MEHMET HAKAN KEKEÇ
Osman Gazi’nin Bursa ile birlikte ‘kızıl elma’sı olan İznik’i görmek için Sakarya’dan yola çıktım (Neden Sakarya, söyleyeceğim). İznik hem Osmanlı’nın –hâlâ karanlıkta olan- kuruluş dönemini anlamak adına önem taşıdığından; hem de Roma ile geç Roma’nın (yani Bizans’ın) burayı kilit bir yer olarak konumlandırmasından ve tabii yalnızca bir bölümü bugüne kalabilmiş mühim mimari eserlerinden dolayı şöyle bir dolanmak istediğim bir yerdi.
Kayı gazilerinin ‘kızılelma’sı olan ve Söğüt ahalisinin kaderine direkt etki eden İznik, Hristiyan Roma’nın temellerinin atıldığı merkezlerden biri aynı zamanda. Hatta Bizans’ın ilk imparatoru Konstantin’in 4. yüzyılda ilk Ekümenik Konsili burada gerçekleştirdiğini göz önüne alırsak, Hristiyanlık İznik’te kurumsallaştı diyebiliriz. Bu din, Roma’nın Pagan döneminde de Antakya, Efes’te ve İzmit’te olduğu gibi İznik’te de bir yeraltı organizasyonu şeklinde görülüyordu. Roma’nın Bithinya (Doğu Marmara) valisi Genç Plinius’un 2. yüzyılın ilk çeyreğinde İmparatora yazılmış mektuplarında döneme ait tespitleri mevcut.
1075’te İznik, Helen ve Roma hâkimiyetlerinin ardından Kutalmışoğlu Süleyman Şah önderliğinde Selçukluların Anadolu’daki ilk başkenti oluyor. Böylesine önemli bir kentin Malazgirt sonrası Türklerin eline geçmesi Batı’yı dehşete düşürüyor ve Fatımilerin elindeki Kudüs ile birlikte ele geçirilmesi için 1. Haçlı Seferi organize ediliyor. Sloganları ise “Reconqista”, yani yeniden doğuş. Kent,13. yüzyılda ise Kostantiniye’yi işgal eden 4. Haçlı istilasından kaçan Bizanslılar için sığınak ve toparlanmanın merkezi görevini görüyor. Tarihin tekerrürü: Burası 3. yüzyılda Severus’a karşı taht mücadelesi veren Niger ile adamlarının sığındığı ve yok edildiği yer olmuştu.
ROMA YOLUNUN MERKEZİYDİ
Yazının başında Sakarya’dan yola çıktım, dedim. Aslında İstanbul’dan demeliydim. Doğrusu, istikameti Sakarya üzerinden belirledim. İstanbul’dan İznik’e bu ikinci yol üzerinden gitmek pek de akla uygun düşmüyor, biliyorum. Fakat Sakarya Irmağı kenarından geçen bu yol (Geyve, Pamukova ve Mekece sapağından İznik) Osman Gazi’nin ve nökerlerinin kuruluş döneminde at koşturduğu bölgeleri görme şansı veriyor. İznik, Doğu’ya sefere giden Roma ve Bizans ordusunun muhakkak uğradığı bir merkezdi. Roma yolu buradan geçiyor, ardından Söğüt ve Sakarya Irmağı boyunca Eskişehir platosunu takip ediyordu. Yani Frigya Yolu. Bizans döneminde bu yolun kuzeye, Sakarya’ya doğru uzatıldığı da görülüyor. Yani Osman Gazi, merkezinin Söğüt’te olmasının ‘lojistik’ avantajlarını görüyor, bunu da olabildiğince iyi değerlendiriyordu. Söğüt, Sakarya ve İznik arası hızlı hareket edebiliyor, ordusunun ihtiyaçlarını vakit kaybetmeden temin edebiliyordu.
İznik’te zenginlik göstergesi olarak eski çağlara ait çok fazla sikke bulunduğu söylenir. Bu sikkelerde de ne İznik gölü ne de Marmara… Yalnızca Sakarya Irmağı’nın sembolü bulunuyor. Prof. Semavi Eyice, ırmağın sikkelerde sembol olarak yer almasının, Karadeniz’e yönelen ticari gemilerin İstanbul Boğazı’nı değil, göl ve ırmağı kullandığının ispatı olduğunu yazıyor. Zannediyorum, kentin ve Bithinya çevresinin tarihte ‘maneviyat’ dışındaki önemi de biraz anlaşılmıştır.
Osmanlı’nın kurucusu, Osman Gazi, Bursa ve İznik’i güçlü hisarları nedeniyle 30 yıla varan muhasara yoluyla aldı. Bursa ve İznik muhasarasını güçlendirmek için de 1299’tan itibaren Bilecik’ten başlayarak Güney Sakarya ve İzmit’e kadar Bizans tekfurluklarını -Harmankaya’nın mühtedi (Müslüman olmuş) tekfuru Mikael Kosses (Köse Mihal) kılavuzluğunda-ortadan kaldırmaya başladı. Fakat Sakarya’ya uzanan ilk seferi, Kütahya’da bulunan Çavdar Tatarlarının (bunlar Müslüman olmuş Moğollardır) Söğüt’ün güneyine yaptıkları baskın nedeniyle yarım kaldı. Yarım kalan seferi bir yıl sonra -1305’te- Orhan Gazi tamamladı. İşbu Güney Sakarya üzerinden İznik’e gitmek, Geyve ve çevresini, İznik’in doğusunda bulunan Orhan Gazi’nin aldığı Karatekin’i ve istikameti daha da uzatırsanız az güneydeki ilk havale kulesinin yapıldığı Dırazali’yi görebilmenin de tek yolu.
"Kuruluş döneminde İznik kenti Bursa ile beraber Osman Gazi ve nökerleri için ‘kızılelma’ydı. Muhasaraları Osman Gazi başlatsa da iki kentin de Bizans tekfurlarından kayılara geçmesi Orhan Gazi döneminde oldu."
Tarihi Ayasofya Cami’nin girişine cam kapı, pencerelerine buzlu cam takıldı.
OSMANLIYA KARİZMA KATTI
İznik yaklaşık 30 yıl Osmanlıların muhasarası altında kaldı. Bizans merkezi yönetimi gelişmeleri uzaktan seyretmedi elbette. İlki 1302, ikincisi 1329 olmak üzere İmparatorlar Osmanlıların üzerine iki defa kuvvet yolladı. Ama önce Osman Gazi Bafeus’ta (Yalova), sonra da Orhan Gazi Pelekanon’da (Eskihisar) Bizans kuvvetlerini dağıttı. Tarihçiler bu iki savaşın –imparatorluk kuvvetlerine karşı kazanıldığı için- Osmanlılara ‘karizma’ kazandırdığını ve Anadolu içlerindeki gazilerin bölgeye aktığını yazar. Çevre tekfurların ve yolların kontrol altına alınıp merkezi yönetim tehdidi de ortadan kaldırıldıktan sonra; geriye kent yöneticilerinin muhasaranın etkileri nedeniyle (açlık) pes etmesi kalıyordu. Aşıkpaşazade’ye göre durumları öyle kötüleşmişti ki gölde balık bile avlayamıyorlardı. Beklenen gelişme 1330’da yaşandı. Osman Gazi’nin ilk ‘kızılelma’sı Bursa’nın ardından İznik de artık oğlu Orhan’ın hâkimiyetindeydi.
İznik’in hâlâ ayakta olan ve Helen döneminden kalan sikkelere bakılırsa Roma öncesinde yapılmış surlarındört kapısı var: Yenişehir, İstanbul, Lefke ve Göl Kapı. Orhan Gazi, teslim olan şehre, şimdi kısmen okunabilen kitabesinde İmparatorların övüldüğü Yenişehir Kapısı’ndan girdi. Tekfura ise İstanbul Kapısı’ndan ailesiyle birlikte Kostantiniye’ye gitme şansı verildi. İlk iş, İznik Ayasofya’sı camiye dönüştürüldü. İznik Medresesi kuruldu, ki burası aslında bir manastırdı. Davud el-Kayserî şu an yeri tam olarak bilinmeyen ama Ayasofya’nın yakınında olduğu tahmin edilen bu medresede ders verdi. Osmanlı’nın ayakta kalmış en eski eseri buradadır: Hacı Özbek Camii (1333). Çandarlı Kara Halil ile başlayan Çandarlı soyu ilk eserini burada veriyor: Yeşil Camii (1387). Bu yapı, Osmanlıların hangi geleneğe yaslandığının da cevabını taşır: “Yeşil’in çinili minaresi Orta Asya’dan beri Türkler ile Batı’ya doğru gelen Selçuklu minare geleneğini ilk dönem Osmanlı sanatında sürdüren çok güzel bir örnektir” der Semavi Eyice.
İznik Osmanlıların kontrolüne geçtikten sonra bölgeye gelen seyyah İbn Battuta, İznik’teki gözlemlerinde klasik dönemde kadının yeri ile ilgili önemli ipuçları verir. Seyyah, Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun’un şehir ahalisine hükümdarlık eden erdemli bir kadın olduğunu söylüyor.
Bizans’ın ilk imparatoru Konstantin’in 1. İznik Konsili’ni düzenlediği kilisenin kalıntıları çok yakın bir tarihte sular altında bulundu.
İznik’teki birçok tarihi eser ve müzenin kapıları ziyaretçilerine kapalı... 2 bin yıllık Antik Roma Tiyatrosu’nun girişinde köpek olmamasına rağmen ‘Dikkat! köpek var’ yazısı gözlerden kaçmıyor.
TURİSTLERE KAPALI ŞEHİR
Bütün beklentilerime rağmen İznik seyahatimin iyi geçmediğini söylemek zorundayım. Hatta bu yazının temel motivasyonu budur. Ajanslara düşen “İznik’de turistik yerler hep kapalı” gerçeğini bire bir yaşadım. Bakımsızlık insanı şaşırtacak derecedeydi. Bir yerde içeri girilmemesi için “Dikkat köpek var” tabelası yer alıyor. Sakinlerinin söylediğine göre kentte yer alan Antik Tiyatro’da 30 yıldır çalışma yapılıyor ve nedense bitmiyor (Çok ilginç, Roma valisi de aynı durumdan şikayet ediyordu). Surlarda her bir köşede sprey yazıları dikkat çekiyor. Ayasofya’ya girecek olursanız tuhaf bir cam kapıdan geçiyorsunuz. Şehrin biraz dışındaki Bithinya Kral lahti paramparça duruyor. Şehrin ağırlığına uygun ciddiyette bir yönetim olmadığını derhal idrak ediyorsunuz. Sur içinde kazılsa dünyalar çıkacak bölgelerde gelişigüzel, hiçbir çizgisi olmayan konutlar var. Haşmet Babaoğlu’nun söylediği ile noktalamak istiyorum: İznik’e İznik’i göremediğim için gitmeyi bıraktım.