ANIL İBRAHİM BAKIRCI
Daha önce Gelenek ve İdeoloji Arasında, İslam Medeniyeti Söylemi ve Dünyevi Aklın Buhranı adlı eserleriyle Türk düşünce hayatına katkı sunan Alper Gürkan, Ütopya ve Modern Dünya adlı yeni çalışmasında ütopya kavramıyla modern dünya illiyetini sorguluyor. Alper Gürkan, söz konusu kitabıyla ilgi alanını genişlettiğini gösteriyor.
Kitap giriş yazısı, ütopyanın tarihsel ve kavramsal olarak incelendiği beş bölüm yazısı ve sonuç bölümünden oluşuyor. Ütopya ve Modern Dünya, günümüz sinemasının teknolojik gelişmeler ışığında füturist akımlarla birlikte konu edindiği; hâlen aktüelliğini koruyan ‘ütopya’ kavramına ilişkin yerli literatürde tanım ve anlamlandırma sorununu çözme gayreti açısından yol gösterici bir çalışma. Yazar, öncelikle ideal toplum tasavvurları (Platon ve Farabi vb. ) ile Thomas Moore ile başlayan modern ütopyacılık arasında net bir ayrıma gidiyor. Bu farklılığı ontolojik ve epistemolojik açıdan temellendiriyor. Hâliyle bir form olarak yalnızca edebiyat minvalinden anlaşılan ütopyaya karşılık, kavramın felsefe ve siyaset bilimi açısından izahını sunuyor. Yazara göre ütopyayı vareden şey, ütopik bilinçtir. Ütopik bilinç: “Kişilerin kendi hayatlarına dair hayalleriyle toplumsal hayata dair hayallerinden doğurmuştur.” Bu bakımdan ütopya, yaşanan gerçekliği aşan ve idealize eden bir tutumdan beslenir. Ütopya üreticisi olarak failin varoluşsal kimliği, ütopik bilincini, hammaddeye yaklaşımı da nesne olarak ütopyayı ve epistemolojik alanı belirler. Hâliyle yazarın ontolojik durumu ütopik metne doğrudan tesir edecektir. Bu vasfıyla bir köken olarak felsefe ve ütopya arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş olur. Yazar ütopyacıyı “Belirli bir tarihsel ve toplumsal durumun sunduğu gerçekliğe karşı, onu aşarak veya onu yeniden üreterek ütopyasını tasarlayan kimse” olarak tanımlar. Bu sebepledir belirli bir gerçeklik algısından hareket eder.
Ütopya ve Modern Dünya’nın en temel meselelerinden biri de Platoncu ideal devletin modern ütopyaları ayırt etme noktasında bir metadoloji teklif etmesidir. Yazar nezdinde bu toplumsal tasavvur, yalnızca bilinç düzeyinde zikredilebilir. Bu da “ütopik bilinç” olarak adlandırılır. Platonik ideal devletin bânisi olan Platon ile modern ütopyanın bânisi olan Thomas Moore arasında “gerçeklik değerlendirmeleri bakımından” kökten farklılıklar bulunduğu vurgulanır. Kısaca Platon’da gerçek, tümel ve ahlakî hassasiyetle “mutlak”a yönelen hakikat olgusunu terennüm etmek ise de Thomas Moore nezdinde bu durum, yalnızca “olgusal gerçek”e tekabül eder. Gerçeklik algılaması hususundaki bu temel kırılma için Rönesans dönemi işaret edilir.
ÜTOPİK BİLİNÇ
Yazar, birinci bölümde: Üütopya, ütopyacılık ve ütopik bilinç kavramlarını açıklar. Bu bölümde Ernst Bloch’un “umut ilkesi”nden hareket eder. Ütopik bilinç, umut ilkesiyle mayalanır ve insanoğlunun umut ettiği varoluşsal koşulları göstermeyi hedefler. Bu bakımdan umut, gerçek ve ideal arasındaki gerilimden doğar. Ütopya ise bu tasarımların “nesnesi sıfatıyla oluşur.” Bu ilkesellik dâhilinde Thomas Moore’dan beri ütopya, bir yazım kategorisine de delalet eder ve bu tabir, moderniteyle birlikte kurgulanan, hayalî ülkeler için kullanılır. Modern öncesi döneme ait dini vaatlerin nesnesi “cennet ve Tanrının krallığı” tasavvurları ise ütopya olgusu içine dâhil edilmez: Zira onu genişletecek, aşındıracaktır. Ütopya ve Modern Dünya’da ütopya, en genel anlamıyla “ütopik bilincin modern tarihli bir nesnesi” olarak ele alınmaktadır. Modern dünyanın kökeni olarak takdim edilen “Rönesans” ile beraber insanoğlunda yapay doğa üretimi ve doğaya hükmetme arzusu doğmuştur. Bu nitelendirme bize göstermektedir ki ütopyacı, gerçekliği, olduğu gibi kabul etmez ve yeni bir gerçeklik üretme hedefine yönelir. Bu cihetten hareketle ütopyaların geleceğe dönük eserler olduğu ve toplumsal bir hedef barındırdığı, hâliyle siyasal ve ideolojik olanla irtibatı gözlemlenebilir. Bu da ütopik bilinci, sosyolojik nesne ve toplumsal fenomen olarak ele almanın koşullarını doğurur. Ütopik bilinç, Levitas’ta sosyolojik minvalde temellendirilir. Bu temellendirmenin hareket kaynağı da Aristo’nun insanı sosyalliği ile tanımlamasıdır. “Modern dünyanın kuruluşunda moderniteyi bir kök ideoloji” olarak tanımlayan yazara göre, ideal toplum tasavvuru ihtiva eden Rönesans öncesi metinler, Horkheimer’dan hareketle nesnel akıl üzerinden tanımlandığı gibi modern ütopyalar, öznel akıl üzerinden tanımlanır. Öznel akıl temelde; insan tekini esas alan, merkeze insanı koyan, faydacı bir akıldır. Bunun hilafına nesnel akıl, özneyi de kapsayarak bütünlüğe yönelen, yalnız birey zihninde değil insanlar arası münasebette, toplumsal kurumlarda ve doğada mevcut olan bir kuvvettir. Yazar, Horkheimer üzerinden temellendirdiği tasnifini Descartes felsefesiyle destekler. Ve Descartes’i öznel aklı tahkim eden özne ve nesneyi ayırarak parça-bütün ilişkisini bozan hümanist bir idrak olarak tanımlar. Bu manasıyla Descartesci felsefî yaklaşım, hem modern dünyanın hem de onun kanatları altında teşekkül eden modern ütopyalar, felsefî karakterini biçimlendirmiştir. Bu yönüyle modern ütopya ve modern dünya, nesnel akıldan hareketle anlamlandırılacak makrokozmik Tanrısal düzen kavrayışına yabancılaşmıştır. Geleneksel dönem ve modern dönem şu üç madde dâhilinde tefrik edilmektedir: Modernliğin rasyonalitesi, öznelleşme, insan merkezlilik ve sekülerleşme.
FANİNİN YÖNETTİĞİ DEVLET
Kitabın ikinci bölümünde, geleneksel dünyadan modern dünyaya geçiş, üçüncü bölümde ise ütopyanın aklî temelleri inceleniyor. Tanrı merkezli dünya okuması, yerini kaba tarifle, insan merkezli okumaya terk etmiştir. Geleneksel felsefede, metafizik ve teolojiyle biçimlenen ontoloji ve epistemoloji, modern dünyada değişmiştir. Mannheim’dan hareketle yeni bir tarihsel durum ve çağın ruhu oluşmuştur.
Belli bir döneme ait fikirler o döneme özgü koşullarla beraber incelenir. Bu da tekrar göstermektedir ki modern dünya anlaşılmadan modern ütopyalar kavranamaz. Bütün bir ontolojik ve epistemolojik değişimin sosyolojik manada bir ürünü olan ütopya, bu gelişmelerin toplamından hareketle anlamlandırılmaktadır. Bu köken hareketler kitapta; coğrafî keşifler, Rönesans bilimselliği, Akdeniz ticaretinde canlanma ve yeni sınıf burjuvazi, kapitalist gelişme, öznenin doğuşu, Descartesci Kartezyen felsefe, hümanizm, sekülarizm-protestanlık-libarel değerler, feodalizmin yıkılışı, doğanın matematikle kavranması, mutlak bilgiden izahî bilgiye geçiş ve en nihayetinde epistemoloji ve ontolojide ana belirleyici kuvvet olan nesnel akıldan öznel akla geçiş ve aydınlanmacı aklın doğuşu biçimde sıralanır. Yazar, bu bölümde, öznel aklın hükümranlığının tenkidini Shayegan ve S. Nasr üzerinden yapar. Tanrı kaynaklı ve Tanrı’ya yönelen geleneksel bilgi, yerini aklın ürünü olan, doğa yasalarının matematikle keşfedilmesinin amaçlandığı modern bilgiye bırakır. Öyle bir vasatta ideal toplum tasavvurlarıyla modern ütopyaların bağdaştırılması mümkün değildir. Platon’dan iktibas edecek olursak: “Tanrının değil bir faninin yönettiği ne kadar devlet varsa insanlara felaketten ve acıdan kurtuluş yoktur.” Bu söz, modern dönemdeki gibi ilahî-dünyevî ayrımının yapılmadığını da gösterir. Platon’dan hareketle bu bağlamın işlenmesiyle yazar, İslâm siyaset felsefesini de modern ütopyacılıktan ayırmış olur.
İDEOLOJİNİN VAROLUŞSAL ZEMİNİ
Dördüncü bölümde ütopyanın amacı, ideoloji ve ütopya başlıkları incelenmektedir. Yazar bu bölümde; Niçe, Marx ve Mannheim’ın görüşlerinden istifade eder. Ütopyacılık siyasî bir saikle, akıl merkezli, kent-devlet tasarımında bulunur. Mannheim için ütopya: Mevcut düzeni değiştirmek isteyenlerin toplumsal dünyayı kavrama biçimidir. Haliyle Niçe için egemenlerin idealleri, Marx içinse egemen sınıfın söylemleri gerçeklikle çatışır. Bu göstermektedir ki ütopik nesnenin hammaddesi olan gerçekliğe ütopik bilinç, siyasal amaçlar dahilinde yönelir. Bu siyasal cihet bizi, ütopya ve ideoloji arasındaki ilişkiyi sorgulamaya iter. Yazara göre ütopya ve ideolojizmin varoluşsal zemini aynıdır. Modern ütopya, ideoloji kavramının menşei, doğuşu ve mahiyetiyle evrim süreçleri ele alınmaksızın anlamlandırılamaz. İdeoloji metaforunun ontolojik ve epistemolojik dayanakları kitapta rasyonel ve öznel zihnin ürünü olarak işlenir. Siyasal bir ortamda gerçeklik kavrayışı ideolojinin bir yorumu olarak şekillendiği üzere oluşan şeye toplumsal gerçeklik denir. Ve bu gerçeklik, ütopyanın nesnesini oluşturur. Nitekim ütopyacılığın miladı olan Thomas Moore’un eseri, o dönem İngiltere’sinin zımnen bir kritiği hükmündedir. Beşinci bölümde ise modern dünyanın gerçekliği ve ütopya tartışılır. Yine Mannheim’dan hareketle ideoloji, mevcut gerçekliğe dair hâkim söylem, ütopya ise bunu aşma cehdi gösteren aşkın bir eğilim olarak vasıflandırılır. Mevcut gerçeklik algılamasının kök ideolojisi modernliktir. Modern dünyanın belli başlı vasıfları Thomas Moore’un ütopyasında şu başlıklar dâhilinde gözlemlenebilir: Akla güven vardır (bu akıl, öznel bir akıldır), esas olan Hristiyanlık değil dinî hoşgörüdür, nüfus kontrolü mevcuttur, şehirlerde standart bir düzen hâkimdir, gün programlanmıştır ayrıntılı biçimde belirlenmiştir, insan gelecekte değil bu dünyada mutlu olmalıdır, dinî metinlerdeki klasik cennet tasvirine kayıtsızdır, Orta Çağ’ın belirgin niteliği savaşçılığa karşıdır, uhrevî bir mutluluk değil dünyevî bir mutluluk esas alınır. Thomas Moore’un eserinin muhtevası göstermektedir ki Moore, burjuvazinin sözlülüğüne soyunmuş olup feodalizme itiraz üretmiştir: Modern dünyanın hâkim başlıkları bireyselleşme, liberalleşme, Protestanlaşma ve kapitalistleşme eğilimleri birer arketip olarak metne sinmiştir. Bu durumda ütopya, işlev olarak hâkim ideolojiyi tenkit eder ve yeni bir ideolojik görüşün hedeflerini sıralar. Yazar, Jameson’dan istifade ederek ütopyacılığın bu işlevlerini destekler. Tekrar Mannheim’a dönecek olursak ütopya, toplumu değiştirme potansiyeli olan metinler olarak takdim edilir. Ve bu durum, Rönesans’ın sunî bir doğa üretme hedefinden bağımsız düşünülemez. Sonuç olarak modern dünyada ütopik metinlerin ideolojiyle mündemiç olduğu, statik olanı aşma ve reddetme arzusunu ideolojik bir amaç dâhilinde taşıdığı söylenmektedir.
Yazar, Türk okuru için ütopyanın tarihsel gelişimini, ütopya kavramının doğuşunu, ütopik bilincin felsefî mahiyetini ve modern dünyanın baskın özellikleriyle arasındaki illiyeti, felsefî ve siyasal zeminden hareketle ele alan bir başvuru kaynağı kaleme almış, ideal toplum tasavvuru ihtiva eden geleneksel siyaset metinleriyle modern ütopyacılık arasındaki farkı anlamayı temin edecek temelli bir metodolojiye çerçeve kazandırmıştır.