‘Yaprağın sahip olduğu sağlığa imrendim’

Büyük ses getiren Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminin yönetmeni Ahmet Uluçay’ın tuttuğu günlükler kitap haline getirildi. Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi? adıyla yayımlanan kitapta hem acı dolu bir hayatın izleri hem de büyük bir tutkunun yeşerttiği dünya var.

13 Eylül 2018 Perşembe 07:00
Kitap Haberleri

MELEK GEDİK


Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Ahmet Uluçay’ın ilk ve tek uzun metrajlı filmi. İçinde kocaman bir sinema tutkusunu barındıran bu film, çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül aldı. İki çocuğun sinema aşkının anlatıldığı film aslında biraz da Uluçay’ın kendi hayat hikâyesi. Uluçay, vefat ettiği 2009’a kadar doğup büyüdüğü Kütahya’nın Tepecik köyünde yaşadı. Sinemaya olan tutkusu da burada başladı; Tepecik’te gezici film ekibiyle tanıştı. Bu tanışıklık zamanla bir hayale, umuda ve tutkuya dönüştü. Çocukluk hayalini gerçekleştirmek için arkadaşlarıyla ‘Tepecik Köyü Arkadaş Sinema Grubu’nu bile kurdu. Fakat maddi yetersizlikler yüzünden hiçbir zaman istediği koşullarda bir film çekemedi ya da hayatını sadece film çekerek idame ettiremedi. Bu nedenle Uluçay, yıllarca hem kamyon şoförlüğü hem de taş döşemeciliği yaptı. Yine de sinemayı unutmayan Uluçay, çektiği kısa filmlerle 90’lı yıllarda tanınmaya başladı. En büyük çıkışını ise 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yaptı. Karpuz Kabuğunda Gemiler Yapmak filmi ile ‘en iyi film ödülü›nü alan Uluçay, törende yaptığı konuşma ile de geceye damga vurdu. Aldığı ödülü eşine ithaf eden Uluçay “Bu filmi eşim Ayşe’ye adadım ve ödülü onun adına alıyorum. Sinema yapmak için onu buradaki birçok insanın tanımadığı bir yoksulluğun içine ittim. Büyük yönetmen o.” İşte bu duygu dolu mesajın sahibi Ahmet Uluçay’ın tuttuğu günlükler Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi? adıyla kitap haline getirildi. 
 
YARIM GÜNÜME DAYANABİLİR Mİ?
 
Küre Yayınları’ndan çıkan kitap iki bölümden oluşuyor. Kitabın ilk bölümünde Uluçay’ın kendi ifadesiyle ‘bilgisayarda yazmanın kolaylığı’ sebebiyle 2000-2002 yılları arasında kaleme aldığı notlar var. Bu bölümün başlığı ‘Şikâyetname-Kuzeye bakan pencere’ olarak adlandırılmış. İkinci bölüm de ise Uluçay’ın hastanede yazdığı kısa notlar ile kendisini ziyaret edenlerin mesajları söz konusu. 2004-2006 yıllarını anlatan bu bölüme de ‘Hastane Günlükleri-Şimdi kuşun kanatları kırık’ adı verilmiş. Altı yıl boyunca yaşadıklarını gün gün not eden Uluçay, günlüğünde öyle kelimeler, öyle cümleler kurar ki kitabın sonunda; okuyucu, kitabın adı olan o veciz cümleyi sarf eder: Sinema için bunca acıya değer mi?... Yaşadığı yoksulluğu, kendi tabiriyle ailesine yaşattığı acıları, babası ve amcaları tarafından nasıl hor görüldüğünü, bir film uğruna gidip geldiği yolları, kendisine verilip ama tutulamayan sözleri, bir türlü sindiremediği sinema piyasasını, beyin tümörü olduktan sonra rüya ile gerçeklik arasında kaybolduğu vakitleri ve tabii ki yaşadığı memlekete dair gözlemlerini saf, yalın ve incelikli bir dille aktarır. Örneğin sık sık nöbet buhranları geçirdiğini yazan Uluçay, 6 Haziran 2000 yılında şöyle bir not düşer: “Benim hayatım beni bir cinnete sürüklemek için dizayn edilmiş. Nuri Bilge benim hep şikâyet ettiğimi söylüyor. Benim bir günlük yaşamımı öğleye kadar götürebilecek mi bakalım?” Uluçay’ın cinnet olarak tanımladığı hayatı özellikle geçirdiği nöbetlerle doruğa ulaşır. Hastalığı günlük yaşamını o kadar etkiler ki Kütahya’dan İstanbul’a ya da Ankara’ya yaptığı yolculuklar zamanla onun için zül sayılır: “Beni araba tutmaya başladı. Ben ki, hayatımın 20 yılından fazlası yollarda geçmiş bir kamyon şoförüyüm... Araba tutması, kullandığım ilaçlardan olsa gerek.» 
 
VARLIK VE DİL
 
Uluçay, güncesinde sık sık insanlar tarafından anlaşılamadığını, sürekli yoksullukla mücadele ettiğini de dile getirir hatta yaşadığı hazin bir olayı şu sözlerle anlatır: “Ben en temel ihtiyaçlarımı dert ederken (ilaç, doktor, karın doyurmak gibi) dün bir arkadaş mutfağının mobilyasını düşünüyordu. “Kiraz rengi ağaç mı, vişne rengi ağaç mı?” Ve ben, içinde bulunduğum bu ruh haliyle neden bunları işitmek zorunda kalıyorum? Varlık, sahip olanda çok çirkin (kendisinin farkında olmadığı) bir dil geliştiriyor.” Çoğu insanın fark edemediği bu dili deşifre eden Uluçay, büyük bir yakarışla anlatır derdini güncesine: “Allah’ım ben senden yalnızca sağlık istiyorum. Ün, para kimin olursa olsun. Bahçede vişne ağacından bir yaprak kopardım ve bir süre yaprağa baktım. Yaprağın sahip olduğu sağlığa imrendim. Milyonlarca, milyarlarca yaprağa aynı sağlığı veren Allah’ım, benden de esirgeme ne olur!” Bir yaprağın sahip olduğu sağlığa imrenen Uluçay’ın dünyasını anlamak isteyenler için Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi? okunması ve idrak edilmesi gereken çok kıymetli bir çalışma.