Ortadoğu Uzmanı Prof. Tomar: 1.Dünya Savaşı’ndan beri en kritik durum

Tomar: Afrin-İdlib Türkiye açısından olmazsa olmaz. Aksi halde Türkiye kuşatılmış olur. Bu I. Dünya Savaşından sonra Türkiye için en kritik durumdur. Bu operasyon DAEŞ’tan ziyade PYD/YPG’nin hâkimiyetini engellemeye dönük olur.

21 Ağustos 2017 Pazartesi 07:00
Röportaj Haberleri

Fadime Özkan



DEVLETİN TEHDİT ALGISI BEKA SEVİYESİNE ÇIKTI

Türkiye, güney sınırındaki gelişmeler nedeniyle temkinli bir hareketlilik içinde. Rusya ve İran ile görüşmekte. Sebebi, DEAŞ bahanesiyle PKK’ya alan açan ve ağır silahlarla donatan ABD’nin, şimdi de Astana süreciyle çatışmasızlık bölgesi haline getirilen İdlip’i işaret ediyor olması. Bu kez öne çıkan terör örgütü El-Nusra. Türkiye hem bundan rahatsız, hem bu bahane ile PKK’nın bölgeye yerleştirilerek PKK koridorunun tamamlanması planından. Devletin tehdit algısı, beka seviyesine çıkmış durumda. Bu nedenle Afrin’e olası bir askeri operasyondan sıklıkla söz ediliyor. Ne olmakta, ne yapmak gerek, Yalova Üniversitesi öğretim üyesi, Ortadoğu ve uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Cengiz Tomar ile konuştuk.    

***

Suriye’de durum başından beri hiç iç açıcı olmadı ama özellikle son zamanlarda farklı bir hareketlilik var. İdlip’teki durumu ve olası Afrin operasyonunu konuşacağız ama başlangıç zemini olması bakımından Suriye’deki durumu ve Türkiye’nin endişe nedenini özetleyebilir misiniz?

Herkesin gözleri önünde cereyan ettiği üzere 2010 sonundan itibaren özellikle 2011’de Arap Dünyasının genelinde ve Suriye’de başlayan “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, Batı Dünyasında olduğu gibi bizde de Ortadoğu’nun zalimliğiyle meşhur totaliter rejimlerine karşı halkların özgürlük mücadelesi olarak karşılandı ve desteklendi. Bu süreçler Ortadoğu’nun üç büyük monarşisi Fas, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi krallıklarda bazı hareketlere sebep olduysa da bu monarşilerin halk nazarında bir meşruiyeti olduğundan ve toplumların taleplerine hızla bazı düzenlemeler yaparak cevap verdiklerinden çok erken dönemde sona erdi. Bunun tek istisnası Körfez’in küçük ülkesi Bahreyn’di. Onda da mezhebi fay hatları ile Suudi Arabistan-İran mücadelesi rol oynadı. Ancak Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Suriye gibi “Cumhuriyet” veya “Cemahiriye” adı altında halklarından kopuk, yolsuz ve zalim diktatörler tarafından yönetilen ülkelerde devrimlere dönüştü. Tabii biz bütün Arapları monolitik, yekpare, tek bir entite olarak gördüğümüzden olaylara total, makro ve genel düzeyde “Araplar” olarak baktık. Halbuki her ülkenin farklı bir sosyolojik yapısı ve tarihi tecrübesi vardı. Mesela etnik ve mezhebi açıdan mütecanis, homojen bir yapıya ve Türkiye benzeri bir modernleşme ve demokrasi tecrübesine sahip Tunus’ta Nahda hareketi lideri Gannuşi’nin de sağduyulu yaklaşımıyla bir başarı kazanıldı. Mısır’da ise Müslüman Kardeşlerin siyasi tecrübesizliğine ek olarak Müslüman Kardeşler fobisi ile ma’lul Batılı emperyalist güçler, İsrail ve Körfez ülkelerinin maddi ve manevi desteğiyle başlatılan “Karşı Devrim”le Türkiye’nin modern tarihine telmihen “our boys”dan biri dedikleri kendi adamları Sisi iktidara getirildi. Batı, bu noktada başlangıcından itibaren hiçbir zaman samimi olmadı. Totaliter rejimler ve terörist örgütlerle mücadele ediyormuş gibi yaptı. Ama gerçekte mücadele etmedi.

Yemen ise “mezhebi tabanlı bir dış siyaset politikası güden Ortadoğu’nun biri  Sünni (Selefi) Arap, diğeri Şii Fars mihver devleti Suudi Arabistan ve İran’ın mücadelesinin tam ortasında bırakılarak halkın kolera gibi önlenmesi çok basit bir hastalıktan öldüğü bölünmüş bir ülkeye dönüştü. Yemen gibi şu aralar kimsenin ilgilenmediği Libya da mezhebi ve etnik büyük farklara sahip olmasa da pek çok parçaya ayrıldı.

İNSANLIK DIŞI HESAP

Süreç Suriye’de nasıl yaşanmıştı?

Suriye’de ise içerisinde ABD ve genelde Avrupa ülkeleri ile Suudi Arabistan, Körfez ve Katar ile birlikte bizim de bulunduğumuz ülkeler Beşşar Esed rejimi karşıtı muhalifleri destekledik. Diğerleri samimi olarak mücadele etmedi. Burada tek samimi olan Türkiye ve Katar’dı. Bu iki ülkenin Suriye’deki oyunu bozması sonucunda Türkiye’de FETÖ darbe teşebbüsü oldu. Katar’ın da başına gelenler bununla ilgili. Türkiye’nin Suriye’de insanlık dışında bir hesabı olmadan tarihi bir duruş sergiledi. Suriye rejimi düşse bütün Körfez bu hareketlerden etkilenebilirdi. Onun için ABD ve genelde Batı ve Körfez ülkelerinin büyük kısmı samimi bir mücadele göstermediler.

Bunun karşısında uzun yıllardır Suriye’de etkinlik gösteren Rusya ve İran ise rejimin yanında durdular. Obama’nın var olup olmadığı bilinemeyen Ortadoğu ve Suriye politikası (no foot on the ground) ve Türkiye’nin arkasında durmaması, muhaliflerin bir kısmının zaman içerisinde radikalleşmesi, Batı’da Esed devrilirse yerine Müslüman Kardeşler benzeri bir yönetim gelmesinden kaynaklı endişeler sonucunda Suriye’de durum bu hâle geldi. Rusya ve İran’ın Suriye politikasındaki selabet ve metanetleri de bunda çok etkili oldu. Bizim içinde bulunduğumuz cephenin Rusya ve İran’ın Suriye’de savaş öncesine uzanan ve uzun yıllardır mevcut/temerküz etmiş varlığını ve Suriye’de mevcut sosyolojik (toplumsal, etnik ve mezhebi) fay hatlarını hesaplayamadıkları anlaşılıyor. İran, Yavuz Sultan Selim’den beri Türkiye ile bölgede hesaplaşmakta. Aslında Esed'in doğru düzgün bir ordusu yok. Savaşanların büyük kısmı Pakistan, İran ve Irak’tan getirilen Şii milisler. 

BÖLÜNMÜŞ SURİYE

Şu an fiilen ne durumda Suriye?

Elân Suriye çeşitli nüfuz bölgelerine bölünmüş durumda. Şam, Humus, Hama, Halep ve Lazkiye gibi büyük kentleri ve Doğu Akdeniz sahilini barındıran Batı Suriye (Faydalı Suriye, Küçük Suriye, Butik Suriye) Rusya nüfuzu altında rejim, Kuzey-Doğu Suriye ABD nüfuzunda PYD/YPG, Güney-Doğu Suriye ABD destekli muhalifler, el-Bâb-Cerablus Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu, İdlib bölgesi el-Kaide bağlantılı Nusra Cephesi (Hey’etü Tahriri’ş-Şâm, HTŞ) ve ÖSO, merkezi Doğu bölgelerin bir kısmı ise İran destekli rejim ve DAEŞ’ın elinde. Şu anda iki alanda mücadele devam ediyor. DAEŞ’ten alınacak bölgelerin ABD destekli PYD/YPG diğer adıyla SDG’mi yoksa İran destekli rejim tarafından sahiplenileceği ve diğer taraftan İdlib’in ne olacağı. Özellikle İdlib, Suriye savaşının en önemli kördüğümlerinden biri.

İdlip neden önemli?

İdlip’te hâkimiyeti ele geçiren güç Suriye’de siyasi pazarlıklar öncesi büyük avantaj elde edebilecek.

ÖNCE IRAK, ŞİMDİ SURİYE

Türkiye ile nasıl bir ilgisi var bu durumun?

Suriye’de Türkiye’nin şu anda en büyük endişesi sınırında PYD/YPG kontrolünde bir Kürt kuşağı kurulması, Arap topraklarıyla karasal bağlantısının kesilmesi, kendisine alternatif bir enerji koridorunun açılması ile Irak ve Suriye’deki bu yapıların kendi vatandaşlarını etkilemesi. Tabii bir de içlerinde radikal unsurların da bulunduğu iki milyonluk yeni bir göç dalgası.

Türkiye’nin sözde stratejik müttefiki ABD, tıpkı daha önce Çekiç Güç vasıtasıyla Irak’ta yaptığının bir benzerini Suriye’de adım adım uygulaması. DAEŞ’e karşı başka bir terörist örgüt olan PKK ile işbirliği yapması. Daha önce söz verdiği gibi Menbiç’i de boşalttırmaması. PYD/YPG’ye bol miktarda ağır silahlar vererek bir devlet olmanın ilk şartları olan toprak hakimiyeti ve ordu oluşturması. Yüzlerce tırlık savaş mühimmatının yanısıra ABD kökenli yeni nesil Javelin adlı çok gelişmiş anti-tank silahları Türkiye tanklarına karşı kullanılmak üzere PYD’ye verilmiş durumda. ABD Savunma bakanlığı geçen yıl 500 milyon dolar ayırdı bu işe. Biz de ise tam tersi, Türkmen kardeşlerimize, gönderilen bir iki tır yardım malzemesi FETÖ ve bazı basın mensupları tarafından deşifre edilerek engellendi.

Türkiye’nin Afrin çevresinde bir operasyon yapabileceği söylentilerinin hemen ardından da İdlib el-Kaide bileşenlerinden HTŞ’nin eline birden bire geçivermesi. Aslında bu grup Batı’nın iki yüzlü politikaları sonucunda radikalleşti. Şayet ABD hava gücüyle İdlib’e bombardıman yaparak karada PYD/YPG ile İdlib’e girerse böylece kuşak neredeyse Lazkiye yani Akdeniz’e ulaşacak. Türkiye bunu kendisi bekası için tehdit görüyor ve bu oldu bittiyi kabul edemez. Bunu önlemek için savaş dahil her şeyi göze alır.

İDLİP’TE NELER OLDU?

Rahatsızlığa dair ilk tedbir Hatay Reyhanlı’daki Cilvegözü Sınır Kapısından geçişlere kısıtlama getirilmesi şeklinde görünür oldu. Buna neden gerek duyuldu, İdlib’te neler oldu?

İdlib özellikle son dönemde Haleb’in rejimin eline düşmesi, Suriye’nin pek çok bölgesinde muhasara altındaki muhaliflerin yapılan anlaşmalarla buraya gönderilmesi sonucunda Kuzey Suriye’nin en önemli muhalif merkezlerinden olmuştu. DAEŞ ve Nusra mensupları rejim, Rusya ve İran tarafından rejimin yeşil otobüsleriyle özellikle bilinçli olarak Türkiye sınırına getirildi. DAEŞ’ın elindeki silahların büyük kısmı ABD menşe’lidir. Bu grubun içerisinde Suriyelilerden çok Zerkavi’nin fikirlerini benimseyen kuzey Afrika, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE vatandaşları mevcut. Zira Suriye halkı sosyolojik olarak Araplar içerisinde radikalleşmeye en az müsait bir toplum.

Diğer bölgelerden yapılan göçlerle bölgede iki milyondan fazla insanın çok zor şartlar altında yaşadığı biliniyor. İdlib güney, doğu ve batıdan rejim, kuzey batıdan Türkiye ve Kuzey doğudan da PYD ile çevrili. Şu anda tek çıkış noktası da Türkiye. Burada Türkiye’ye müzahir pek çok muhalif grubun yanısıra el-Kaide ile bağlantılı Nusra Cephesi (HTŞ) adlı radikal örgüt de bulunuyor. Nusra Batı’nın iki yüzlü politikaları sonucu güçlendi. Bu örgüt geçen yıl üzerindeki baskılardan kurtulmak için bir manevra yaparak el-Kaide’den ayrıldığını ilan etti. İsmini de HTŞ olarak değiştirdi. Geçen ay çıkan çatışmalar sonucunda HTŞ, diğer muhalif grup Ahrarü’ş-Şam’ı yenerek İdlib’in Türkiye sınır bölgesi, de dahil büyük kısmını ele geçirerek burada hakimiyetini pekiştirdi. Aynı DAEŞ gibi Nusra cephesi de istihbarat üretimidir.

Türkiye’de haklı olarak insani yardım ve ilaç haricinde herkes tarafından terörist olarak kabul edilen bu gruba silah ve mühimmat ulaşmaması amacıyla böyle bir tedbir alıyor. Tabi bu işin bir de Afrin boyutu var. Bu terörist gruplara ulaşan mühimmat bir nevi muhasara altındaki Afrin’e de ulaşabilir.  Ben şahsen başından beri her türlü silahlı grubun bu bölgeye gönderilmesinin kasıtlı olduğunu düşünüyorum. Bölgenin, moda terimle çok manidar diyebileceğimiz bir zamanda, Türkiye’nin Afrin’le ilgili harekatının konuşulduğu bir dönemde el-Kaide’nin eline geçtiğini değerlendiriyorum. ABD, daha önce manivela olarak kullandığı DAEŞ gibi bu sefer kendisi ve PYD/YPG’nin çıkarları için el-Kaide (HTŞ; terörizm) kartını kullanabilir. Böylece Türkiye’nin Afrin’e bir harekât yapması durumunda Rakka harekâtından çekileceğine dair PYD şantajını da engellemiş oldu. Yani ABD açısından bir taşla birkaç kuş vurma imkanı oldu.

ABD-İSRAİL PROJESİ

Türkiye güney sınırının terör örgütleri tarafından çevrelendiğini tespit ediyor ve bunun da müttefiki ABD tarafından PKK’ya alan açılarak, silah verilerek, meşru bir görüntü üretilerek yapıldığını söylüyor. Sahadaki durum bunu böyle teyit ediyor mu?

Bu tespit bana göre yüzde yüz doğru. ABD, Irak’ta yaptığını şimdi Suriye’de yapıyor. Benim sahada bulunanlardan aldığım kişisel malumatlar da bunu teyid eder nitelikte. Irakın son dönem tarihini takip edenler için bir dejavu gibi. Bu aslında 1980’lerden beri mevcut bir plan. 20. Yy. başlarında tamamlanamamış bir projenin parçası. ABD ve İsrail çıkarları açısından da çok önemli bir proje. Ortadoğu bağlamında olaya bir de şuradan bakın, Irak el-Kaide (daha sonra DAEŞ), Suriye DAEŞ, Türkiye önce PKK sonra FETÖ (Milletimizin sağduyusu ve devlet olarak tarihsel tecrübemizin derinliği nedeniyle henüz başaramadılar ki hâlâ bu operasyonlar devam ediyor). Sıradaki kim sizce?

SIRADA İRAN VAR

Kim?

Tabii ki İran. Yakınlarda İran’da da böyle bir şey çıkarsa şaşırmayın. Türkiye ve İran ikisi de bu açıdan zor lokmalar. Ama Türkiye ve İran’da bu manada denemelerin bitmiyeceğini söyleyebiliriz. Buna rağmen Türkiye ile İran’ın işbirliği yapması çok zor.

DEAŞ BİR İSTİHBARAT PROJESİDİR

Türkiye Suriye iç savaşının başlatıldığı tarihten bu yana hep bir ya DAEŞ ya PKK ikileminde bırakıldı. ABD başta olmak üzere buradaki taşeron gruplar Ankara’yı önce DAEŞ sonra El Kaide ile anmaya yeltendi ve sistematik olarak suçladı da. Ne oluyor, Türkiye DAEŞ bahanesiyle PKK’ya razı olmaya mı zorlanıyor?

Bana sorarsanız bu tür örgütler projelerin gerçekleştirilmesi için kullanılan maliyeti çok düşük ucuz aletler. DAEŞ bir istihbarat projesidir. Rejimle işbirliği yapmaktadır. Özellikle savaş teknolojisinin insanlığı yok edebilecek bir seviyeye geldiği ve konvasiyonel yani iki düzenli ordunun karşı karşıya geldiği veya ülkelerin düzenli ordular ile işgal edildiği dönemler biraz geride kaldı. Bunun yerine emperyal ve süper güçler yani imparatorluklar taşeron şirket ve örgütler kullanıyor. İşkence, hapishane ve savaş işleri dahi taşeron örütlerin yanısıra taşeron güvenlik şirketlerine devrediliyor. Kapitalist ABD’nin Blackwater’ına karşı eski sosyalist Rusya PMC Wagner ve Turan gibi güvenlik şirketlerini kullanıyor Suriye’de.

PKK, el-Kaide ve DAEŞ gibi örgütler ise emperyal istihbarat örgütlerinin çok az maliyetle kendi askerlerini kullanmadan yapacakları operasyonlarda yer alıyor. Bir zamanlar terörist örgüt olan ve elebaşısı bizzat ABD tarafından Türkiye’ye teslim edilen PKK bir anda PYD/YPG’ye veya SDG’ye dönüşmüş “özgürlük savaşçıları”! veya “demokrasi havarileri”! olabiliyor. DAEŞ en büyük zararı hem can ve mal kaybı hem de ekonomik ve turizm alanında Türkiye’ye verdi. Tabii Türkiye Müslüman bir ülke. Mevcut hükumetin de İslami tonu oldukça yüksek. Türkiye kendi çıkarları doğultusunda biraz bağımsız hareket etmeye başlayınca bu tür suçlamalar başlıyor.

TÜRKİYE SOSYOLOJİSİNDE NE DEAŞ OLUR NE EL-KAİDE

Bu ithamların siyasi amaçlı olduğunu biliyoruz ama sormadan geçmeyelim, Türkiye’de bu tür bir radikalliğe müsait bir zemin var mı?

Türkiye sosyolojik olarak ne el-Kaide’ye ne de DAEŞ’e müsait değil. Tamamen güç-çıkar dengeleri doğrultusunda Türkiye’yi uluslararası kamuoyunda mahkum etmek için bu tür suçlamalar yapılıyor. Türkiye’yi kendi hizalarına getirmek için bence. Şunu hiç aklımızdan çıkarmayalım uluslararası ilişkiler malesef  insani duygular yerine güçle ve çıkar ilişkilerine göre oluşuyor.

1. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRAKİ EN KRİTİK DURUM

Fırat Kalkanı operasyonunun hem DAEŞ tehdidini uzaklaştırmak hem PKK kuşağını engellemek için yapıldığını biliyoruz. Olası Afrin – İdlib operasyonu da aynı amaca mı matuf olacak?

Az önce tadat ettiğimiz sebeplere binaen Afrin-İdlib’in Türkiye açısından olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum. Aksi halde Türkiye kuşatılmış olur. Bu I. Dünya savaşından sonra Türkiye için en kritik durum. Bu operasyon bence DAEŞ’tan ziyade PYD/YPG’nin hâkimiyetini engellemeye dönük olur. Türkiye de el-Kaide ve terörizm kartını kullanabilir. Tıpkı el-Bab’da olduğu gibi. Burada güvenli bir bölge olabilir ve göçler engellenir.

RUSYA VE İRAN İŞBİRLİĞİ ŞART

Olası Afrin operasyonunun riskleri – imkanları nelerdir?

El-Bab da riskliydi ancak İdlib-Afrin’le karşılaştırılamaz. Burası çok büyük bir alan onlarca muhalif birlik (feylak) mevcut. el-Kaide, ABD ve PYD ve YPG olacak karşımızda. Bu operasyon ancak Suriye rejiminin vasisi olan Rusya ve İran’la işbirliği içerisinde Türk uçaklarının Suriye hava sahasına girmesiyle mümkün olabilir.

Belki nispeten daha uygulanabilir olanı Rusya’nın zımni onayıyla Türkiye birlikleri girmeden sadece hava desteği vererek Türkiye’ye müzahir grupları sahaya sürmesi. Aslında sayıca İdlib’te ÖSO daha güçlü. Neredeyse HTŞ’nin dört katı bir orduya sahip. İstihbarat örgütleri bunlara destek vermezse, Türkiye’nin desteğiyle, ÖSO HTŞ’yi ortadan kaldırabilir.

PKK’YI HAKLI ÇIKARMAK, TÜRKİYE’Yİ SIKIŞTIRMAK İÇİN

Amerika Bireşik Devletleri sözcüleri ve Suriye temsilcisi McGurk son dönemde aniden Türkiye sınırında El-Kaide’den bahsetmeye başladı. Türkiye’yi zan altında bırakmak isteyerek… Tam da Afrin operasyonu öncesinde ne yapmaya çalışıyor Amerika?

Tabii ki ortakları PYD/YPG ve kendileri için bir meşruiyet yaratmaya. Son zamanlardaki PKK’nın Maçka eylemi içeride Türkiye’yi sıkıştırmak, Avrupa’daki eylemler ise kamuoyunu el-Kaide ve radikal gruplar aleyhine yönlendirmek için yapılmış olabilir.

ABD TERÖR ÖRGÜTÜ PKK’YI NEDEN DESTEKLİYOR?

ABD, PKK gibi kanlı bir terör örgütüyle iş tutarak Türkiye gibi güçlü bir müttefikle ilişkilerini bozmayı neden göze alıyor?

Türkiye’yi te’dip etmeye, ehlileştirmeye çalışıyor. Eskiden olduğu gibi sadece ABD ve NATO çıkarlarına uygun davranmasını istiyor. Olmayınca da gördüğünüz durum meydana geliyor.

RUSYA’NİN TAHTERAVALLİ SİYASETİ

Aslında Rusya da PKK ile işbirliği yapmanın yollarını aradı, ama terör örgütü ABD ve Rusya arasında ABD’yi seçti gibi bir durum da oldu? Bunu açabilir miyiz, PKK terör örgütü Rusya için neden cazip hale geldi, PKK neden ABD’yi seçti?

Tabii Rusya da PYD’yi bize karşı ABD’ye yakınlaşmasın diye tahterevalli gibi olarak kullanıyor. Bazen yakınlaşıyor ve bazen uzaklaşıyor. PYD Rusya için olmazsa olmaz değil. Sadece siyaseten kullanıyor. PYD; ABD ve İsrail için Türkiye, İran ve Araplar arasında tam bir güven adacığı ve kendilerine sıkı sıkıya bağlı ve muhtaç (Satelite). Burada karşılıklı menfaat açısından PYD-ABD ilişkisi akla daha yatkın görünüyor. Bölgede haritaları değiştirme planı da biliyorsunuz ABD’ye ait.

RUSYA’NIN TÜRKİYE TERCİHİ

Türkiye Fırat Kalkanını ABD’nin itirazlarına rağmen yaptı. Rusya ile anlaşarak yaptı. Afrin operasyonu da Rusya ile işbirliği sonucunda mı yapılacak?

Şayet yaparsa, uçak ve birliklerini sokarsa başka bir yol görünmüyor.

Bu operasyonu ABD ile yapmanın hiç ihtimali yok muydu, yok mu, Türkiye ABD’ye neden güvenmiyor, Menbiç tecrübesi bunda etkili oldu mu?

Maalesef hiç yok. Burada amaç zaten üzüm yemek değil. Türkiye ile ilgili. O zaman kara gücü PYD’yi küstürür ve bunu şu anda göze alamaz. Tabii Irak’ta çuval geçirme, Suriye’de yalnız bırakılma, Menbiç tecrübesi etkili.

Ankara ile Moskova bir süredir yoğun bir gizli görüşme yürütüyor. Hangi zeminde ne tür bir “pazarlık” yapılıyor, işbirliğinde ortak menfaat aranıyor?

Sadece Rusya değil İran da işin içinde. Konunun çatışmasızlık bölgelerinin yanısıra İdlib’le yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. Türkiye ABD ve PYD karşısında Rusya ve İran ile işbirliği yapmayı amaçlıyor mantıklı olarak.

Rusya açısından Türkiye ile Afrin’de işbirliği yapmanın gerekçeleri, gerekleri nelerdir?

ABD karşısında düşmanımın düşmanı meselesi. Ayrıca Türkiye’yi Suriye politikasında ve genelde kendi yanında tutabilmek ve ABD’den uzaklaştırmak.

AFRİN OPERASYONUNA CEVABEN ABD NE YAPAR?

Diyelim ki Türkiye Rusya ile uzlaştı, ABD’nin oyalama amaçlı sızlanmalarına aldırış etmeden Afrin operasyonunu yaptı ve PKK’yı vurdu. ABD ne yapar bunun karşısında?

Obama olsaydı bir şey yapamazdı. Ancak Trump ve adamlarının neler yapabileceğini ben de kestiremiyorum. Zira Trump ve Tillerson hariç büyük çoğunluğu bölgede savaşmış, muharip insanlar. Bir savaş çıkabilir.

KUZEY IRAK’TA NELER OLUYOR?

Irak’ın kuzeyinde olanları Suriye sınırımızda olanlardan ayrı düşünemeyiz. IKBY 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacağını açıkladı ve geri atmayacağına yönelik açıklamalar yapıyor. Türkiye’nin bu konudaki tavrı “yapmayın, zarar görürsünüz” şeklinde. Türkiye ilişkilerine önem veren Barzani yönetimi bu kararı neden aldı?

Çünkü zamanlama çok uygun. Türkiye’nin başında Suriye ve PYD/YPG problemi varken fazla ses çıkaramayacağını düşünüyor. Irak merkezi hükumeti de ses çıkaracak durumda değil. Ertelense bile er geç bu referandum yapılacak. Zaten demografiyi Türkmenler ve Araplar aleyhine yeterince dğiştirmiş durumdalar. ABD de bu durumu destekler.

KÜRDİSTAN REFERANDUMU VE TÜRKİYE

“Kürdistan referandumu” NATO’nun projesi mi?

Bence ABD-İsrail projesi. Nato da ABD’nin elinde zaten.

“Kürdistan referandumu” sonrası Kuzey Irak’ta NATO-ABD yanlısı bir bağımsız Kürdistan devleti oluşursa ve ABD destekli PKK kuşağı da aşağıda tamamlanırsa, bu Türkiye için nasıl bir tehdit oluşturur?

Sanırım Türkiye bunu tehlike olarak görmekle birlikte Suriye’deki kadar vahim olmadığını düşünüyor. Ama bence Irak dizinin birinci bölümü. Suriye ise ikinci. Arkası yarın. Sırada Türkiye ve İran’da var. Türkiye Kürt kuşağıyla çepeçevre muhasara edilmiş olur. Araplarla kara bağlantısı kesilir.

Diyelim ki evet çıktı sandıktan, Türkiye’nin tavrı ne olur, ne olmalıdır?

Türkiye söylemsel olarak büyük tepki göstermekle birlikte bir harekat yapacağını düşünmüyorum. Çok zor bir durum. Ancak Barzani en azından Türkiye ile işbirliği yapıyor. Türkiye için öncelik Suriye’de PYD yönetimindeki kantonlar.