
Herkes bir “şeyci” olmaya can atar, doğudan-batıdan bazı ülkelere hayranlık beslerken Halit ağabey hep “yerli” olmayı, “ulusal / milli” olmayı söyledi bu ülkeye! Halit ağabeyin sinema anlayışına baktığımızda, sloganlarla ve şekilciliklerle hiç işinin olmadığını görürüz. Sinemada mutlak surette söylenecek bir sözün, fikrin olması gerektiğini öğütleyen ve bu doğrultuda estetik filmler çekmeye gayret eden ilk sinemacımızdır. Yerli kültürden nasıl istifade edilip, perdeye nasıl aksettirilebileceğine kafa yordu. 27 Mayıs’ın öncesi ve sonrasında herkes güne uygun görüntüler vermeye çalışırken, Halit usta başta Kemal Tahir olmak üzere döneminin fikir insanlarının neler söyledikleri üzerine kafa yormakta, filmlerini o sancılarla çekmektedir. Halit ağabeyimin “Ulusal Sinema”, Yücel Çakmaklı’nın “Milli Sinema” anlayışlarının temellerini ve taşıdıkları fikrî sancıları daha o günlerde sloganlara, şekilciliklere hatta meydanlardaki sağlı-sollu sıkılı yumruklara tercih edenler bugünün sorumlularıdır.
Eğer; “Ulusal/milli” zenginliğinin köklerini doğru anlarsak görürüz ki slogancılıkla, şekilcilikle hiç ilişkisi yoktur. Bu inceliği çözdüğümüzde, “yerli ve milli kültüre” bugün neden ihtiyacımız olduğunu da doğru anlayabiliriz. Halit ağabeyi birkaç cümleyle özetlemek gerçekten çok zor. Tamamen yerli ve kültür temelli olmak üzere bu toprakların sanatçısıydı. “Dost” kavramının içini dolduranlardandı. Bu toprakların tasavvuf kültürüne, müziğinin tüm seslerine, geleneksel sanatlarından soyut resmine hatta mimarisine vâkıftı ve bu bilgi hazinesinden yaptığı estetik karmayla yerli kültürün zenginleşmesinin, yayılmasının kavgasını verdi. “Ulusal Sinema Kavgası”nı okumadan, Yorgun Savaşçı mücadelesini incelemeden Halit ağabeyin onurlu duruşunu anlamak zordur. Dünyanın en önemli üniversitelerinden gelen tekliflere kulaklarını tıkayıp ülkesinde kalmayı tercih etmiştir. Sadece kültür dünyamızdan değil her kesimden insanımızın Halit ağabeyi yakından tanımaya ihtiyacı vardır. Özellikle Tek Umut Türkiye kitabını okuduğumuzda, günümüze ne kadar çok öngörüde bulunduğunu görebiliriz. Halit ağabeyin tarifi filmleri, kitapları, söyleşilerindedir.
ALİ SAYDAM: DÜŞÜNCE ADAMLIĞI SİNEMACILIĞININ ÇOK ÖNÜNDEDİR
80’lerin başında tanıştık Halit Refiğ ile. Bravo dergisinin sinema sayfası için köşe yazarı ararken Erman Şener bana Halit Refiğ’i tavsiye etti. Ben de telefonunu buldum. Aradım, yazamam dedi, sonra tekrar aradım yine kabul etmedi. Evine gittim. Yalvardım. Kapısında yattım ve ikna ettim. Daha sonra beraber NPQ adında siyasi içerikli bir dergi çıkardık. Derginin fikir babalarından biriydi. Kendisi daha çok sinemacı olarak bilinse de hatta kendisi “Ben sinemacıyım” dese de bence o bir fikir, düşünce adamıydı. Tek Umut Türkiye kitabı aslında bugünü Halit Refiğ’in yıllar önce gördüğünü gösteriyor. Düşünce adamlığı sinemacılığının bence çok önündedir. Benim düşünce dünyamın oluşmasında etkileri çok büyüktür. Kendisinin o milli duruşu ve görüşünü hayranlıkla izlerdim. Ölene kadar hep beraberdik. Sapanca’daki Mahmudiye köyünde birbirimize yakın evlerde otururduk. Her haftasonu buluşur yürüyüşler yapar, sohbet ederdik. Sinemaya katkıları önemlidir. Ancak onun Ulusal Sinema anlayışının bugün bile tam olarak anlaşıldığını düşünmüyorum. Halit Refiğ’i anlamak için sadece filmlerini izlemek yetmez aynı zamanda kitaplarını, yazılarını okumak, Kemal Tahir’i bilmek lâzım. Filmlerinde onun düşünce dünyasının sadece kırıntılarını bulabilirsiniz. En sevdiğim filmi Kemal Tahir’den de bahsettiği Karılar Koğuşu’dur. Bana göre başyapıtı Aşk-ı Memnu’dur. Kendisi en çok Köpekler Adası filmini severdi. Bu film onun bireysel dünyasının yansıması idi. Doğa ve hayvan sevgisi çok fazlaydı. Milli kültür politikamıza büyük katkıları oldu. Onun bize bıraktığı kültürel değerlere sahip çıkmamız gerekiyor.
ASLA PARA VE ÖDÜL KONUŞMAZDI
Halit Refiğ aynı zamanda ilk TV dizilerini çeken isimlerden biriydi. İlk TV dizisi Aşk-ı Memnu’yu TRT için çekmişti. Türk sinemasına ve TV dizi sektörüne birçok eser bırakan Refiğ’in çekemediği senaryoları da hâlâ çekmecede duruyor. Bunun nedenini Gülper Refiğ şöyle anlatıyor: Bu senaryoların geneli yurtdışından, devlet kurumlarından veya özel kurumlardan sipariş edildi. Hollywood teklifini senaryosuna karıştıkları için kendisi reddetti. Devletten veya özel sektörden gelen talepler üstüne yazdığı senaryolar genellikle Halit’in para işlerini konuşmaktan duyduğu tiksinti sebebiyle yapmadı.
Aynı zamanda bir fikir ve düşünce adamı olan Halit Refiğ, toplumla bağ kurmak için film sektörüne giriyor. Onun düşünceleri de filmleri gibi göz ardı ediliyor. Eşinin düşüncelerini önemseyen Oğuz Atay, Metin Erksan, Ali Saydam ve Abdurrahman Şen gibi istisnalar dışında daha çok batılı düşünürler olduğunu söyleyen Gülper Refiğ sözlerini şöyle sürdürüyor: Onlar bizim aydınların aksine Halit’in Batı konusundaki gözlemlerinde ne kadar haklı olduğunu anlayabiliyorlardı. Bu dostlarından biri de Amerikalı tarih ve gelecek-sosyolojisi uzmanı Prof. Rogers Hollingsworth idi. Hollingsworth, kardeşim diye hitap ettiği Halit’e, “Dünyanın geleceği için Batı dışı yeni bir görüş ortaya çıkarmak üzere dünyanın büyük namuslu beyinlerinin bir araya geleceği bir düşünce fırtınası enstitüsü kurulması ve bunun da Halit Refiğ’in yaşadığı şehirde gerçekleşmesi gerektiği” fikrini açmıştı. Ama bu düşünce hayata geçmedi. Ancak bugün insanlığın geleceği için Anadolu’nun odak alındığı yeni bir dünya görüşüne her zamankinden çok ihtiyaç duyulduğuna inanıyorum.
Ödüllere asla inanmaz sadece yaptığı işin toplumda nasıl karşılık bulduğuna bakardı. İlk ödülünü, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde almaya gittiğinde festival organizasyonunu gayri ciddilikle suçlayarak eleştirdiğini anlatan Gülper Refiğ, “Hanım filminin Bastia’da ödül alması başlı başına bir film konusuydu. Katılacak Türk filmi daha önceden Fransız Kültür Bakanlığı’nca ayarlanıp festivale yollanmış ama festival jürisinde yer alan Prof. Sami Şekeroğlu ve MSGSÜ rektörü Gündüz Gökçe doğru dürüst bir örnek olsun diye Hanım’ı seçmişlerdi. Yani festivalde Türkiye’yi temsilen iki film vardı. Seyirciler ve basın Hanım filmine aşırı ilgi gösterince festival jürisi zor durumda kalmış ve sırf Hanım için en iyi kadın oyuncu ödülü koyarak seyircinin reaksiyonunu önlemişler. Asıl ödül alan Türk filmi yuhalanırken Hanım’ın ödülü açıklandığında salondaki seyirciler ayağa fırlamış.” şeklinde konuşuyor.
TEK DERDİ TÜRK KÜLTÜRÜNÜ YAŞATMAKTI
“Halit, alçakgönüllü, hilesiz ve dürüsttü. İki odalı sadeden çok yoksulluk tanımına uyan kiralık dairesinde rastladığım kültür birikimi o güne kadar görmediğim bir derinlik barındırıyordu. Onu, herkes gibi hayatın kendisine sunacağı avantajların peşinden koşmak yerine, şöhreti elinin tersiyle itip, ülkesi için verdiği savaşta tek başına da kalsa, maddi, manevi acılar da çekse ilkelerinden asla taviz vermeyen, cesur duruşunu tanıdıktan sonra sevdim” diyen Gülper Refiğ, onun davasının bir parçası olmanın kendisi için büyük bir tecrübe olduğunu anlatıyor. Halit Refiğ’in inandığı ulusal sinema anlayışı için yıllarca mücadele ettiğinden söz eden Gülper Refiğ, eşini hayranlıkla anlatıyor. Bugün çoğumuzun aklına Halit Refiğ denilince Ulusal Sinema akımı geliyor olsa gerek. Bu uğurda dışlanan, senaryosu yakılan Refiğ’in yaşadıklarını Gülper Refiğ’den öğreniyoruz. Ulusal Sinema akımı ülküsünün Yorgun Savaşçı’nın negatifleri ile birlikte fırında yakılması ile sona erdirildiğini söyleyen Gülper Refiğ, “Devlet kendi yaptırdığı sekiz saatlik Milli Mücadele Destanı’nı, kendisi yaktı. O günden sonra zaten ülke, toplum, manevi değerler gibi kavramlar Türk sinemasından tamamen ayıklandı. Bugün çoğu genç sinemacının amacı festivallerden ödül almak. Seyirci, gelsin gelmesin kimsenin umurunda bile değil. Bunlara rağmen hâlâ güzel işler yapanlar da var tabi. Benim gördüğüm kadar; Ayla ve Kelebekler filmi son yılların umut verici Türk sineması örneklerinden” şeklinde konuşuyor.