Fadime Özkan
16 Nisan’da sandıktan ‘Evet’ çıktı, 2 Mayıs’ta da Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti ’ye üye oldu. Ayın 21’indeki kongrede de AK Parti ’nin başına geçecek. Beklenen şeyler bunlar, Anayasa’nın verdiği bir imkân tabii ama “biraz fazla mı hızlı oldu” diyenlere cevabınız ne olur?
Referandumdan bir kaç gün sonra “Cumhurbaşkanı Erdoğan partinin başına derhal geçmedi” diye bir yazı yazdım. Hızlı olduğunu düşünmüyorum o yüzden. Hatta imkân olsaydı da 17 Nisan’da hemen partisinin başına geçmiş olsaydı.
Neden? Hız niye bu kadar elzem?
Üç ayrı nedeni var ama temel neden, Erdoğan hareketi ile AK Parti arasındaki mesafenin son bir kaç yılda biraz açılmış olması. Şöyle anlatayım. Türkiye siyasetinde yeni bir harmanlanma var. Siyasetin harmanlanmasının nedeni 2013’ten beri Türkiye’nin uluslararası bir kuşatmayla, saldırılarla karşı karşıya gelmesi. Bu saldırının içerideki ve dışarıdaki temsilcilerini artık biliyoruz, konuşmaya gerek yok. Ama bu saldırı furyası Türkiye siyasetindeki pozisyonları, kimlikleri, aktörleri yeniden tanımladı. Yeni ittifaklar, yeni karşıtlıklar oluştu. Siyasetin kodlarıyla ilgili çok ciddi bir dönüşüm yaşandı. Bir boyutu bu. Diğer boyutu küresel alanda 2010 sonrası yaşanan kırılmayla ilgili: 1990’ların küreselleşme retoriği artık geçersiz hale gelmeye başladı. İçe kapanan ekonomilerle kendisini korumaya almaya çalışan, ulus devletlerin güçlendiği, sertleşen küresel siyasetin ortaya çıktığı bir dönem bu. Diğer taraftan Arap Baharı sonrasında bölgemizde çok ciddi bir çalkantı oldu ve tüm bunlar Türkiye’yi de AK Parti hareketini de etkiledi.
SEMBOLİK DEĞİL FİİLİ LİDER
Tüm bunların Erdoğan’ın AK Parti ’ye dönüş hızıyla nasıl bir ilgisi var?
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte AK Parti ’de bir travma oluştu çünkü Erdoğan’ın genel başkanlığındaki bir partiden Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak AK Parti den ayrıldığı ve fiili liderliğin sembolik liderliğe dönüştüğü yeni bir süreç başladı. Buradaki kritik unsur, yeni bir elit grubun partide liderliğin yeni adresi olarak kendisini göstermeye başlamasıydı. Yukarıdaki bu ayrışma ya da ayrışma görüntüsü tabii beraberinde soru işaretleri ve bir tür kafa karışıklığına sebep oldu partide. Bunları geçmişte konuştuk. 2014 Ağustos’undan 2016 Mayısına kadarki süreçte yaşanan inişler çıkışlar genel başkan değişimiyle son buldu ve AK Parti büyük bir kırılma, yarılma yaşamadan bu badireyi atlatmış oldu.
AK PARTİ’DE NE OLDU?
Erdoğan hareketi ile AK Parti hareketi arasındaki makas açılmıştı dediniz… Neyi kast ediyorsunuz?
Bir adım geriye gideyim, 2013 Gezi olayları sırasında Erdoğan, parti elitleri içerisinde neredeyse yalnız kaldı. Partililer Erdoğan’ı ve Gezi kalkışmasını anlamadı. Erdoğan’ın neden bu kadar sert tepki gösterdiğini anlamadı. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı saldırının ne olduğunu da anlamadı. Bir kısmı daha sonra anladı ama çoğu bir şey söylemedi. 17 Aralıkta da benzer bir durum oldu. Erdoğan AK Parti elitleri içerisinde bir anlamda yalnızlaştı. Ama toplum Erdoğan’a ve Erdoğan hareketine büyük destek verdi, Kazlıçeşme’de gördük bunu. AK Parti elitleri ise Erdoğan’ın demode sayılabilecek bir siyaset izlediği, uluslararası baskının da Erdoğan dolayısıyla ortaya çıktığını varsayarak yanlış bir okuma yaptılar. 17-25 Aralık sürecinde de benzer şekilde AK Parti elitleri arasında anında, fakatsız amasız sahiplenme söz konusu olamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan yalnızlığından çok kereler bahsedemedi. Ama 30 Mart yerel seçimlerinde büyük toplum gövdesinin Erdoğan hareketine destek verdiğini gördüler. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunda bu kez de “Erdoğansız AK Parti ” tartışmaları başladı.
KAFALAR NİYE KARIŞTI?
Erdoğansız AK Parti ile amaçlanan neydi?
2014 Ağustosundan 2016 Mayısına kadar yaşanan süreçte Erdoğan’ın 2000’lerde ülkeye ciddi dönüşüm yaşattığı ama kendisini yeni dönem siyasetine adapte etmekte zorlandığı ifadeleri gündeme geldi. Uluslararası müesses nizamın yaptığı baskılar Erdoğan’ın Türkiye’ye ilişkin ısrarından, kendi siyasetini dayatmasından kaynaklandığı ifade ediliyordu. Bütün bunlar kafa karışıklığına yol açtı. Binali Yıldırım Bey’in gelişiyle AK Parti, genel başkan ve kurucu lider arasında daha uyumlu bir süreç yaşandı. Fakat ne olursa olsun 16 Nisan’a giderken çok net gördük ki Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu tarihten sonraki iki yıllık sürede ciddi soru işaretleri oluşmuş partide. Bunları gidermek 16 Nisan’a kadar bazı kesimlerde mümkün olamamış. Gördük ki gereksiz bir enerji kaybı ve kafa karışıklığı ortaya çıkmış. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ilgili partinin tüm imkânlarını, dinamiklerini kullanarak toplumun daha geniş bir kesimini ikna etmek mümkünken hem de. Onun yerine erken bir dönemde parti elitleri arasında, parti grubu içerisinde gereksiz bir “Erdoğan’ın kendisi için geliştirdiği bir sistem mi” tartışması yapıldı. Bu bir zaman kaybı oluşturdu. Yeni dönemde Türkiye’nin bu kadar siyasi problemi varken, bu kadar saldırıyla karşı karşıyayken zaman kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum. AK Parti gibi tüm bu badireleri atlatmış, Türkiye’nin her yerinde örgütlenmiş, toplumun hala merkezine hitap edebilen tek partisinin güçlü bir liderle yönetilmesinin bir imkân olduğunu düşünüyorum, o yüzden Erdoğan partinin başına derhal geçmeli diyordum.
BİNALİ BEYİN GAYRETİ
Binali Yıldırım’ın bu dönemdeki performansı o makası kapatamadı mı?
Binali Bey çok ciddi bir gayret sarf etti, bunu söylememiz lazım. Fakat bu sistem içinde bunun sürdürülmesi mümkün değil. Erdoğan’ın sembolik liderliği başka, fiili liderliği başka. Fiili liderliği sembolik liderliğinden farklı olarak siyasi kabiliyetlerinin partinin bütününde karşılık bulabileceği ve partiyi depara kaldıracağı bir şey.
AK PARTİ VE ERDOĞAN HAREKETİ
2019 yakın bir tarih aslında. 2019’a hazırlanmak, sistemin uyumu için zamana ihtiyaç var. Cumhurbaşkanı biraz da bu yüzden partinin başına zaman kaybetmeden geçti, bunu anlıyoruz. Ama şunu açmak isterim; Erdoğan Hareketi ve AK Parti hareketi birbirinden farklı mı, ne zamandan beri farklı?
Ben Erdoğan hareketinin AK Parti’yi doğuran unsur olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin her yerinde örgütlenmiş, uzun ömürlü hükümetler üretmiş. Erdoğan “çocuğum” diyor mesela. Bu kadar hayatının merkezine koyuyor. Bir taraftan da 2013 sonrasında daha belirgin hale gelen iç ve dış sosyolojik karşılaşmalar, okumalar, yenilikler ve buna bağlı olarak Türkiye’de yeni bir siyasi zeminin oluşması… AK Parti yöneticileri herkesin adapte olup gönülden katıldığı ve Erdoğan’ın “neden yalnız olayım, bütün parti arkadaşlarım arkamdadır” diyebileceği bir yapı üretemedi.
15 TEMMUZ VE ERDOĞAN’IN LİDERLİĞİ
Neden üretemedi?
Nedenleri arasında Erdoğan hareketinin ve harekete destek veren toplum kesimlerinin dinamik yapısının anlaşılamaması, AK Parti’nin bir kabiliyet ya da bir imkân olarak görülmemesi ve Gezi’den beri dışarıdan müdahil aktörlerin Erdoğan’ı yolundan çevirmek için çevirdiği siyaset var. 15 Temmuz önemli bir kıvrılma noktasıdır. 15 Temmuzla birlikte hem muhalefet hem AK Parti nazarında Erdoğan’ın siyasi liderliği normalleşti. Erdoğan’ın siyasi liderliğinin temel parametresi artık sadece gücü olarak görülmemeye başlandı AK Parti de.
ERDOĞAN’IN SİYASİ TILSIMI
Neyi kastediyorsunuz?
“Erdoğan’ın liderliğinin en temel gerekçesi toplumdan aldığı destektir, oy alıyor ve güçlü, dolayısıyla lider, dolayısıyla itaat etmek icap eder” anlayışı aşıldı. 15 Temmuzla beraber Erdoğan’ın liderliğinin bir tılsımı, siyasi kabiliyetleri olduğu bir kez daha görüldü. 15 Temmuz’da toplumun bütün kesimlerini net şekilde temsil ve idare ettiği, ülkeyi o süreçten çıkardığı görüldü. Milletin katılımını motive etti, kendisi de sürece bizzat katıldı. Erdoğan sürece katılmamış olsaydı, görünmeseydi, görünemeseydi bu darbe ne yazık ki başarılı olurdu. Erdoğan’ın siyasi liderliği çok netti. Geçen 15 senede Türkiye’nin birçok badireyi Erdoğan’ın liderliğiyle atlattığını gördük. 2006’da Danıştay saldırısıyla başlayan, Cumhuriyet mitingleriyle parti kapatmayla, Davos sonrası uluslararası izolasyonla… Bütün bunlara karşı bir pozisyon aldı Erdoğan. Bakın iç politika konuşuyoruz ama dış politikada 26 günde 6 ülke ziyareti var ve hepsi de hayati konuların görüşüldüğü ziyaretler. Türkiye masaya güçlü oturabiliyor. Bu Erdoğan hareketinin başarısıdır. AK Parti gibi bir imkânın kullanılmasının Türkiye açısından yararı ortadadır.
ERDOĞAN ARTIK YALNIZIM DEMEMELİ
AK Parti hareketinin Erdoğan hareketiyle birleşmesiyle bu noktadan sonra ne beklenmeli?
Erdoğan’ın siyasal yalnızlığının giderilmesi gerek. AK Parti’nin bu şekilde yeniden yapılandırılması lazım. Yoksa bence hiç bir hükmü yok Erdoğan’ın AK Parti’nin başına geçmesinin. Erdoğan’ın yalnızım dememesi lazım. Yeni dönemde AK Parti elitinin olası bir krizde canı pahasına koruyacağı bir noktada olmalı.
YERLİ, MİLLİ, GÜÇLÜ SİYASET
Erdoğan başkanlığında yeni bir AK Parti oluşacak. Sorum şu: Erdoğan siyasette vefaya önem verir. Belediye başkanlığı döneminden yol arkadaşları var hala. Gezi sonrasında bazı parti elitlerinin olayları yanlış okuma yaptıkları, siyasi inanç sorunları olduğu görüldü. Üstelik AK Parti bir merkez parti, kimlik siyaseti gütmüyor, çoğulcu ve sürekli yeni ittifaklar kuruluyor. Bu durumda parti yeni dönemde nasıl oluşur? Partide öne çıkan kavramlar ilkeler ne olur?
Yeni dönemde radikal bir tasfiye hareketi bekliyor musunuz diye sorsaydınız cevabım hayır olurdu. Daha tedrici bir arınma, yenilenme, gençleşme süreci bekliyorum. Bunun dışında Erdoğan liderliğinin önemli bir özelliği; ilişkide bulunduğu, halkının içinde yer alan aktörleri fonksiyonel bir şekilde kullanması. Buradaki sorun Erdoğan’ın her yeni dönemde, dönemeçte farklı aktörlere verdiği rolleri o aktörlerin bir kısmının beğenmemesi. Yani her dönemde hemen herkesin birinci halkada olmak istediği bir durum var ama bu mümkün değil, birinci halka elbette yenilenecek. Bariz şekilde bayrak açanlar dışında ben birilerinin parti dışına çıkarılacağı kanaatinde değilim. Yenilenme, uygun aktörlerin Erdoğan’ın siyasal yalnızlığını sona erdirecek aktörler olması lazım. Bu demek değil ki dogmatik, kimlikçi aktörler Erdoğan’ın etrafını saracak. Yerli ve milli siyasete inanan ve Erdoğan’ın da bu siyasetin merkezinde yer aldığına inanan aktörlerin yönetimde olmasından bahsediyorum.
AK PARTİ MERKEZ PARTİ
Şöyle sorayım: 2002’de AK Parti kurulduğunda 28 Şubat yaşanmış, siyaset çürümüş, halkın siyasete güveni kalmamıştı. AK Parti böyle bir dönemde umut vaat eden bir kadroyla kuruldu. Erdoğan liderliğinde başarılı bir 15 yıl yaşandı. Lakin bu süre zarfında o ilk kadronun bir kısmı ve kimi siyasi müttefikler geride kaldı. Gezi ile başlayan süreçte ise yeni isimlerle, yeni kesimlerle yol alındı. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde zoru görünce imanını bozmayanlar mı ilk halkada olacak?
Yerli ve milli siyasetin unsurları 2002’den beri AK Parti’ye üye olanlardan müteşekkil değil. Yerli ve milli siyasetin en önemli aktörü, lideri Recep Tayyip Erdoğan; kurucusu olduğu AK Parti’nin başına geçiyor. 2002’den bu yana ciddi başarılar elde etmiş, ciddi badireler atlatmış bir parti var ve ciddi şekilde değişmiş bir Türkiye var. Bu değişimin bir yanı AK Parti’nin ve Erdoğan’ın başarılarıyla, bir yanı dünyadaki gelişmelerle ilgili. Bugün 2002’den farklı çünkü bu 15 yıllık süreçte Erdoğan ve AK Parti de bir öğrenme süreci geçirdiler. Dünya da 2002’nin dünyası değil. 15 yıl iktidarda kalmış, ciddi yönetim tecrübesi olan bir liderlikten 2002 refleksleri beklemek doğru değil ama şunu söylemek lazım: Yeni dönem, yeni hükümet sisteminin de bir dayatmasıdır. Bence siyasal kültüre en olumlu etkisi budur.
YENİ DÖNEMİN KODLARI
Nedir o?
Başarılı olmak isteyen her siyasal parti toplumun merkezine hitap etmek zorundadır. AK Parti de toplumun merkezine hitap ederken buna uygun bir kadroya sahip olmalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan yolunda söylediği “Biz Tekke’ye mürit aramıyoruz” sözü son dönemdeki tartışmalardan bağımsız şekilde değerlendirilmeli. Erdoğan’ın söylediği şey şudur. “Biz toplumun merkezine hitap edecek, başarı odaklı bir kitle partisiyiz. Kimlikçi, dar bir yapı değiliz. Dolayısıyla buna uygun bir şekilde yapılanmak zorundayız. Ne herhangi bir grubu alıp o birinci halkanın merkezine oturturuz, ne de herhangi bir toplumsal grubu -toplumun merkezinde yer alıyorsa, marjinal değilse, şiddetle ilişkisi yoksa dışarı atarız”. Yeni dönemin özelliği bu; toplumun merkezine hitap edecek aktörlerle yapmak.
BU NEYİN KAVGASI?
Epeydir Erdoğan adına konuşuyor algısı yaratarak konuşan, Erdoğan’a atıfla şahsi hesap görmeye, kendilerine yer açmaya çalışan ama çok odaklı oldukları da görülen fırsatçılar grupları oluştu. Bir de siyasi çizgi bakımından sicili bilinenler var. İki taraf arasında da herkesi rahatsız eden bir kavga var kamuoyuna da yansıyan. Siz de uçaktaydınız; Erdoğan ‘Tekkeye mürit aramıyoruz’ derken bu kavgada bir tarafa atıf yapıp bir tarafı korumaya mı aldı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti’nin yeni dönemde de ilk dönemde olduğu gibi merkez partisi olmaya devem edeceğini söylüyor aslında. AK Parti’yi toplumun merkezine hitap eden bir parti olarak kurgulayacak ve reflekslerinin bu şekilde geliştirilmesine çalışacak. Bahsettiğiniz tartışmaya gelince; 2001’den itibaren Erdoğan’a siyasal İslamcılık meselesi sorulduğunda kendisini de, partisini de böyle konumlandırmadığını biliyoruz. Diğer taraftan Milli Görüş ile ilişkisini de biliyoruz. Sosyolojik bir devamlılık olsa da ideolojik bir devamlılık yok. Fakat içeride Kemalist elit, dışarıda 11 Eylül sonrası havadan istifade etmek isteyenler Erdoğan’ı mahkûm etmek için Erdoğan’a siyasal İslamcı diyerek, Milli Görüş ideolojisinden kopmadığını ifade ederek onu kuşatmaya, sınırlamaya, zor durumda bırakmaya çalıştılar. Hal bu ki Erdoğan’ın 2002’den beri çok tutarlı bir siyaseti var. Milli Görüş geçmişi dolayısıyla kendisine İslamcılık atfedilir bir tarafıyla. Oysa sosyolojik bir devamlılık olsa bile ideolojik olarak farklılaşma yaşadığı için Erdoğan AK Parti hareketini ortaya çıkarmıştır ve AK Parti başarı elde etmiştir, bunu unutmamamız lazım. Bu bir kitle hareketidir. Eğer Refah Partisi’ndeki o siyasi söylemi yeniden üretmiş olsaydı bu süreçte alacağı oy yüzde 11, belki daha da az olacaktı. Fakat onun yerine toplumun bütününe hitap etti. Erdoğan bunu doğru olduğuna inandığı için yaptı. Bu yönüyle Erdoğan’ın Mısır’da yaptığı laiklik konuşması siyasetini ele veren bir konuşmaydı.
ERDOĞAN DÜŞMANLARININ HESABI
Yani?
Bu yönüyle siyaset, burada şu anda yapılan, ekonomik sorunlardan sosyal, siyasal sorunlara kadar gündelik hayatı yaşayan insanların sorunlarını çözmeye yönelik bir uğraş. Bunu yaparken ideolojik bir hedef uğruna, hele hele sadece bu hedefte birleşmiş insanlarla yapamazsınız, bu sizi kısırlaştırır, başarı şansınız azalır. Erdoğan reformist bir noktadan hareket ediyor. Diğer taraftan Erdoğan’ın dindar kişiliği, kimliğini muhafazakâr siyasette yansıttığını söylese de, demokratik meşruiyet içinde bireysel alanda pek çok örneğiyle görüldüğü halde, birileri dindarlığı üzerine rol atfediyor. Erdoğan düşmanları, rakipleri bunu işlediler. Diğer şey ümmetçilik. Erdoğan’ın bir taraftan dünya mazlumlarıyla ilgili küresel sisteme getirdiği eleştiriler doğrudan İslamcılıkla ilişkilendiriliyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan Müslüman dünyanın enerjisini Müslümanlık üzerinden birleştirerek yine seküler alanda - dini bir söylem etrafında değil- iş birliği zeminleri oluşturulmasına çabalıyor. İslamcı iddiayla ilgili şeyler değil bunlar.
ERDOĞAN AK PARTİ’NİN KÜÇÜLMESİNİ İSTEMEZ
Peki, bu tartışmalar nereden çıkıyor?
Trump ABD’ye başkan olduktan sonra Erdoğan’ı onun nazarında yıpratmak için otoriter iddiasının bir karşılığı yoktu. Erdoğan’ı Radikal İslamcılıkla yıpratmanın mümkün olabileceği düşünüldü. Uluslararası bir operasyonda Obama’nın adamlarıyla İslamcılık vs. diye tartışanlar benzer bir noktaya gelmiş oldu. Erdoğan’ı küresel alanda ve içerde mahkûm etmek… Hâlbuki içerde bir yandan da “Erdoğan İslamcıları tasfiye ediyor” diyorlar. Böylece toplumda karşılığı olan bir kesimin bir şekilde partinin dışına çıkarılacağı, partinin küçültüleceği, gövdeden bir şeyin kopartılacağı ve 2019 öncesinde partinin büyümesi gerekirken küçültüleceği bir senaryoya başlandı. Düşünün bırakın Erdoğan‘ı, onun yerinde kim olsa bunu doğru bulmaz, kabul etmez, kimsenin gövdeden kopmasını istemez.
GEZİ’Yİ VE ERDOĞAN’I ANLAMADILAR
Yapay mı yoksa kendi doğallığında gelişen bir tartışma mı bu?
Doğal değil. Tartışmanın taraflarına bakalım: Bir taraftan 2013’den Gezi’den bu yana Erdoğan’ın siyasetini doğru okuyamayan, saldırıya değil Erdoğan’ın tavrına odaklanan, “Erdoğan öyle yapmasaydı o saldırı gelmezdi” diye çok savunmacı yaklaşımla yanlış bir siyaset yürüten ve Erdoğan’a ayak bağı olan bir kesim var. Bunlar kendilerine bir siyasi ikbal arayışında oldular. Türkiye’nin kendileri gibi toplumda karşılıkları olduğunu düşünen, Batı’yla ilişkisi iyi, iyi eğitim almış kişilerin, kendilerinin zamanlarının geldiğini düşündüler. Erdoğan siyasetinin 16 Nisan’la taçlandığını görünce de geri plana itileceklerini düşünerek bunu “İslamcılar tasfiye ediliyor” yaygarasıyla kapatmaya çalıştılar.
YENİ VESAYETE İZİN VERMEZ
Benim okumama göre tasfiye edilen yok, ortada bir tasfiye de yok. Öte yandan “ben şu tarihten beri Erdoğan’la beraber siyaset yapıyorum” benzeri pozisyonlar Erdoğan siyasetinde vesayet oluşturmaya çalışmaktır ve sahada karşılığı yoktur. Şunu da söylemek lazım: Erdoğan herhangi bir toplumsal grubun kırılmaması, kopmaması için yoğun gayret sarf etti. Ama zor zamanda yanındaydık diyenlerin yeni bir vesayet oluşturmasına da müsaade etmez. Dar kadrolarla Türkiye’de siyasi başarı elde etme imkânı yok çünkü. Yeni dönemde kucaklayıcı, yerli, milli ve güçlü siyaset dışında başarı söz konusu olamayacaktır.
AK PARTİ’NİN BAŞARISI: ADALET VE KALKINMA
Referandumda yüzde 51.49 evet çıktı. AK Parti çevrelerinde 55 ve üstü gibi bir beklenti vardı. “Erdoğan evet beklenenin altında kaldığı için mecburen kuşatıcı, çoğulcu bir dil kullanıyor, arzu ettiği gibi 60, 65, 70 oy alsaydı bu söylem gündeme gelmeyecekti” diyenlere ne dersiniz?
Kesinlikle hayır. Yüzde60 da, 70 de alsaydıtoplum merkezini tahlil ettiğinizde böyle bir siyasetin yeni dönemde kaçınılmaz olduğunu görürsünüz. Sosyolojik olarak Türkiye’de herhangi siyasi ya da toplumsal grubun -ister etnik, ister ideolojik- yüzde 20’nin üstünde desteği yok. Dolayısıyla toplumun merkezine hitap etmek için ideolojileri, etnisiteleri, aidiyetleri aşan bir siyaset izlemeniz, çözüm odaklı siyaset izlemeniz lazım. AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde ve sonrasında ismiyle müsemma iki şey yaptı; adaleti ve kalkınmayı sağladı. Bir taraftan ekonomik büyüme ve başarı hikâyesi üreteceğim, diğer taraftan özgürlüklerle ilgili sorunları gidereceğim dedi. Gerçekten önemli adımlar atıldı, saymaya gerek yok ve geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye’nin bir ekonomik büyüme hikâyesi var ve baskılanan toplumsal siyasal kimlikler diye bir meselesi yok.
Önümüzdeki dönem itibariyle Türkiye’nin önünde gerçek anlamda bir ekonomik büyüme mecburiyeti var. 2007’den bu yana patinajdayız. Bir yanıyla bu bir fırsat. Türkiye tüm bu baskılara rağmen büyümeye devam ediyor. Yükselen ekonomilere bakarsak Türkiye’nin çok ciddi avantajları var. Büyüyen ekonomilere baktığımızda mesela Rusya eksi büyümede, Güney Afrika siyasal sorunlarla boğuşuyor, Çin eski agresif büyümesini sürdüremiyor. Öte yandan Erdoğan “Para cıva gibidir, doğru yere akar” derken Türkiye’nin çekim merkezi olabileceğine inanıyor ve çok ciddi uğraş içinde. Siyasal istikrar, ekonomik büyüme, uluslararası sermeye... Burada Batıyı dışlayan değil, Türkiye’yi merkez haline getiren bir proje söz konusu. Bu bir fırsat ve yeni dönemde başarılı hikâyeler ortaya koyarsanız siyasette yer edinirsiniz. 2002’den beri Erdoğan’a verilen desteğin en önemli nedeni “işler iyi gidiyor ve Erdoğan sayesinde iyi gidebilir”. Dolayısıyla ideolojik kesimlerle söylemlerle başarı şansı yok. Yeni dönemde hiç yok. Geçmişte bir takım koalisyonlarla, sandalye hesaplarıyla bunu yapabilirdiniz ama yeni dönemde yapamazsınız. Yüzde 50+1 oy alabilmesi için cumhurbaşkanının toplumun büyük bir kesiminde itibarlı olması ve destek görmesi lazım. Bu da siyasetin nitelikli bir hal alması demektir.
ERDOĞAN SİYASİ REALİZME SAHİPTİR
Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Nisan’daki yüzde 51.49’u nasıl okudu sizce?
Cumhurbaşkanımızın her şeyden önce bu rakamı başarı olarak göreceği kanaatindeyim. O siyasi realizme sahip bir aktör. Bunların ötesinde AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin destek verdiği ve 1 Kasım seçimlerinden hareketle yüzde 60’a varan desteğin var olabileceğinin düşünüldüğü bir ortamda tabii ki yüzde 51.49 tartışmaları da beraberinde getiriyor. Birebir görüşmedim ama Cumhurbaşkanının zihninde de bazı soruların oluştuğunu, belli analizlerin yapıldığını varsayıyorum. Ben bu oranda AK Parti’de 2014-2016’nın bir kısmında ortaya çıkan kafa karışıklıklarının ve yaşanan zaman kaybının etkili olduğunu düşünüyorum. 7 Haziran sonrası “halk başkanlığa onay vermedi” gibi bir cümlenin kurulduğu bir süreçten bahsediyoruz. Partinin genel başkanı bu cümleyi kurduktan kısa süre sonra o parti yöneticilerinin değişim için çalışacağını düşünün. Zihinsel anlamda belli aşamalar gerektiği açık. Son dönemde bir hızlanma oldu mu oldu. Ciddi gayret gösterildi fakat daha büyük destekle çıkabilirdi. Bu bir başarı mıdır? Bu bir zaferdir. Bunca hengâmeye, uluslararası baskıya rağmen. Evet vereceği halde vermeyen bir kısım da ülkenin uluslararası alanda yalnızlaşmasından çekindiği için vermedi, bir istikrarsızlık korkusu oluşturulduğunu düşünüyorum. Bir taraftan da MHP’nin yapısı dindar, muhafazakâr ve seküler ulusalcı gibi bir ayrıma dayanıyor. Parti yöneticileri meselenin bu kadar kolay olmadığını belirtseler de benim analizim böyle. Orada da özellikle bir kesimin CHP ile benzer bir noktada durduğunu düşünüyorum.
MHP UYUM YASALARINI DESTEKLER
Sistemin 2019’a kadar uyumlu hale getirilmesi dolayısıyla ilgili yasaların çıkması gerekiyor. MHP ile iş birliği aynen devam edecek mi? Malum MHP’de muhaliflerin bir baskısı var, siyasi anlamda görünür oldu artık.
Ben uyum değil reform yasaları diyorum onlara. Bu yasaların çıkarılmasında sorun yaşanacağını düşünmüyorum. AK Parti yasa çıkarma çoğunluğuna sahip. Sonuçta anayasa değişikliği söz konusu değil ama Milliyetçi Hareket Partisi’nin de desteğini sürdüreceğini düşünüyorum. MHP’nin özellikle Mecliste mimarı olduğu bir süreç bu, o yüzden de sahip çıkacaktır. Öte yandan Milliyetçi Hareket Partisinde bir dizi siyasi operasyon yapma, parti genel başkanlığını gasp etme çabaları olacak. Daha önce de olmuştu. MHP kitlesinde 15 Temmuz öncesindeki kafa karışıklığı bence yok. Partiye yapılan siyasi operasyonu manipülasyonu ciddi şekilde görüyorlar. Biz 15 Temmuz öncesinde de Akşener etrafındaki hareketin güdümlü olduğunu ve FETÖ ilişkisini ifade etmiş, belli bir pozisyon almıştık. Benzer bir süreç aynı şekilde yürümeye kalktığında MHP tabanının da karşı bir pozisyon alacağını düşünüyorum.
CHP’DE TARTIŞMALAR BAŞLADI BİLE
Partili Cumhurbaşkanlığı dönemi AK Parti’yi değiştirecek ama muhalefeti, diğer partileri nasıl değiştirecek? Sistem AK Parti-MHP ile CHP-HDP yakınlaşmasıyla iki partili sisteme mi evirilmekte?
Yeni dönemde siyasette bir toparlanma süreci yaşanacak. Reform siyasi kültürün olmazsa olmaz unsuruna dönüşecek çünkü artık yüzde 50+1 oy alanın başarılı olduğu bir sistem bu. Geçmişte aldığınız oyla yetinme imkânınız yok. Yüzde 25 oyum var, bu şekilde devam ettiririm, siyaseti de parti genel başkanlığı için yaparım deme şansı yok Cumhuriyet Halk Partisi’nin. CHP’de bu yönde tartışmalar başladı bile. Koalisyonlar da kurulacaksa o koalisyonların artık göz önünde kurulması lazım. HDP CHP koalisyonu üç yıldır kurulmuş durumda ama saklı bir koalisyon. Artık açık olmak zorunda. Tuncay Özkan’ın Selahaddin Demirtaş’ı ziyaret etmesi bunun görüntülerinden biri olabilir. Kritik husus şu: Yeni dönemde muhalefetin de gerçekten iktidar alternatifi olacağı için kendisini yeniden yapılandırması gerekiyor. Bunun birinci unsuru Türkiye için siyaset yapması, ikincisi program, proje bazlı siyaset yapması, pozitif siyaset yürütmesi, toplumun değerleriyle çatışmaması. İdeolojik ajandayla hareket edip, marjinal, sol, seküler, bir örgüt gibi hareket edip toplumun geniş bir kesimini rencide etmemesi.
BAYKAL’IN ÖNERİSİ: GÜL’ÜN DEĞİL ERDOĞAN’IN BAŞARISI
Yeni sistem CHP’yi etkilemeye başladı sanki? Hayır propagandası yaptıkları yeni sistemde etkili olmak için, 2019 adaylığı için rekabet 17 Nisan’da başladı.
Dolayısıyla 2007’de “aday olursan asker müdahale eder” mealinde sözler söyleyen Deniz Baykal şimdi Abdullah Gül’e “bizim adayımız olabilir” diyor. Bu, değişimin dönüşümün bir göstergesidir. Bu Abdullah Gül’ün değil Tayyip Erdoğan’ın başarısıdır. Bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisi bir daralma içerisinde çünkü bir genel başkanı var, delegeler bu genel başkanın ağzına bakıyor ve bunun karşısında çok titrek bir muhalefet var, biraz sesini çıkaran disipline sevk ediliyor. Parti içi kavga olursa kapının önüne koyarım diyen bir genel başkan var. Onun karşısında 2014’te Muharrem İnce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce aday olduğunda diktatör demişti Kılıçdaroğlu’na. Şimdi ise sokakta değişim talebi var vs. diye yumuşak eda ile konuşuyor. Baykal bir değişim olması gerektiğinin farkında ama o da eğer başkan adayı olmayacaksa çekilmeli diyor ama mahcup bir edayla.
KILIÇDAROĞLU CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ
CHP için artık genel başkan olmak yetmiyor, cumhurbaşkanı adayı olmak gerekiyor. Bu cesamete ve cesarete sahip olmamak da muhalefeti daha titrek kılıyor olabilir?
Fakat oradaki kritik şey şu; CHP’de bu zamana kadar siyaset parti genel başkanlığı için yapıldı. Parti genel başkanlığının sağladığı imkânlar iktidar olma imkânı olmadığını gördükleri için yeterli görüldü. Olağanüstü bir ortam oluşursa beni zaten başbakan yapacak, iktidara getirecek diye düşünüldü ve olağanüstü ortamların yaratılması için çalışıldı CHP’de. Vesayet odaklarıyla iş birliği halinde ilerlendi. Bazen devlet içinden bazen devlet dışından unsurlarla ama siyasetin kendi dinamikleriyle işlemeyen bir yapı vardı karşımızda. Şimdi ise yeni dönemde CHP genel başkanlığı için siyaset yapmak yetmeyecek. Artık daha büyük bir alan var, ama bu mücadeleye girdiği andan itibaren başarısızlık genel başkanlığı da kaybettirir. Düşünün cumhurbaşkanlığı yarışına girdiniz, parti genel başkanısınız ve kaybettiniz. Artık milletvekili de değilsiniz, cumhurbaşkanı da değilsiniz, nesiniz? Parti genel başkanı. Parti size neden dayansın? Başarısız olmuşsunuz. Kılıçdaroğlu bunun hesabını yapıyor. Başarılı olma şansının az olduğunu biliyor. Kılıçdaroğlu’nun yüzde 50 alması mucize gibi bir şey, bunca medya manipülasyonuna rağmen.
BAYKAL VE KAYBEDENLER KULÜBÜ
Baykal’ın bir önerisi oldu Gül adayımız olsun derken; Ahmet Türk ve Akşener başkan yardımcısı olsun dedi! Ne anladınız bundan?
Baykal diyor ki “biz bu 48,5’u ancak ve ancak koalisyon ile aldık”. Tüm işaretler doğru. Kim var koalisyonda? AK Parti içinden bir kesim, MHP’den bahsettiğimiz kesim ve HDP bloğu. “Bunları derleyip toplayacak aktörleri bir araya getirelim”. Fakat bu mantıkta belli isimler üzerinden bir koalisyon var ama toplumsal anlamda bir uzlaşı değil. Sembolik koalisyonla iktidar elde etme mantığı soğuk savaş dönemi Türkiye’sine ait. Böyle bir konfigürasyonun Türkiye’de alacağı karşılık yüzde 10’u geçmez. Kaybedenler kulübü bir araya gelmiş, bir yapı oluşturmuş gibi…