh dünyasına nüfuz etmek elbette kolay değil. Zaman zaman tıkandığım oldu. 

Birçok kimseyi ufacık kusurları yüzünden zemmettiğine defalarca şahit olan Ahmed Naim Bey “Ondan hiç kimse hakkında bir kerecik olsun olumlu bir söz işitmemiştir” diyor. Onun içinde bulunduğu ruh haline dair ne söyler bu ifade? 

Babanzade Ahmed Naim Bey, Fikret’in Mekteb-i Sultanî’de mesai arkadaşıdır. Fikret hakkındaki meşhur risalesinde yazdıklarından anlaşıldığına göre, görüşseler de aralarında samimi bir dostluk kurulamamıştı. Naim Bey, mümin bir âlim, kudretli felsefeciydi. Bu bakımdan felsefe kültürü çok zayıf olan ve belli bir tarihten sonra zaman zaman deist, bazan da ateist gibi konuşan Fikret’in fikirlerine muhalif olması tabiidir, bu yüzden mübalağa ettiği düşünülebilirse de onun söylediklerini Fikret’in en yakın dostları da söylemişlerdir. Esasen Naim Bey, Fikret’in meziyetlerini de vurgulamış, büyük şairliğinden ve şahsiyetinin, konuşma tarzının cazibesinden söz etmiştir. Fikret’in en yakın dostları bile, onun hakkında Naim Bey’in söylediklerine benzer şeyler söylemişlerdir. Fikret mükemmeliyetçiydi, estetti, çevresindeki herkesi melek tıynetinde görmek ister, bu yüzden en ufak kusurlarını bile yüzleri vurur incitirdi. Çevresinde kırmadığı, incitmediği insan bırakmamıştı. Bu sebeple hemen hepsi ilk fırsatta öfkelerini dile getirdiler. 

Ruh hekimi İzzeddin Şadan ona narsisist teşhisi koyuyor. Mazhar Osman da destekliyor. Serol Teber’in tespitleri önemli keza. Psikolojisine dair vardıkları ortak kanı nedir? Sizce onu en iyi tanıyan ve tespitleri en gerçekçi olan kimdi?

Ruh hekimleri Fikret hakkında aynı teşhisi koymuş olsalar da farklı hükümler vermişlerdir. Mesela Mazhar Osman, onun narsisizmini büyük bir meziyet gibi anlatır. Esasen narsisist teşhisini koymak için ruh hekimi olmak da gerekmez. Üstadı Recaizade Ekrem Bey’in oğlu Ercümend Ekrem Talu, evlerinin müdavimlerinden olduğu için çok yakından tanıdığı Fikret’e herhangi bir psikolog tarafından sathî bir etüdle hasta teşhisinin konulabileceğini söylüyor, “Kendini herkesten üstün görmek, başkalarının duygularından şüphe etmek, her harekette kendisine karşı fena bir kasıt vehmetmek, hiçbir şeyi beğenmemek, kendisine tapınacak derecede bağlılık hissetmeyenleri aşağılamak, hatta hicvetmek, çabuk küsmek gibi haller vardı,” diyor.

Fikret’in ideali neydi? 

Fikret hiç şüphesiz büyük bir vatanseverdi, fakat vatanseverliğini başka türlü ifade ediyordu. En büyük hayali ülkesini Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş görmekti. Büyük idealini “Halûk’un Amentüsü” isimli şiirinde özetlediği söylenebilir. Kalkınmanın, mutluluğun ve hürriyetin bilimde olduğuna inanmıştı, bilimin toprağı altına, dünyayı cennete çevireceğine inanmıştı; oğlunu Avrupa’ya bunun için, yani ışığı kucaklayıp getirmesi, ülkeyi aydınlatması için göndermişti. Ülkeyi kalkındıracak, ayağa kaldıracak gençliğin timsaliydi Halûk. 

Bugünkü Cumhuriyet aydınları ve Fikret arasında ne gibi benzerlikler ayrılıklar var? Biyografi neden Fikret’in değil oğlunun ölümüyle son buluyor?

Genç Cumhuriyet aslında 1940’lara kadar Fikret’i yok saymıştı, dili ve “Halûk’un Amentüsü”ndeki “Toprak vatanım nev’-i beşer milletim” gibi mısraları yüzünden pek sevilmiyordu. Florinalı Nâzım’ın düzenlediği ihtifaller olmasaydı büsbütün unutulacaktı. Hasan Âli Yücel, Falih Rıfkı Atay, Nurullah Ataç, Behçet Kemal Çağlar gibi bazı yazarlar, Fikret hakkında çeşitli tarihlerde çok farklı kanaatlerle karşımıza çıkarlar. Mesela 1939 yılında yayımlanan bir yazısında “Tevfik Fikret’i birçok sebeplerle severim: Dinsizliği de bu sebeplerden biridir,” diyen Nurullah Ataç, Edebiyat-ı Cedide Müzesi’nin 19 Ağustos 1945 tarihinde açılışı vesilesiyle yapılan bir ankete verdiği cevapta, Fikret’in sahte bir şair olduğunu, onun için yapılacak herhangi bir işin kendisini hiç ama hiç ilgilendirmediğini söylemiştir. 1939 yılında Aşiyan’ın Amerikalılar tarafından satın alınacağına dair haberler çıkınca başlayan tartışmada, Fikret’e Kemalistler değil, sosyalistler sahip çıkmıştı. 1960’larda ise birlikte sahip çıktılar; “Tarih-i Kadim”, dili dışında, birlikte kutsadıkları bir metin haline geldi. Türkçesinin çıkardığı engeli de Rübâb-ı Şikeste ve Halûk’un Defteri’ndeki şiirleri bugünkü Türkçeyle yeniden söylemeyi deneyerek aşmaya çalışmışlardır.

Halûk’un Hıristiyanlığı seçip rahip olması meselesi bugün bile konuşuluyor. Bu tartışmanın temel sebebi ve Tevfik Fikret’in bu olay karşısındaki tavrını sormak istiyorum. 

Nigâr Hanım’ın oğlu Feridun Nigâr, Tevfik Fikret’in bir toplantıdan sonra, “Halûk orada Hıristiyanlığı tutuyor. Her şeyi anlarım, dinsizliği de anlarım, fakat bir Müslümanın Hıristiyan olmasını asla anlayamam!” dediğini bizzat duyduğunu söyler. Fakat oğlunun bu kararına ailenin diğer fertleri -mesela dedesi- gibi tepki göstermediği biliniyor. Bana sorarsanız, kamuoyunda asıl tepkiye yol açan, Halûk’un Hıristiyanlığı kabul ederek Amerika’ya yerleşmesi ve rahip olması değildi. Ahmed Cevdet Paşa’nın torunu ve Fatma Aliye Hanım’ın kızı İsmet Hanım’la Namık Kemal’in torunu ve Ali Ekrem Bolayır’ın kızı Selma Ekrem’in değil de Halûk’un tercihinin tartışılması ve hâlâ tartışılıyor olmasının sebebi, Peyami Safa’nın da dediği gibi, babasının nazarında onun “bütün Türk gençliğini temsil ve hülasa ediyor” olmasıydı. Fikret’in ona hitaben yazdığı bütün şiirlerde bugünkü ve yarınki nesillere rol biçilmiş ve yol gösterilmiştir. Halûk, yani Türk gençliği Avrupa’dan bol bol ışık kucaklayıp getirecek ve vatan böylece zindan karanlığından kurtulacaktı, fakat o Protestan rahibi oldu ve ülkesine bir daha dönmedi.

“Aynı zamanda Intelligence Service’in İstanbul istasyon şefi olan bu istihbaratçı Rahip Frew, Halûk’un eğitim için İskoçya’ya gönderilmesini ve orada bir Protestan rahibinin evinde kalmasını organize eden adamdır. Fikret’in, Frew’nun misyoner olduğunu bildiğinden şüphe edilemez, ama istihbaratçılığından haberdar olduğunu hiç zannetmem. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin arkasında aynı rahibin bulunduğunu sanıyorum.”