Avrupa Konseyi Üyesi, AK Parti İstanbul Milletvekili Serap Yaşar: Binlerce mülteci çocuk Avrupa'da kayıp

YAŞAR: Europol 2016’daki açıklamasında “Avrupa’da 10 binden fazla mülteci çocuk kayıp” demişti. Sonra ne başka açıklama yapıldı, ne çalışma. Kimse bu çocukların nerede, ne halde olduğunu bilmiyor. İnsanlık adına yine Türkiye ses veriyor.

12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00
Röportaj Haberleri

FADİME ÖZKAN



Avrupa’nın polis teşkilatı Europol 2016’da bir açıklama yapmış ve “son 2 yılda 10 binin üzerinde göçmen çocuk AB ülkelerinde kayboldu” bilgisini dünyanın gündemine, insanlığın vicdanına bırakmıştı. Rakamlar korkunç, ihtimaller korkunçtu. Kimsesiz binlerce çocuğun yaşlı kıtada başına her şey gelebilirdi. İnsan kaçakçıları, organ mafyası, uyuşturucu ve fuhuş çeteleri, terör örgütleri… Geçen sürede ne çocuklardan ne Europol’den ses çıktı. Medya ve insan hakları örgütleri dışında tabii. Şimdi ise ilk kez bir Türk milletvekili Serap Yaşar sayesinde Avrupa Konseyi bünyesinde bir çalışma başladı. Göç, Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler Komisyonu Başkan Yardımcısı sıfatıyla bir rapor hazırlayan ve 25 yıldır mültecilerle ilgili çalışan hukukçu Serap Yaşar ile kayıp mülteci çocukları konuştuk.

İnsanlık tarihi boyu insanlar tekil ya da toplu olarak çok yer değiştirdi, büyük göçler de yaşandı ama göçmen, mülteci, yerinden edilmek, iltica etmek gibi kavramlar modern zamanlara ait kavramlar mı? Hukuku sonradan mı oluştu?

Bu kavramlar insanlık tarihi kadar eski. Dini metinlerde bile onlara özel hükümler vardır. Yükümlükleri özeldir, ibadetleri özeldir. Her durum kendi hukukunu da oluşturur. Göçmen ve mülteci ayrı statülerdir. Göçmen bir nedenle ama kendi iradesiyle yer değiştiren kişiye denir. Ama mültecilik farklı. Mülteciler zorlayıcı nedenlerle, savaş, terör, tabi afet gibi nedenlerle yer değiştiren kişidir. Suriyeliler gibi.

 

2. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA YAŞANAN EN BÜYÜK GÖÇ

Şu an yaşanan büyük kitlesel hareketler eskisinden farklı peki?

Şu an yaşanan durum İkinci Dünya Savaşından sonra yaşanan en büyük göç akımı olarak tanımlanıyor. Türkiye de en büyük yükü taşıyan ülke. Sınır ülke olduğu için. 3 buçuk dört milyon gibi büyük bir kitleden bahsediyoruz.

 

GÖÇMEN VE MÜLTECİLERİN STATÜSÜ FARKI

Mülteci tanımını çoğu ülke özellikle kullanmak istemiyor çünkü devletlere bazı farklı yükümlülükler yüklüyor deniyor, öyle mi?

Mültecilik bir statüdür ve devletlerin isteği bu tanımda önemli değildir. Şu an biz diyemiyoruz çünkü Cenevre sözleşmesinde coğrafi itirazımız çekincemiz var. Biz doğudan göçmen mülteci kabul edemiyoruz. Diyebilirsiniz ki bunun ne hükmü var? Sonuçta 3 buçuk milyon Suriyeli burada ve bir mülteci gibi de haklardan faydalanıyorlar. Eğitim, sağlık gibi pek çok alanda hizmet alıyor. Ama adına mülteci değil geçici koruma diyoruz.

 

1971 CENEVRE SÖZLEŞMESİ GEREĞİ

Cenevre sözleşmesine konulan çekincenin nedeni neydi?

1971’de sözleşmeye böyle bir şey konulmuş, doğudan gelenlerle ilgili. Bugün uluslararası toplum da tartışıyor, biz de kendi içimizde tartışıyoruz. Ama sonuçta siyasi irade yönetiyor göçü. Bu açıdan siyasetçiler olarak Cenevre Sözleşmesinin bağlayıcılığı devam ediyor bizim için. Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar da devam edecek.

 

25 YILDIR MÜLTECİLERLE İLGİLENİYORUM

Siz Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesisiniz ve Göç, Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler Komisyonunda da başkan yardımcılığı göreviniz var. Bunu konuşacağız ama sizin göçle ve göçmenlerle ilginizin sebebini ve geçmişini konuşalım önce?

Ben yaklaşık 25 senedir göçle ilgileniyorum. 90’larda 28 Şubat sürecinde Mazlum-Der İstanbul Şubesinde ilk defa şube avukatlığı ihdas edildiğinde şube avukatı oldum. İki yıl çalıştım, çocuk hakları ve mülteci hakları şubelerini ben kurdum. Mazlum-Der de o günün şartlarında ihtiyaca cevap veren önemli bir insan hakları kuruluşuydu. Sağ kesimin belki de bu alandaki tek kuruluşuydu. Dolayısıyla genç bir ekiple, aralarında hukuk fakültesi öğrencilerin ve genç avukatların, hukukçuların olduğu bir ekiple çalışıyorduk. O dönemde hiç unutmuyorum, İHH’dan bize bir dosya geldi. Oraya yapılan bir başvuru bize intikal ettirilmişti, hukuksal süreci takip edelim diye. Mamatkulov ve Askarov davası diye bilinir. Dava sonra AİHM’de örnek dava seçildi. İki Özbek vatandaş sınırdışı edilecekti ve edilmeleri halinde hayati tehlikeleri vardı. Bu tip durumlarda sınırdışı etmemek gerekiyor. Fakat bizde üçlü koalisyon hükmeti henüz kurulma aşamasındaydı, kuruldu. Biri iki gün sonra da bu iki Özbek geri gönderildi. Ve AİHM Türk Hükümetini cezaya, tazminata mahkum edildi. Çünkü insanlar sonrasında Özbekistan’da hapse atıldı, akıbetlerinden bir müddet haber alınamadı, sonra öğrenildi ki Askarov işkence ile öldürülmüş. Bir diğerinin akıbeti hala belli değil.

Sorasında AK Parti kuruldu. Kurucu üyesiyim. Süreçte bakanlıklarımız yaptığı göç ile ilgili ulusal uluslararası çalışmalarda sunumlarım oldu. Bir avukat olarak da ilgim sürdü. Bana başvuran göçle, insan ticaretiyle ilgili davaları takip ettim. 15 yılın sonunda da 1 Kasım seçimlerinde milletvekili oldum. Avrupa Konseyi’ne de seçildim bu arada. Konsey’de özellikle istedim Göç, Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler Komisyonunda yer almayı.

 

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞI MİSAFİRPERVERLİĞİ HİÇ BİR DEVLET YAPMADI

Başkan yardımcısı seçilme ve rapor yazımı nasıl geldi gündeme?

Farklı ülkelerin farklı gündemleri var ama göç dünyanın gündeminde çok yoğun olarak yer almaya başladı. Bizim ülkemiz de Suriye iç savaşından sonra büyük bir yük aldı, gelen Suriye sayısı arttıkça durum daha zor, dramatik bir hal aldı ve önemli bir gündem oldu göç-göçmen meselesi. Dolayısıyla Avrupa Konseyinde 47 ülkenin parlamenterleri var ve ülkelerin bu konuda yaptıklarının paylaşıldığı bir arena. Ben de ülkemizin bu alanda yaptıklarını anlatıyorum, diğer milletvekili arkadaşlarım gibi. Komisyonda çalışırken konuya ilginiz, katkınız önemli oluyor. Benim mensubu olduğum grup başkan yardımcısı olarak önerdi, komitede yapılan seçimle de üç yardımcıdan biri olarak seçildim. Bu da ülkem adına sevindirici bir durum çünkü dünya üzerinde göç ile ilgili herhangi yerde konuşuluyorsa Türkiye’den biri mutlaka olmalı orada, Türkiye’nin yaptıklarını anlatmalı.

Hazırlayacağınız raporun hikayesi konusu kapsamı nasıl?

Konumuz, Avrupa’da göçmen çocuklar. Komisyonda zaman zaman uzmanları, bürokratları, sivil toplumdan insanları dinliyoruz. Sunumlardan edindiğim intiba şu oldu. Böyle büyük dramatik bir sorun var, çocukları, göçmenleri, kampları konuşuyoruz ama tuhaf biçimde kayıp göçmen çocukları konuşmuyoruz, kimse bu konuda bir şey demiyor, dehşete kapılmıyor ve sorunla ilgili başlık açılsın diye öneride bulunmuyor.

 

AVRUPA’DA 10 BİN-25 BİN MÜLTECİ ÇOCUK KAYIP

“Avrupa’da kayıp göçmen çocuklar” dediğimizde neden bahsediyoruz? Sayısı, tabiyeti, akıbeti belli mi?

Hayır. Bu çocukların sayısı, akıbeti bilinmiyor. Uzman sunumlarında beni özellikle Europol’ün aktardıkları etkiledi. Bu konu medyaya da yansımıştı. Buna göre Avrupa genelinde 10 bin ile 25 bin arasında kayıp göçmen çocuk var. Bu çocukların kaydı bir yerde Avrupa’ya girerken tutulmuş ama sonrasında nerede olduğu bilinmiyor. Kimin elinde nerede bilinmiyor. Organ mafyası mı, fuhuş mu, insan tüccarları mı bilinmiyor, bunlar ihtimaller. Kimse ne sayıyı biliyor, ne akıbetlerini. Ardından Kızılhaç gibi uluslararası örgütlerden sunum dinledik ama kimse gerçekten bilmiyor.

 

KİMSE AKIBETLERİNİ BİLMİYOR

Aileleriyle birlikte mi kayboluyor bu çocuklar yoksa tek başlarına giriş yapıyorlar Avrupa’ya ve bu şekilde mi kayıplara karışıyorlar?  

Büyük çoğunluğu refakatsiz. Ebeveyni yok, yanında bir refakatçisi yok. Bunlar tek başlarına çocuklar.  Ama hakikaten bir şey bilinmiyor ve bu raporun hazırlanmasını teklif ederken amacım da oydu. Kurumları, polis örgütlerini işin içine katalım ve durumu raporlaştıralım. Aslında işin güçlüğünü de şu anda tam bilmiyorum. Çünkü polis örgütlerini davet ettiğimizde onların konuya nasıl yaklaşacağı, nasıl bilgiler vereceği de belirsiz.

 

İNSAN HAKLARI KURULUŞLARI: OLAY DEHŞET BOYUTLARDA

Europol’ün açıklaması 2015-2016 yılını kapsıyordu ve bir ilk açıklama olarak 10 binin üzerinde kayıp çocuk var dedi Europol. Hemen haber oldu haliyle medyaya ama sonrası gelmedi. 2016’nın üzerinden iki yıl geçti ve 2018’i de bitiriyoruz üstelik. Neden devamı gelmedi? Ne oldu, baskı mı oldu Europol’e “böyle veriler yayınlayarak yeni yükümlülükler çıkartma başımıza” gibi? Sonuçta Avrupa kıtası mülteci konusunda son derce isteksiz ve üstelik yabancı düşmanlığı korkunç boyutlarda?

Bence çok garip bu durum. Çok fazla gariplik ve bilinmezlik var zaten işin içinde. Sonrasında da çok geniş örgütü olan Kızılhaç, olayın çok dehşetli boyutlarda olduğunu söyledi ve “bu konuda bildiğimiz tek şey, hiçbir şey bilmediğimiz” şeklinde bir açıklama yaptılar. Dolayısıyla biraz daha işin içine girmek için Missing Children bir sunum yaptı. Avrupa’da aslında sivil toplum örgütleri işin içinde. Ben bunu memnuniyetle karşılıyorum. Ama hepsi bu işin dehşet boyutlarda olduğunu söylüyor ve orada kalıyor.

 

HAZIRLAYACAĞIMIZ RAPOR RÖNTGEN ÇEKECEK

Medya bu işi kısmen takip etti aslında, dosyalar haberler yayınlandı. Bu çocukların fuhuş çetelerinin, suç örgütlerinin eline düştüğünü bulguladı haberleştirdi. Sorum şu: Tamam AB kurumları, Europol toplamda sorumludur ama her devletin polis teşkilatı suç örgütleriyle mücadele ederken bu çocuklara ulaşabilir. Böyle bir sonuç çıkmamış mı?

Şöyle bir savunmaları da var: Bir sınırdan bir başka ülke sınırına geçtikleri zaman da takip imkansızlaşıyor. Çünkü ortak bir data sistemimiz yok diyorlar. Bana kalırsa değil, herkes işini yapıyorsa bu çocuklar neden kayıp. Bu kadar çok çocuğun kaybolması, bir tek çocuğun dahi bu ihtimallerden birine maruz kalması halinde mutlaka harekete geçmek gerekir. Dolayısıyla belki de bu çocukların bir kısmı dedikleri gibi oldu, sınırdan sınıra geçerken, diyelim ki Almanya’dan Hollanda’ya geçerken kaydı, izi kayboldu. Ama böyle bile olsa kaydının olması gerekir. Ki yok. O yüzden hazırlayacağımız rapor en azından bir röntgen çekecek.

 

“200 DOLAR VERELİM BURAYA GELMESİNLER”

Avrupa’da aşırı sağın, yabancı düşmanlığının geldiği boyut düşünüldüğünde kayıp çocukların başına kesin kötü şeyler geliyor diye büyük bir tedirginlik yaşıyorum mesela ben. Siz de öyle. Mesela Komisyon üyesi Avrupalılar için de bu böyle mi?

Bir kısmı için evet, haklarını yiyemem. Ama mesela Polonyalı bir parlamenterle diyalogumuzu da aktarayım bahsettiğiniz bağlamda. Dedi ki “bizde, Avrupa’da hizmet maliyetleri çok yüksek. Biz göçmenleri buraya alacağımıza kişi başına 200 dolar verelim Ürdün’de Lübnan’da Türkiye’de kalsınlar” gibi laf etti. Dehşete düştüm. Bu insanlar göçmen değil, mülteci. Savaştan ölümden kaçıyorlar. Can havliyle canını bir yere atıyor.

 

İNSAN HAYATINA FİYAT BİÇİYORLAR

Ama bazı Avrupalı parlamenterler de ucuza getirmeye çalışıyor!?

Evet, insan yaşamına bir fiyat biçmiş. “Aman burada rahatımızı bozmasınlar, 200 dolar bir şey değil, oralarda hizmet maliyetinin düşük olduğu yerlerde kalsınlar” diye düşünüyor. Burada öyle değil. Ama yoksul ülkeler diğerleri, gittim gördüm, yoksulluk zaten diz boyu. Ürdün Lübnan küçük devletler. Türkiye Allah’a şükür kocaman güçlü bir ülke. Zaten açık kapı politikası uyguluyor en başından beri. Cevaben kendisine “insan hayatına bir maliyet biçtiğiniz için ayıplıyorum sizi” dedim. O zaman Alman bir parlamenter söz aldı ve “Türkiye 3 buçuk 4 milyon Suriyeliye bakıyor, kuşkusuz Türkiye’nin birçok şeye ihtiyacı vardır ama ekstra mülteciye ihtiyacı yok, aklınızı başınıza alın, herkes üzerine düşeni yapsın” ” dedi.

Avrupalı bu kafa maliyet hesabı yaparken nasıl bir yanlışa düşüyor sizce?

İnsan hayatının fiyatı maliyeti olmaz. Öyle 200 dolar falan hesaplıyorlar ama biraz daha geç kalmaya devam ederlerse çok büyük bir maliyetle karşılaşacaklar aslında. Tarihte her dönemin bir özelliği vardır, bu dönem de bence göçmenlerle anılacak. Teknoloji gelişti, imkanlar çok arttı ama insanlığımız giderek azalıyor. Bu dönemin tarihi insani açıdan görevini yapanlar yapmayanlar diye yazılacak. Türkiye bu anlamda tarihi bir iş yapıyor. Her platformda da zaten bunu kabul etmek zorunda kalıyor aksini iddia edemiyorlar.

 

RAPORUMUZ AİHM’E DAYANAK OLUR

Nereden başlamak lazım peki bu işe? Siz mesela şimdi Avrupa Komisyonu bünyesinde bir rapor hazırlayacak, durumu kayda geçirecek ve Avrupa’ya da bir ev ödevi vermiş olacaksınız. Bu bir başlangıç mıdır o çocukları bulmak kurtarmak için?

Raporların bir yaptırımı yok ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına dayanak teşkil ediyor, bir alamda Avrupa’nın yasaları oluyor. Çünkü bu, tam bir parlamenter faaliyet aslında. Yani yasaması, yürütmesi ve yargısı olan bir mekanizma bu. Ben de orada bir milletvekili olarak orada böyle bir rapor hazırladığım zaman bu rapor Konsey’in kaydına girecek ve AİHM’ne günün birinde böyle bir başvuru yapıldığında bir dayanak, hakimlerin kararlarına bir mesnet teşkil edebilecek.

 

MEKANİZMA GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Ama rapor kamuoyuna yansıdığında da hükümetler üzerinde bir baskı da oluşturur herhalde, kayıp çocuklar için tedbirler almak konusunda?

Kuşkusuz. Zaten oradaki parlamenterlerin tek aracı da bu raporlar. Değerli bir şey. Ama şu anda asıl amacımız kamuoyu oluşturmak çünkü her konuşan “boyutları çok büyük, farkındalığı çok küçük” diyor. Ayrıca bu kadar çocuk kayıpsa eğer, mekanizmada da sorun var demektir. Dolayısıyla gözden geçirilmesi gerekir.

 

NİJER’DEN GELE 150 KIZ ÇOCUĞUNA NE OLDU BİLEN YOK

Sunumu yapanlar nasıl bir fotoğraf koydular ortaya? Sizi de rapor için motive eden hangi gerçekti?

Dehşet bir durum, örnekler de anlattılar. Europol yetkilisinin anlattığı mesela. 150 kız çocuğu geliyor bir gün Nijer’den bir gemiyle limana. Biz bu çocukların akıbetini bilmiyoruz, yeterince ilgi gösterseydik bilebilir ve engelleyebilirdik diyor mesela. Kendilerini de eleştiriyorlar ama sonucun değişmesi gerekiyor. Şimdi rapor sathı mailindeyiz, iki yıllık bir süre var. Altı, yedi aydır uzmanları dinliyoruz, Missing Children, Kızılhaç gibi. Burada uluslararası kuruluşların Türkiye temsilcileriyle görüşüyorum. UNICEF (BM Çocuklara yardım Fonu), UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği), İOM (Uluslararası Göç Örgütü) gibi. Ama onlarda da herhangi bir veri yok. Avrupa’da kaybolan mülteci çocuklarla ilgili büyük bir bilinmezlik var.

Ortadoğu’da 2010 sonrası yaşanan bu büyük çalkalanış ve yok oluş sürecinde çok insan hayatını, ailesini, ülkesini, evini kaybetti. Sahile cesetleri vuran çocuklar da kayıptır. Ama bu kadar çok çocuğun sırra kadem basması ne acayip şeydir?

Hakikaten çok dramatik, o ölü çocuklar da bir askerin, vicdanlı insanların ve medyanın dikkati sayesinde görünür oldu. Çok üzücü ama mezarı olsa mezarını bilirsiniz.

 

İHTİMALLER KORKUNÇ, AKIBET BELİRSİZ

Bu akıbet şunu da kapsıyor mu? Çocuklar hayatta olsa da suç örgütlerinin terör örgütlerinin eline düşebilir ve on yıl sonra bambaşka insanlar olarak, çeşitli suçların içinden çıkabilirler mi?  

Elbette. İhtimaller korkunç, akıbet belirsiz şu an. Terörden bütün devletler rahatsız, lanetliyor ama bu puslu havalarda neler olduğunu da bilmiyor. Bu bilinmezlik yarını da tehdit ediyor. Yapamadıklarımız karşımıza başka sorunlar olarak çıkacaktır. Göç, mülteci sorununa palyetif tedbirler dışında çözümler üretmezsek karşımıza belki de terör, uyuşturucu, yabancı düşmanlığı, İslamofobi olarak çıkacaktır. İnsanlar, devletler bencilse bile, sadece kendi devletini, ulusunu, çocuklarını düşünüyorsa bile bu sorunlara kalıcı, insani çözümler üretmek zorundadır.

 

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞINI YAPABİLEN YOK

Türkiye mülteci konusunda zaten büyük bir yükü kaldırdı, aslında insanlığı düştüğü yerden kaldırdı ama hassaten Avrupa’daki kayıp mülteci çocuklarla ilgili üzerine düşen başka bir şey var sizce?

Türkiye’nin göçle, mültecilerle ilgili yaptıkları kadar söyledikleri de çok değerli. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir döneminde bu kadar dar bir zamanda bu kadar çok mülteciyi kabul eden, muhafaza eden başka bir ülke yoktur. Türkiye’nin bu konuyu yüksek sesle dillendirmesi kamuoyunun oluşmasına büyük katkı sağlayacaktır. Bir Türk milletvekili olarak milletimiz ülkemiz adına bu konuyu dile getiriyor olmaktan da mutluyum. Rapor biraz yol alsın hele. Sayın Cumhurbaşkanımız zaman zaman “Ey Avrupa” diye sesleniyor, bu konulara da vurgu yapıyor ses de getiriyor. Ama ne yapacaksak ivedilikle… Zaman geçip gidiyor çocuklar için de ve ne haldeler bilinmiyor.

 

TÜRKİYE’DE KAYIP ÇOCUK YOK

Türkiye’de kayıp mülteci çocuk var mı?

Benim bildiğim yok. Böyle bir şeyi hiç duymadım. Ailelerini kaybetmiş olanlar burada ise mutlaka yakınlarının yanında. Hem de yetim köyleri, kampları var, hepsi kayıt altında, bakım altında. Aile Bakanlığı kimsesiz çocuklarla ilgili ayrıca bir çalışma da yapıyor.

 

BU HOYRATLIKTAN UTANÇ DUYUYORUM

ABD güneyden gelen göçe karşı öfkeli büyük bir direnç gösteriyor. Sınırdan geçen göçmenlerin çocuklarını anne babalarından ayırıp açık alanda kafeslerde tutuyorlardı. Siyasetin kararı olarak. Sonradan tepkiler yüzünden vazgeçtiler gerçi ama mesela bu tutuma karşı bir siyasetçi olarak ne hissettiniz ne diyorsunuz?

Ben bu zaman diliminde yaşadığım için üzüntü duyuyorum. Utanç duyuyorum. Bu yüzyılda her şey gelişmişken insanlığın geriye gitmesinden utanç duyuyorum. Siyaset, insanın önünde değil arkasında bir şey. Ne iş yaparsanız yapın, bir hizmet aracı. Belli bir dönem yaptığınız bir şey siyaset. İnsanlığınız, karakterinizle, kendi özünüzle yapıyorsunuz. Utanç duyuyorum, üzülüyorum.

 

İNSANIMIZIN FERASETİ ÇOK BÜYÜK 

Türkiye’deki Suriyeli kardeşlerimize karşı da benzer bir hoyrat dil dile geliyor zaman zaman, siyasetçiler seslendiriyor. Ne diyorsunuz?

Tabii çok büyük bir kitleden bahsediyoruz, Gürcistan’ın nüfusu kadar bir nüfus eklendi. Haliyle bilinmeyen söylenmese bilemeyeceğimiz maliyetleri de var. Özellikle sınır illerimizde. Çöp, su gibi bazı hizmetlerin maliyetleri ikiye üçe katlanmış bazı illerde. Kimi güçlükler olsa da bizim yüce gönüllü milletimizin kavrayışı, güçlüğü anlaması, gelenleri sahiplenişi her zorluğun üstesinden geliyor. Somut bir olumsuzluk kendisine yansısa ve bile günün sonunda “ne yapsaydı insanlar, bombaların altından kaçtılar” diyor. Ben de bir siyasetçi olmanın ötesinde bu milletin bir parçası olmaktan mutluluk duyuyorum.

Bunu eleştirerek siyaset yapanlar nasıl söylüyor peki?

Bunu söyleyenler söylese de bir yerde duruyorlar yine. İnsanımız kendi kendini terapi ediyor. Olsun, ticareti canlandırıyor diyor mesela. Göç yönetilmesi gereken bir süreçtir ve doğru yönettiğiniz zaman fırsata da dönüşebilir. Tabii sayı çok önemlidir. 3 buçuk milyon çok büyük bir sayı. İnsanların şikayet ettikleri konuların da yönetilmesi gerekiyor. İnsanların şikayetçi olduğu noktalar olabilir, siyasetin görevi sorunları gidermek, bunu yönetmektir. Devletimiz bu süreci gayet iyi yönetiyor. Geri dönüşler de başladı. Fırat Kalkanı ve Zeytin dalı operasyonlarıyla güvenli bölgeler oluştu. Hayat normale dönüyor, insanlar da evlerine dönüyor.

Avrupalılarda şöyle bir şey var, sanki herkes onların ülkelerine gelmeye çok meraklı. Bir cennet kurmuşlar ve sanki orada da herkes eşit ve mutlu. Ben Konsey’de yaptığım konuşmaların sonunda hep şunu söylüyorum -ki buna da inanıyorum. En konforlu hayatı da sunsanız insanlara kendi vatanlarından daha rahat konfor sunamazsınız. Ben Fransa’da yaşadım, ama orada yaşamak yaşlanmak istemedim istemem. Benim vatanım değil çünkü. Oradaki konforun oluşmasına katkı sağlamamışım, haklı olarak onlar da beni asli unsur görmüyorlar. Benim vatanım, ait olduğum yer burası. Ben empati yaptığımda her göçmeninde böyle düşündüğünü biliyorum. “Altın kafes…” özdeyişimiz gibi. Ne sunsanız savaştan arındırılmış vatanlarını ister onlar da. E savaşı da tek tek o insanlar çıkarmadı. Ama onlar eziliyor acı çekiyor.

 

İNSANLIĞIN VİCDANI ORTAK

Bütün bu savaşlar, iç savaşlar, terör olayları silah sektörünün doymak bilmeyen açlığıyla çok ilgili. Trump’ın silah satmak için harcadığı efor çok somut mesela. Silah üretimiyle belli bölgelerde siyasi olarak üretilen gerilim eş zamanlı yürüyor ve bu neredeyse gözlerimzle takip edebiliyoruz. Haliyle kayıp çocuklar mevzuu dahil bu savaşlardan zarar gören her kişinin vebali oraya uzanıyor. Bunu da konuşuyor musunuz Avrupa Konseyinde ve ilgili komisyonlarda?

Konuşuluyor aslında. Ben hassaten göç komitesi için bunu söyleyebilirim, ilgi duyan gönül veren insanlar. Nitekim ben Rohinya’ya gitmiştim ve Avrupa’ya da Türkiye’ye de çok uzak bir coğrafya. Orada tam anlamıyla bir soykırım yaşanıyor ve Cumhurbaşkanımızın eşi Sayın Emine Erdoğan gitmeden önce kendi Cumhurbaşkanları bile gitmemişti. Bangladeş zaten yoksul bir ülke ve bu halk da dindar bir halk ve sadece dini aidiyetleri dolayısıyla bu zulme uğruyorlar. Orada olanları anlatmaya kelimeler yetmiyor. 40 kilometrelik bir alanda bir milyon insan. Bir insan deposu. Sanki ortaçağdan kalma bir hayat biçimi. Hijyen yok, kanalizasyon yok, beslenme yok. Ama hafızlık yapıyor çocuklar bir taraftan da. Yani o zulmü yapanlar da bilmeliler ki kimsenin inançlarından vazgeçmeye niyeti yok. Son kişi de kalsa bu aidiyet ve çaba kalacak. Rohinya dönüşü orada gördüklerimi anlatmıştım Komisyon’un Lübnan toplantısında. Bizden birinin gözlemlerini dilemek iyi olur diye büyük ilgiyle dinlediler. Büyük bir yansıma buldu, daha sonra Paris toplantısında bir daha gündeme getirdiler. Bence insanlığın vicdanı bir, dili dini ırkı ayrı olsa da. Bunu içinde hissedenler de var yüzeysel, iş olsun diye bakanlar da.

 

EHLEN, SEHLEN, ŞÜKRAN

Az önce dediniz gibi “imkanlar artıyor, insanlık azalıyor” diye. Büyük bir dert var başımızda. Dünyanın her yeri açık yara. Ne derseniz insanlık bununla baş edebilecek mi, umutlu musunuz?

Çabamız o yönde. İnanalım ki başaralım. Umutluyum o anlamda. Ama geç olmadan. Gecikirsek anlamı olmaz. Bunu Bosna’da görmüştük. Avrupa’nın ortasında sadece Müslüman oldukları için Boşnaklar katledilirken seyrettiler. Madem bir anda müdahale etmek ve durdurmak mümkündü, neden geç olmadan müdahale etmediler. Bir ikiyüzlülüğü de görüyorum tabii. Bazen hepsi birlikte duruyor ya da harekete geçiyor. Menfaat birliği yapılıyor. Bu anlamda ben umudun da iyiliğin de Türkiye’den yayılacağını ve yayıldığına inanıyorum. Türkiye’den umut da çok büyük. Zahtari kampına gitmiştik Komisyon olarak. Diğer ülke milletvekillerine sadece hoş geldiniz derken bana bir Türk milletvekilini olduğum için “ehlen, sehlen, şükran” deyip ellerini başlarının üstüne koyuyorlardı. İliyorlar çünkü Türkiye’nin ne yaptığını, diğerlerinin yapmadığını. Büyüğüm emekle büyük olunmuyor. Mazlumlar için ne yaptığınla olunuyor. Türkiye büyük bir devletin devamı, büyük ve güçlü bir devlet ve gereğini de yerine getiriyor. Ne mutlu bize…