FADİME ÖZKAN
31 Mart yerel seçimlerine sadece bir hafta kaldı. Ne dersiniz seçim bitti mi? Partiler adaylar anlatacaklarını anlattılar ve kararsızlar dahil seçmen de kararını netleştirdi mi?
Somut koşulların karşılanması bakımından tamamlanmış süreçler var. Fakat seçim sonuçlarına etki edebilecek unsurların yolculuğu devam ediyor. Bu yüzden bitti demek için çok erken. Süleyman Demirel’in “Siyasette bazen 24 saat bile uzundur” cümlesini hep hatırlamak lazım. Kararsız seçmenin oy verme davranışına bakıldığında önceki seçimlerle benzer tonlar taşıdığı görülüyor. Seçimden bir ay önce yapılan araştırmalarda yüzde 20-30’larda çıkan kararsız seçmen oranı kademeli bir şekilde düşer. Nitekim şu anda da bu davranış biçimi kendini tekrarlıyor. Oran yüzde 10’un altına düşmüş gibi. Muhtemelen yeni araştırmalar açıklanınca daha düşük rakamlar çıkacaktır.
Fakat bu seçimde kararsızlar konusunda bir değişiklik görülüyor. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı blokları arasında çok istisnai durumlar hariç bir oy geçişi yok. Bu yüzden kararsızlar daha çok kendi partileri veya ittifakları bağlamında ortaya çıkmış. Daha önce oy verdikleri partileri tarafından ikna edilmek istiyorlar. Kapılarının çalınmasını, ellerinin sıkılmasını istiyorlar. Bu konuda beklenti içindeler. Nitekim kampanya sürecinde bir kısmı ikna oldu. Yani son bir hafta içinde de diğer kısmı ikna edilebilir.
Bir önceki yerel seçim sürecinde terör örgütleri gemi azıya almıştı. Ölümlü terör eylemleri, PKK’nın adaylara, partilere fiziki saldırıları, seçmene tehditleri, FETÖ terör örgütünün 17-25 Aralık saldırısı ve devam eden operasyonları/manipülasyonları vardı. 2019 baharında nasıl bir seçim süreci yaşadık?
Demokratik koşullar ve hukuki çerçeve bakımından standartlar çok pozitif. Kamusal zeminde seçim kampanyaları rahatlıkla yapılabiliyor. Adaylar kendi siyasi söylemlerini topluma benimsetmek için gerek medyada gerekse çarşıda-pazarda dolaşıyor. Kuşkusuz bunun sağlanabilmesinde Başkan Erdoğan liderliğinde terör örgütlerine karşı yapılan mücadelenin ve ödenen bedellerin etkisi büyük. Yani PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerinin doğrudan tehdit ve şantaj imkanları elinden alınmış durumda. Bununla birlikte gerek sempatizanları aracılığıyla gerekse sosyal medya aracılığıyla çaba içinde oldukları söylenebilir. Mesela PKK’nın Kandil’deki elebaşları ve FETÖ’nün yurtdışına kaçmış isimleri Cumhur İttifakı’nın karşısındaki adayların desteklenmesi yönünde açıklama yapıyorlar. Bu mesajlar hem sosyal medya aracılığıyla ulaşıyor hem de sempatizanlar tarafından belirli çevreleri etkilemek için kullanılabiliyor.
Eylem değilse de söylem düzeyinde sert bir hava yok mu? Yoksa makul mü bu durum, olasılıklar gelişmeler düşünüldüğünde?
Bunu da seçim süreçlerinin özelliği olarak görmek gerekir. Partiler ve adaylar bir yarış içindeler. Bu yarışta kazananın ve kaybedenin belirlendiği son aşamanın öncesindeyiz. Köprüden önceki son çıkış. Herkes elindeki bütün kozları oynamak istiyor. Böylece katlanarak artan bir sertlik var. Haliyle gerilim oluyor. Şiddete dönüşmediği sürece demokratik seçim süreçlerinde söylemsel gerilimin varlığı olağan bir durum.
İttifaklar hangi söylemi benimsedi? Sürekli bir “gerilimi tırmandırdı” ithamı var. Süreç içindeki gerilim kimden kaynaklanıyor?
Şimdi tabloya baktığımızda seçim yarışının partiler bazında AK Parti ve CHP arasında, ittifaklar nezdinde ise Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında geçtiği görülüyor. MHP, AK Parti’nin yanında. İyi Parti de CHP’nin yanında saf tutmuş. Kuşkusuz diğer partiler de sürecin içinde. Burada gerilim veya kutuplaşma hikâyesine geçmeden önce iki durumu somutlaştırmak lazım. Birincisi Cumhur İttifakı kampanyasında ana tema olarak “Türkiye’nin Bekası” vurgusunu kullanıyor. AK Parti bu vurguya ek olarak “Memleket işi gönül işi” sloganını ve türevlerini kullanıyor.
Millet İttifakı ise beka söylemine karşıt olarak ana tema olarak “ekonomiyi” öncelemiş. Seçimin beka ile ilgisi olmadığını sık sık tekrarlıyor. İttifakın büyük ortağı CHP slogan olarak “derman belediyeciliği ve Mart’ın sonu bahar” sloganlarını kullanıyor.
Kampanya süreci boyu en çok “beka” konusu tartışıldı, tehdit var-yok bağlamında. “Beka” derken ne demek isteniyor?
Doğal olarak iki söylemin odağı birbirinden çok farklı ve bu konuşmalara yansıyor. Cumhur İttifakı “beka” derken bunun arkasını genel olarak şu bağlamdaki bir içerikle dolduruyor. 15 Temmuz darbe girişiminde yaşanan içerden işgal girişiminin püskürtülmesi hem darbeciler tarafından hem de onları maşa olarak kullanan küresel emperyalizm tarafından unutulmuş değil. Erdoğan’ı zayıflatacak bir fırsat bekliyorlar. İlk fırsatta farklı bir hamle ile Türkiye’ye çöreklenebilirler. Yerel seçimi dikkatle takip ettikleri aşikar. FETÖ de dört gözle böyle bir sonuç bekliyor.
İkincisi mevcut küresel düzlemde Türkiye tüm engellemelere ve kuşatmalara rağmen önemli adımlar attı. Savunma Sanayi alanı en başta geliyor. Rusya’dan S-400 füze sistemlerinin satın alınması, nükleer enerji santrallerinin yapılması, savaş uçağı gemisi inşası vb. büyük projeler tamamlandığında Türkiye gerçek anlamda daha bağımsız bir ülke olacak. Bunlara savaş uçağı ve yerli helikopter ile tank motorlarının üretilmesi konusunda kat edilen mesafeyi de ekleyelim. Öte taraftan terör örgütleri FETÖ, DEAŞ, PKK ve PYD güçlenen Türkiye’yi tökezletme peşinde. Bu örgütlerin hepsi de Erdoğan’ın temsil ettiği siyasi otoritenin zayıflamasını iple çekiyor. Bu yüzden de ellerinden geldiğince muhalefete kazandırmanın çabası içindeler. Bunu da gizlemiyorlar.
Bence Beka söyleminin arkasındaki bir başka gerekçe doğrudan İslam coğrafyasıyla ilgilidir. Bugün nerede bir Müslümanın canı yansa, kıtlıkla karşı karşıya klasa, toprağı işgal edilse veya zulme uğrasa ister istemez yüzü Türkiye’ye dönüyor. Yardım bekliyorlar. Çünkü vicdanı olan başka bir ülke yok. Türkiye elinden geldiğince yardım elini uzatıyor. İşte Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak resmen tanınmasına diplomatik yollarla en iyi cevabı Türkiye verebildi. Yeni Zelanda’daki saldırının kınanması için İslam İşbirliği Teşkilatı Türkiye öncülüğünde toplandı. Bir öncülük pozisyonu var.
Türkiye istese de istemese de Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin mirasını taşımasından dolayı sorumlulukları var. Tarihin bir cilvesi bu. Mesela Yeni Zelanda’da camiye saldırarak 50 Müslümanı öldüren teröristin yayınladığı bildiri doğrudan Türkiye’nin bekasını ve Başkan Erdoğan’ı hedef alıyor. İstanbul’daki camileri yıkacağız diyor terörist. Ayasofya’yı kiliseye dönüştüreceğiz. Haritaya bakıldığında Yeni Zelanda neresi, Türkiye neresi diye düşünüyor, ne alaka diyor insan. Ama biz demiyoruz bu bir haçlı ruhu. Rahmetli Halil İnalcık’ın “Batı İstanbul’un fethini hiçbir zaman unutmadı” cümlesini unutmamak gerekir. Bu türden yaklaşımların Türk ve İslam düşmanlığı bağlamında batıda yoğunlaştığı bir düzlemde Türkiye için beka vurgusu oldukça yerindedir. Düşünsenize ABD, Türkiye’nin S-400 füze sistemlerini satın alma çabasına “ulusal güvenliğimize bir tehdit” ifadeleriyle itiraz edebiliyor. Böyle bir mantık olabilir mi? Amerika neresi, Türkiye nerde?
Dolayısıyla Cumhur İttifakı gelinen bu aşamada ortaya çıkabilecek siyasi bir zayıflamayı ve istikrarda oluşabilecek kırılganlığı Türkiye’nin bekası ile eşdeğer görüyor. Doğrusu da bu.
Millet İttifakı “ekonomi” konusunu öne çıkartıyor ama karşı ittifakın partileri arasında da söylem birliği oluştu mu, tam olarak neyi savunuyorlar kampanyada?
Millet İttifakı farklı bir söyleme sahip. Beka söylemini reddediyorlar. Ana tema olarak ekonomik sorunlar üzerine bir kampanya kurmuş durumdalar. Süreç içerisinde terör örgütlerinden ve HDP yönetiminden yansıyan destekleri ceplerine koyup yola devam ediyorlar. Bunu bonus gibi görüyorlar. Bu noktada gelen eleştirileri ise radikal bir boyuta taşıyarak kutuplaşma veya gerilim ifadelerine “hapsetme” çabasındalar. Hâlbuki HDP kanadından başta eşbaşkanlar Sezai Temelli ve Pervin Buldan olmak üzere CHP ve Millet İttifakı ile işbirliği yapıldığı konusunda pek çok açıklama geldi. Bu açıklamalar karşısında CHP ve İyi Parti yönetimi sessiz kalarak süreci geçiştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla “HDP ile yan yanasınız, işbirliği içindesiniz” söylemlerini Millet İttifakı gerilim olarak kodlayıp gerçekliği örtmeye çalışıyor.
Diğer bir gerilim noktası ise dini değerlere yönelik aşağılama ve alaya alma konusunda ortaya çıktı. Mansur Yavaş’ın dindarlar hayvanlara daha çok eziyet eder söylemi, Dünya Kadınlar Gününde Taksim’de Ezan okunurken ıslıklı protestonun sesindeki yükselme ve Balıkesir’de bazı CHP’lilerin Ezan’ı ve Fatiha suresini alaya alacak şekildeki söyleminin medyaya yansıması tepki çekmişti. Bu türden içeriklerin Cumhur İttifakı tarafından dile getirilmesine de “kutuplaştırma” diyor Millet İttifakı. Halbuki burada kutuplaştırmayı Ezan ve dini değerler konusunda negatif bir tutum takınan çevreler yapıyor. Bu ülkede ezana saygı göstereceksin. Nokta. Çünkü bağımsızlığın sembolü ve İslam’ın nişanelerinden biri. Bu türden hor görmeler karşısında sessiz kalmak eskiden olduğu gibi yeni zayıflıkların beraberinde getirecektir.
Esasen ezana saygısızlık, “dindar ailelerin çocukları hayvanlara eziyet eder” iftirası gibi “gelişmeler” karşı ittifakın doğasına aykırı da bulunmadı aslında. İttifakların yerel seçimler için avantaj ve dezavantajını nasıl değerlendirirsiniz?
Yerel seçimler açısından bir ilk yaşanıyor. Seçmen pusulasında resmi bir ittifak görüntüsü olmadığı için de farklı bir tablo bu. Sürekli kendi partisinin amblemine oy vermeye alışık olan seçmen için yeni bir durum. Dolayısıyla seçmenin de bir miktar kafası karışık. Fakat kampanya sürecinde bu konu üzerine baya çalıştı partiler. Her iki ittifak için de geçerli.
Öte yandan Cumhur İttifakı şeffaf bir yapıya sahip. AK Parti ve MHP’den oluşuyor. 15 Temmuz ruhu üstüne kurulmuş. Taban uyumu çok net. Tavanda Erdoğan ve Bahçeli güç birliği yapmış. Tarihsel arka planı oldukça derinlere gidiyor. Türk-İslam geleneği olarak tanımlanabilecek bir havzadan besleniyor. YSK'ya teslim edilen listeye göre 44 ilde AK Parti, 7 ilde MHP'nin adayı desteklenecek. İlçelerde de buna göre dağılım yapılmış durumda. Ayrıca Büyük Birlik Partisi de 30 büyükşehirde aday çıkarmayarak Cumhur İttifakını destekleyeceğini açıkladı. Dolayısıyla seçmen muhatabının kim olduğunu ve ne söylediğini net şekilde biliyor. Kafa karışıklığı yok.
Millet İttifakı ise resmi olarak CHP ve İyi Parti’den oluşuyor. Fakat HDP büyükşehirlerde aday çıkartmayarak Cumhur İttifakı’nın karşısındaki adayı destekleyeceğini açıkladı. Bu konuda Sezai Temelli “CHP adayları seçilmişse, HDP sayesinde seçildiğini bilecek” ve Pervin Buldan “aday çıkartmadığımız her seçim bölgesinde halkımız diğer partilerin listesinden temsil ediliyor, hiç kuşkunuz olmasın” mealinde açıklamalar yaparak CHP ile ittifakı itiraf ediyor.
Bu ittifak içinde Saadet Partisi hangi konumda?
Saadet Partisi konusunda CHP genel başkanı çok iyimser ve övücü mesajlar veriyor. Üç-dört açıklamasında “işbirliğinden ve dirsek temasından” dolayı teşekkür etti SP başkanına. SP tarafından bu konuda aksine bir açıklama gelmedi. Adıyaman ve Şanlıurfa’da ise HDP, İyi Parti ve CHP Saadet Partisi adayı lehine seçimden çekildi. Bu iki ilde SP etrafında bir toplanma var. Bunun diğer illerdeki yansımasının nasıl olduğunu seçimde göreceğiz. Çünkü süreçler örtülü bir şekilde yönetiliyor. Şeffaflık yok. Kamuoyu tarafından bilinen tüm bu olgulara rağmen “ittifak yok” açıklamasını da sürdürüyor bu parti yöneticileri.
Öte yandan SP agresif bir seçim kampanyası izliyor. Hazırlanan TV ve sosyal medya reklamlarında radikal eleştirel bir dil tercih edilmiş. CHP ve HDP tarafından uzun zamandır AK Parti’ye yöneltilen “liyakat ve adalet” bağlamındaki muhalif içerik SP tarafından tekrarlanıyor. Erdoğan karşıtlığı, olabildiğince ön planda. Gerek mitinglerde, sosyal medya içeriklerinde ve gerekse televizyon programlarında aynı söylem tekrarlanıyor.
Kampanyada CHP ve HDP konusunda belirgin bir eleştirel tutum SP tarafından dile getirilmemiş. Tek rakibi AK Parti imiş gibi davranıyor SP. 24 Haziran seçimlerinde de benzer bir yöntem kullanan SP seçmen tarafından cezalandırılmıştı. Aynı bakış açısı devam ediyor. Bir sembolle özetlemek gerekirse Saadet’in Beşiktaş, Kadıköy ve Bakırköy’de sempatisi artarken aksine Fatih, Eyüp ve Bağcılar’da azalmaya devam ediyor.
31 Mart seçimlerinde hangi partinin ne kadar oy aldığını bilemeyeceğiz. Muhtemelen bundan sonra da bu böyle olacak. Ne dersiniz, ittifak partileri kaynaşıyor, birbirine iyice karışıyor mu?
Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildikten ve fiilen uygulamaya geçildikten sonra yapılan ilk yerel seçim. Partiler tüzel kişiliğini korur, fakat seçim süreçlerinde doğal olarak ikili bir yarış olacak. Sistemin oturmasından sonra seçmen tabanlarının daha fazla yakınlaşacağını ve büyük ölçüde ortak dini değerlere ve kültürel geleneğe daha pozitif bakan siyasi söylemlerin öne çıkacağı öngörülebilir. Çünkü başka türlü yüzde 50 almak veya büyükşehirlerin başkanlıklarını kazanmak uzak ihtimal.
Kampanya içeriklerine geçelim. Cumhur ittifakından başlayalım. Nasıl bir kampanya yürüttü. Sloganları, mesajları, şarkıları ve mitingleri açısından kampanyaları nasıldı?
AK Parti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde sahada. Kadın kolları, gençlik kolları ve ana kademe olarak çalışmaları yürütüyorlar. 24 Mart’ta yapılan büyük İstanbul mitingi AK Parti ve MHP uyumunu göstermesi ve geniş kesimlere sinerji ulaştırması bakımından belirleyici bir eşik oldu.
AK Parti çok boyutlu bir kampanya yürütüyor. Bir taraftan parti teşkilatlarıyla yüz yüze iletişimin tüm imkanlarını kullanıyor. Çünkü Erdoğan tarzı siyasetin kurucu dinamiğidir. Hala bunu en iyi yapan siyasetçinin de Erdoğan olduğunu ekleyelim. Yüz yüze iletişimde en kritik nokta samimiyet ve inandırıcılıktır. Rahmetli Erol Olçok Cumhurbaşkanı Erdoğan için “tüm çabamız onun sahiciliğini bozmamak üstüne kurulu” mealinde bir açıklama yapmıştı. Çünkü toplum bu yüzden Erdoğan’ı destekliyor. Erdoğan’ın partisinden istediği ve uygulattığı birinci yöntem bu.
İkincisi yoğun bir miting programı var. Erdoğan 8 Şubat’ta Sivas’ta başlattığı miting maratonunda şu ana kadar 50 ilde ve 20’ye yakın ilçede miting yaptı. Toplumla buluştu. Her miting öncesinde ve sonrasında o şehirlerde partisi lehine bir iklim oluşturdu. Tabandaki kararsızları en fazla etkileyen konulardan birisi bu mitinglerdir.
Diğer taraftan kitle iletişim araçları seçmene ulaşmak için kullanılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başta Binali Yıldırım ve Mehmet Özhaseki olmak üzere belediye başkan adayları çeşitli programlara katılarak mesajlarını topluma aktarıyor. Özel toplantılar yapılarak gençlerle buluşuluyor.
Bu aradasosyal medya da ayrı bir mecra olarak nasıl kullanılıyor artık?
Kampanyada yoğun şekilde sosyal medya ve internet mecrası kullanılıyor. Youtube’da yayınlanan kısa reklamlar, twitter ve facebook’taki sponsorlu paylaşımlar ve konuşmalardan yapılan kısa alıntılar etkileyici. Bu seçimde ilk kez bu kadar etkin kullanıldı youtube. Farklı içeriklerde hazırlanan reklamlarda kadınlar, gençler, ilk kez oy kullanacak olanlar, emekliler, öğrenciler gibi odak gruplar hedef kitle olarak seçilmiş.
Tüm bu çalışmalarda iki vurgu öne çıkmış. Birincisi yapılan hizmetler anlatılıyor. İkincisi yapılması planlanan hizmetler vaat ediliyor. Rasyonel seçmene ulaşmak öncelikli hedef gibi görünüyor. AK Parti geçmişle AK Partili yıllar arasındaki farkı anlatma konusunda baya çaba içinde. Ama siyasal iletişimde temel bir ilke olarak seçmen genel olarak geçmiş için değil gelecek için oy verir. Bu yüzden gelecek vurgusu somut adımlar üzerinden daha fazla işlenmeli.
Klasik kampanya dönemlerinde kullanılan caddelerin ve sokakların baştanbaşa parti bayraklarıyla süslenmesi ve parti araçlarından yoğun müzik dinletilmesi bu kampanya döneminde uygulanmadı. Bunda da Erdoğan öncü oldu. AK Parti’nin müzik kullanımı konusunda ciddi birikimi var. Daha önce yaptıkları ortada. Fakat 2014 yılında hazırlanan dombra şarkısı bir zirve oldu. Dilden dile dolaştı. Onu bir türlü aşamadı AK Parti. Kuşkusuz tüm süreçlerde profesyonel reklam ajanslarından destek alınıyor. Parti içinden yetkili isimler de sürecin içinde.
AK Parti 17 yıldır kesintisiz iktidarda. Girdiği her seçimde en fazla halk desteğini alan parti. Yüzde 40 ile 50 arasında değişen bir oyu var. Yaptığı kampanya aracılığıyla hangi seçmene ulaşma çabasında AK Parti?
Aslında kampanyalar genel olarak üç tür seçmene ulaşmak için yapılır. Birincisi kendi tabanını konsolide etmek, motivasyonunu artırmak için yapılır. Çünkü bu kelebek etkisiyle pozitif bir tonda etrafa yayılabilir.
İkincisi rakip seçmenin sempatisini kazanmak için yapılır. Erdoğan’ın konuşmalarına bakıldığında partililerine bu yönde pek çok mesaj verdiği görülüyor. Bize oy vermeyen seçmene de yaptıklarımızı düzgün bir dille anlatın diyor.
Üçüncüsü kararsız seçmeni ikna edebilmek için yapılır kampanyalar. Büyük ölçüde kararsızları etkileyebilen sandıkta ipi göğüslüyor. Bu seçimde partilerin kendi içinde kararsızlar ve küskünler oluştuğu için kendi küskünlerini sandığa daha fazla götürebilen ve kararsızlarını ikna edebilen partiler ön plana çıkacak.
Cumhur ittifakında kampanya boyu AK Parti ve MHP uyumu nasıldı?
Kuşkusuz kurumsal kimlikleri ve parti programları ayrı olan iki partiden bahsediyoruz. Fakat iki parti tabanı arasında zaten ciddi bir uyum vardı. Hem kültürel kodlar hem de tarih bilinci gibi konularda ortak noktalar çok fazlaydı. FETÖ tarafından yapılan 15 Temmuz darbe girişimine direniş iki tabanı daha da yakınlaştırdı. Tam bağımsız, milli ve manevi değerlerine bağlı, güçlü bir Türkiye ideali esas birleştirici unsur. Erdoğan ve Bahçeli tarafından ortaya konulan siyasi irade ile ittifak sağlam bir zeminde ilerliyor. Bu uyumu bozacak yaklaşımlar dışlanıyor. İki siyasi yapının bir arada bulunması Türkiye’nin geleceğine daha güçlü yürümesi bakımından değerli bir tablo oluşturuyor. İzmir, Ankara ve İstanbul’da yapılan ortak mitingler uzun vadede Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hafızasında iz bırakacak tonlar taşıyor.
“Memleket işi, gönül işi” sloganı ülkenin, partinin ve toplumun zamanı, hissiyatı bakımından doğru muydu?
Rahmetli Erol Olçok AK Parti’nin daha önce kullandığı “Durmak yok yola devam” sloganını kullanmaya başladıklarında çok tereddütte olduklarını, acaba nasıl karşılanacağı konusunda endişeli olduklarını açıklamıştı. Fakat sloganın Erdoğan tarafından kullanılmasından sonra çok tuttuğunu, bunun da büyük bir liderlik özelliği olduğunu ifade etmişti. Çünkü Erdoğan ile seçmeni arasında özel bir bağ var. Erdoğan’ın hitabet yeteneği ile slogan birleşince kitlelerde yankı oluşturabiliyor.
AK Parti’nin başarısının arkasında Erdoğan’ın 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanı seçildiği dönemde elde ettiği başarılar yatıyor. Bu seçimde de 94 ruhu olarak çokça zikredildi. O dönemdeki hizmet aşkıyla bu dönemin imkânları buluşturulmak isteniyor. İkisi bir araya gelince çok daha güçlü bir hizmet anlayışı ortaya çıkabilir. Bu yüzden sloganların odağında gönülle yapılan bir işin ancak düzgün yapılabileceği ve bu ruhun da AK Parti’de olduğu işleniyor.
İstanbul adayı Binali Yıldırım’ın kampanya süreci nasıl geçti sizce?
Binali Yıldırım tecrübeli ve kendini ispatlamış bir siyasetçi. Bunun avantajı var. Tam bir proje adamı. Zaten kampanya söylemini de büyük ölçüde projelerin üstüne kurmuş. Sempatik kişiliği, sağlam esprileri karşılık buluyor toplumda. “Sakin güç” benzetmesi yapılabilir Yıldırım için. İstanbul’da MHP tabanı ile de çok uyumlu bir söylem yakalamayı başarmış. Kartal’daki konuşmasında yeni yapılacak kültür merkezlerinden birine Alparslan Türkeş adını vereceklerini söylemesi çok ciddi karşılık buldu.
İstanbul’un temel ihtiyaçları denildiğinde trafik sorunu ve yeşil alanların eksikliği ilk akla gelenler. Bu yüzden AK parti sadece İstanbul için değil tüm Türkiye için seçim manifestosunda ağırlıklı olarak yeşil alan, çevre, geri dönüşüm, kent estetiği ve akıllı şehirler gibi konulara ağılık verdi. Binali yıldırım bu konularda önemli projeler açıkladı İstanbullulara. Daha önce başardıklarından dolayı toplumda bir karşılığı oluyor Yıldırım’ın söylediklerinin. Güven veriyor. Ayrıca gençlere özel bir yer ayırmış durumda. Kütüphane ve gençlik merkezleri bağlamında pek çok yeni projesi var. Sosyal medya ve televizyonlar da etkin kullanılıyor. Mesela Binali Yıldırım adına "Yavaş konuşurum, hızlı iş yaparım" başlığıyla gençlere yönelik hazırlanan reklam ve “memleketin neresi” başlıklı televizyon reklamı bu açıdan oldukça dikkat çekiciydi. Sosyal medyada yoğun şekilde takip ediliyor.
Millet İttifakı’nın İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu CHP’den farklı bir kampanya yürüttü. Nasıl buldunuz?
Ortalama bir CHP’liden farklı bir profili var İmamoğlu’nun. Bu yüzden tercih edildiği ortada. Daha fazla sağ-muhafazakâr seçmenin oyunu alabilmek için aday gösterilmiş. O da bunun bilincinde. Bu yüzden zorunlu olmadıkça CHP’li kimliği ile öne çıkmamaya gayret ediyor. CHP bağlamında kendisine yöneltilen eleştiriler konusunda bir ilgisi olmadığı veya bunların geçmişte olduğu yönünde cevaplar vererek malum CHP bagajlarından kurtulma yolunu seçmiş. Kampanya stratejisi olarak belirli odak noktaları var. Mesela bunlardan birincisi çarşı pazarda dolaşarak tanınırlığını sağlamak. Zaman zaman konu olduğu tartışmalar da bu açıdan katkı sundu İmamoğlu’na.
Sokaktaki tartışmalarda kızmamaya özen göstermesi, sürekli pozitif bir dil kullanma çabası başlangıçta olumlu bir hava oluşturmuşken sürekli aynı tavrın her durum karşısında sergilenmesi giderek yapaylık tartışmasını gündeme getirmeye başladı. Bir reklam ajansının hazırladığı ajandayı uygulayan bir model havası oluşmaya başladı İmamoğlu hakkında. Bununla birlikte ortalama bir CHP’liden daha başarılı olduğu kesin. İmamoğlu da hem televizyonlarda hem de sosyal medyada projelerini içeren reklamları ile kamuoyuna ulaşıyor. Ayrıca youtube videoları yoğun şekilde kullanılmış. Twitter ve facebook’taki sponsorlu reklamlarda İmamoğlu’nun şahsı etrafında hazırlanmış içerikler yer alıyor. Genellikle başörtülü kadınlarla ve sakallı amcalarla çekilen fotoğraflar ve videolar ön planda. Ayrıca sık sık çocukları sevdiği, gençleri önemsediği ve her şeyin iyi, herkesin mutlu olacağı yönünde bolca mesaj var. Tabi, bunlar bir strateji etrafında özellikle tasarlanmış içerikler.
Ankara’ya geçelim isterim. AK Parti adayı, MHP’nin Cumhur ittifakı çerçevesinde bu adaylığı desteklediği Mehmet Özhaseki’den başlayalım. Aleyhine yürüyen bir anket söylentisiyle başladı kampanyaya. Ankaralı değil eleştirisi çok öne çıktı… Kampanya sizce nasıl yol aldı?
Ankara’da sizin de söylediğiniz gibi başlangıçta farklı bir tablo oluştu. “Ankaralılık” özelinde başlayan tartışma ile kamuoyunda Mehmet Özhaseki’nin geride olduğu yönünde bir söylem dolaşıma sokuldu. Anketçiler de benzer sonuçlar açıkladı. Bunun ciddi bir etkisi oldu Ankaralı seçmen üzerinde. Aslında Anadolu’nun tüm şehirlerinde bir hemşehri milliyetçiliği yaygındır. İstanbul’da böylesi bir kimlik üzerinden siyaset tutmaz fakat Ankara’da farklı oldu. AK Parti ve Özhaseki başlangıçta oluşan bu tabloyu dönüştürmek için epey gayret gösteriyor. Nitekim son anketler ile ilk anketler arasında çok belirgin bir fark var. Önümüzdeki 5 gün bu açıdan değerlendirilmesi gereken önemli bir zaman dilimi.
Ya Millet İttifakı adayı Mansur Yavaş?
Millet İttifakı adayı Mansur Yavaş ise birkaç kez televizyonlara çıkıp konuşmak dışında fazla kamuoyu önüne çıkmıyor. CHP adayı olmasına rağmen “rozetsiz siyaset yapacağım” söylemini kullanıyor. Miting bile yapmadılar Ankara’da. Ankaralılık dışında üretilebilmiş bir söylem yok. Ama tuttu. Bazen böyle olur. Böyle olunca da seçmen Özhaseki’nin yerel yönetimler tecrübesini satın alma konusunda kendi zihnine bariyer koyuyor. Yeni söylemlerle bunu da aşacak formülleri bulması gerekiyor Özhaseki’nin.
Öte taraftan HDP Ankara’da Mansur Yavaş’ı destekleyeceğini açıkladı. Hatta bir adım ileri giderek seçilirse bizim sayemizde seçilmiş olacak diyerek üstü kapalı tehdit de etti. Yavaş’ın bu konularda belirgin bir cevabı olmadı. Gazetecilerin HDP’yi ziyaret edecek misiniz sorusuna “ajans karar verecek” diyerek yeni bir şeyi de literatüre sokmuş oldu. Tabi, HDP desteği çok önemli Yavaş için. Oradan gelecek oyları kaybederse seçimi kazanma şansı yok. Bu yüzden bir taraftan milliyetçiyim, ülkücüyüm diyor ama diğer taraftan HDP’den gelen sert açıklamalar karşısında sessiz kalıyor. Bu da bir stratejidir. Ve uygulanıyor.
Mansur Yavaş’ı konuşurken sahte senet olayını da konuşmak gerekiyor mecburen. Son düzlükte iddialı-ispatlı, yürüyen bir durum patladı. Nasıl etkileniyor seçmen bundan?
Aslında ortada çok somut bulgular var. Belgeler var. Mesajlar var. Fakat seçim atmosferinde öne çıkartılınca seçmen nezdindeki etkisini iyi hesaplamak gerekir. Çünkü siyasal iletişim literatüründe bu tür iddialar için “bumerang etkisi” ve “kurban sendromu” kavramı kullanılır. Yani iddianız size dönebilir veya itham edilen kişi toplum nezdinde kurban edilmeye çalışılan mağdur olarak algılanmaya başlanabilir. Türk siyasal yaşamında da bunun pek çok örneği vardır. Böylesi süreçlerde ince eleyip sık dokumak gerekir. Kuşkusuz adli süreçlerin muhatabını yıpratıcı yönünü ıskalamamak gerekir. Hele de ortada gerçekçi şeyler varken. Fakat toplumu buna ikna etmeniz gerekir.
Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz desem son soru olarak…
İttifaklar olduğundan dolayı tek tek partilerin oy oranını tespit etmek zor olacak. Yarış Türkiye genelinde olsa da gözler İstanbul ve Ankara’ya çevrilmiş durumda. İstanbul’da Cumhur İttifakı önde görünüyor. Ankara’da ise önceki seçimde olduğu gibi başa baş bir yarış var. Mutlaka Türkiye genelinde el değiştiren belediyeler olacak. Genel oy dağılımında ise tablonun büyük ölçüde 24 Haziran’la benzer tonlar taşıyacağını düşünüyorum. Yerel seçim olduğundan dolayı birkaç puanlık değişiklik olabilir, fakat ana eksen değişmeyecek.
Yusuf Özkır Trabzon’un Araklı ilçesinde doğdu. 2003 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamladı. 2016 yılından bu yana İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde akademik hayatını sürdürmektedir. SETA Vakfı tarafından yayınlanan Kriter dergisinde Yayın Koordinatörü olarak görev yapan Özkır’ın Hürriyet Gazetesi 1948-2012, Militan Gazetecilik ve FETÖ-Medya-Darbe isimli üç kitabı bulunmaktadır. Ağırlıklı olarak siyasal iletişim ve medya konularına kafa yormaktadır.