Vahdettin İnce: PKK’nın yok edilmesi Kürtlerin kurtuluşudur

İnce: Türk solunun akıl hocalığı yaptığı PKK Kürtlere ölüm ve yıkımdan başka şey getirmedi. Türkiye iç-dış Kürtler üzerindeki sol-emperyalist vesayeti kırar, PKK’yı bertaraf edebilirse Kürtler de travmadan kurtulur.

29 Ocak 2018 Pazartesi 07:00
Röportaj Haberleri

FADİME ÖZKAN



Aslında hendek terörüyle başlayan ama Afrin’e Zeytin Dalı operasyonu başladığından beri özellikle yükseltilmek istenen bir iddia var: “Türkiye Kürtlere savaş açtı” şeklinde. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Kürt olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu iddiayı?

Türkiye, Kürt varlığını inkâr ettiği, Kürtleri asimile etmek için çalıştığı ve buna bağlı olarak bir takım yanlışlar ve toplumsal kardeşlik dokusunu zedelemeye neden olan genellemeler yaptığı Kemalist ideolojinin egemenliğindeki eski dönemlerde bile -tek partili dönemin bazı uygulamaları dışında- bu tür bir ithamı haklı kılacak bir tutum içinde olmadı genel itibariyle. Belki de istediği halde yapamadı, Kürtlerle Türkler arasındaki güçlü din kardeşliği bağından dolayı. Şimdi Kürtlerin varlığını kabul eden, onlarla yaşanan sorunları kardeşlik hukuku çerçevesinde çözüme kavuşturmak isteyen ve bu konuda somut adımlar da atan ve ümmet kardeşliğine önem verdiğini her fırsatta vurgulayan bugünkü Türkiye için böyle bir ithamda bulunmak en azından cehalet olarak nitelendirilebilir. Cehalet değilse eğer maksatlı bir yaklaşımdır. Ayrıca Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi bir ülke ve dolayısıyla imparatorluk geleneğini tevarüs etmiş bir devlet, “Kürtlere savaş açmanın” bindiği dalı kesmek anlamına geldiğini bilir. Ama bugün Kürt sorununu bahane ederek Kürt-Türk ayırt etmeksizin toplumun geneline şiddet, terör uygulayan bir örgüte karşı verilen mücadeleyi Kürtlere savaş açmak gibi sunmak isteyen içeride ve dışarıda çok geniş etkili bir kesim de maalesef vardır. Burada bu haklı mücadeleyi veren taraf olan Türkiye’nin art niyetli kesimlere malzeme vermemesi, kardeşlik hukukunu zedelemeyecek bir dil tutturması önemlidir.

Kullanılan dil de bir sorun mu görüyorsunuz?

Ufak tefek sürçmeleri, yanlış anlamaları bir kenara bırakırsak azami dikkatin gösterildiğini söyleyebiliriz.

TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI YOK

Aslında aynı iddianın “Türkler Kürt koridorunu istemiyor” versiyonu da var?

Meseleyi “Türk-Kürt” karşıtlığı ekseninde ele almanın yanlış ve çarpıtma olduğunu belirtmek gerekir. Bu ülkede hiçbir zaman bir Kürt-Türk karşıtlığı söz konusu olmamıştır. Meseleyi bu eksende ele almak isteyenler olmuştur ve halen de bunu dile getirmektedirler çeşitli vesilelerle, ama bu tür bir söylemin müşterisi olmamıştır bu topraklarda. PKK’nın kanlı eylemler gerçekleştirdiği ve bir Kürt-Türk çatışması çıkması için can attığı süreçlerde bile bu söylem zemin bulamamıştır. Esasen, Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde de mesela bir Kürt-Arap, Kürt- Fars karşıtlığı söz konusu değildir. Söz konusu ülkelerde Kürtlerle rejimlerin sorunları olmuştur, vardır. Türkiye’de ise artık devlet ile Kürtler adına hareket ettiğini iddia eden bir örgütle mücadele söz konusudur. Çünkü İslam inancı çerçevesinde bin yılları bulan bir din kardeşliği geleneği vardır ve bu gelenek onca tahribata rağmen hala dimdik ayaktadır.

TRT KÜRDİ’Yİ AÇAN DEVLET KÜRTLERİ YOK EDİYOR DENEBİLİR Mİ?

Hala nasıl bu kadar temelsiz bir iddiada ısrar edebiliyor peki terör örgütü?

Bu iddiayı seslendirenler, karşılarında eski Türkiye olduğunu sanıyorlar veya öyle olmasını temenni ediyorlar. Eski Türkiye’de devlet tarafından -Türkler tarafından değil- Kürt varlığı kabul edilmiyordu. Sadece içeride değil, dışarıda da Kürtlerin var olduğu anlamına gelecek gelişmelere müdahil olurdu devlet. Mesela Mısır’da veya Avustralya’da günde birkaç dakikalık Kürtçe radyo yayınını engellemek için söz konusu ülkelere nota verilip yayınlar engellenmişti. Bugün günde yirmi dört saat Kürtçe yayın yapan TRT Kurdî’yi açan, Üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılmasını sağlayan bir devlet var karşımızda. Böyle bir devletin sırf Kürtlerle irtibatlıdır diye bir koridora veya özerk, federal yahut bağımsız bir yapılanmaya karşı çıkması mantıklı değil. Bu takdirde söz konusu yapılara öncülük eden örgütlerle ilgili bir sorun var. Meselenin özü budur.

OSMANLI NASIL KÜRT İDİYSE EYYUBİ DEVLETİ DE ÖYLE TÜRKTÜR

Yani?

Yani Türklere ve Kürtlere zarar veren bir örgütle devletin mücadelesi var, Kürtlerle Türklerin değil. Emperyalistlerin amacına hizmet eden, ümmetin kardeşlik perspektifinden uzak örgütlerin devre dışı kaldığı bir süreçte Kürt koridoru Türk koridoru, Türk koridoru da Kürt koridoru demektir. Arap ya da Fars koridoru da öyle. Tıpkı Türk orijinli olan Selçuklu ve Osmanlı’nın aynı zamanda Kürt devleti, Kürt orijinli olan Eyyubi devletinin de aynı zamanda Türk devleti olması gibi. Çünkü bunların her biri ırk ve etnisite esaslı değil ümmet birlikteliği esasında kurulmuş devletlerdi ve her mezhep, her etnisite kendine yer bulabiliyordu.

KÜRTLER TÜRKİYE’NİN SAHİBİ İKEN AZINLIĞA NİYE RAZI OLSUN?

Geçen gün HDP içinde ve öncülü partilerde defalarca milletvekilliği yapmış olan Sırrı Sakık benzeri bir iddiayı dillendirdi. Şöyle diyordu Sakık: “Bu gök kubbe altında, hiç bir kara parçasında Kürtlere bir statü layık görülmedi. Hatta yatacak bir mezar bile. Eyy Rab!” Nedir bu?

İstenen şey Kürtlere bir statü mü yoksa Kürtler üzerinde Stalinist bir örgütün hakimiyet imkanı bulması mı önce ona bakmak gerekir. Kürtlerin bir statüsü var. O da şu ümmet coğrafyasında Türklerin, Arapların, Acemlerin, Alevilerin, Sünnilerin kardeşi olmaktır. Türkiye özelinde ise artık bu kardeşliği üst yapıda da pekiştirmenin çabası ete kemiğe bürünmüştür. Aslında ta baştan itibaren birinci mecliste Kürtlere “Anasır-ı İslam” çerçevesinde Türklere verilen statünün aynısı verilmiştir. O da bu devletin sahibi olmaktır, azınlığı, ötekisi, böleni değil. Kürtler diğer “Anasır-ı İslam” ile birlikte bu devletin sahibidir ve bunun gerçekleşmesinin önünde bugün itibariyle hiçbir engel yoktur. Kürtleri ikna etmeye çalıştıkları kendini bu toprakların ötekisi, yabancısı, azınlığı gibi görme hali, Kürtler açısından söylendiği gibi bir bilinç değil, bir statü kazanma değil, marazi bir tutumdur. Kürtlere düşmanlık varsa budur. Kürtleri bu ülkenin sahipliği gibi büyük bir statü varken ötekisi, azınlığı olmaya razı etmeye çalışmak Kürtlere statü kazandırmak değil, onlara ihanettir. Biz bu toprakların sahibiyiz.

ABD’NİN DERDİ KÜRTLERİN KARAKAŞI DEĞİL TÜRKİYE

Sizce ABD PKK’ya 5 bin TIR silahı ve askeri eğitimi neden veriyor? Türkiye sınırında Kuzey Ordusu kurmayı neden istiyor? ABD ne yapıyor? PKK ne yapıyor?

ABD’nin istediği şey, İslam coğrafyasının sonu gelmez bir çatışma ortamında tükenişe doğru gitmesidir. Birbirini ebediyen yenemeyecek olan denk kuvvetlerin ilanihaye çatışıp durmasıdır. Afganistan bunun için bir pilot bölge olarak seçildi ve oradaki durum şimdi bütün ümmet coğrafyasına teşmil ediliyor. Çünkü İsrail’in güvenliği bunu gerektiriyor. ABD için en öncelikli husus İsrail’in güvenliğidir. ABD için bunu sağlamanın yolu, bölgenin büyük ülkelerinin küçültülmesidir. Küçültemediklerinin de enerjilerini harcayacakları iç sorunlarla boğuşmasıdır. Türkiye, bu amaçla kendisine musallat edilen PKK’yi içeride yenilgiye uğrattı. Ama bu sefer de Suriye iç savaşı bağlamında PKK’nın yeniden Türkiye’yi meşgul edecek konuma gelmesi sağlandı. PKK objektif koşullarda baktığımızda Türkiye’yi yenecek veya bölecek güçte değildir. Onun görevi Türkiye’yi içeride tutmaktır, olmadı bir başka içeri demek olan Suriye topraklarında meşgul etmektir. PKK’nın bu işlevi Amerika’nın bölgeye yaptığı her müdahalede belirginleşir. Körfez savaşından sonra eylemlerinin birden bire ivme kazandığını unutmayalım. ABD Kürtlerin karakaşına kara gözüne hayran değildir. Amerika bölemediği büyük güç Türkiye’yi meşgul etmenin derdindedir. Çünkü ümmet ve anasır-ı İslam kardeşliği perspektifinde büyüyen Türkiye İsrail’i kaygılandırmaktadır.

PKK İKİNCİ İSRAİL Mİ OLMAK İSTİYOR?

PKK bölgede ikinci İsrail mi olmak istiyor?

Yeni sistemiyle Türkiye gibi birkaç ülkeyi dışarıda bırakırsak bölgedeki ülkeler ya birer İsrail’dirler ya da İsrail’in çıkarları için dizayn edilmiş yapılardır. Halkları tenzih ederim. PKK sıralamada çok sonra gelir. İsrail kaçıncı İsrail’dir asıl ona bakmak lazım; ikinci, üçüncü…onuncu…olabilir. Yeni sistemiyle Türkiye İsrail’in çıkarları doğrultusunda dizayn edilmiş bir ülke olmaktan çıktığı gibi, bölgenin yeniden İsrail’in çıkarı doğrultusunda şekillendirilmesini de önleyici etkin bir rol oynuyor.

KÜRTLERİN DEĞERLERİNİ TAŞIMAYANLAR KÜRTLERİN TEMSİLCİSİ OLABİLİR Mİ?

Türkiyeli Kürtler PKK-PYD-SDG-KCK vesaire şeklinde isimlendirilen terör örgütünün mülkü müdür ki PKK tüm Kürtleri temsil ettiğini iddia edebiliyor, PKK bu cüreti nereden buluyor?

Değerlerine yabancı oluşumlar tarafından temsil edilme talihsizliğini yaşamak salt Kürtlere özgü bir durum değil. Baas ırkçılığı Arapları mı temsil ediyor? Ya da tek parti zihniyeti Türkleri mi temsil ediyor?... İslam coğrafyası olarak Batı medeniyetinin, kültürel, askeri ve siyasal egemenliğine girdiğimiz günden beri yaşanan bir süreçtir bu. Batı sonunda batılı değerleri özümsemiş, kendi değerlerine yabancı yapılar ortaya çıkararak bölgenin tüm halklarını böyle bir çelişkiyle karşı karşıya getirdi. Belki de Kürtler en son bu girdaba girdiler. Aslında buna ilk başta güçlü bir şekilde de mukavemet ettiler. Kemalist sistem ve baasçı yönetimler, onların bu direncini kırdı ve neticede daha önce ümmetin diğer evlatlarının yaşadığı bu talihsizliğe onlar da şimdilerde yaşamaya başladılar. Kürtleri, müstevlilerin bayii gibi hareket eden bir kısım medya tarafından karikatürize edilmeden önce geleneksel kurumları ağalık, şehylik, melalık, aşiret, Mirlik temsil ederdi. Bunlar da hem fiziki, hem de kültürel katliama uğradılar. Kalanları da söylediğim gibi batı değerlerinin içerideki borazanı gibi hareket eden bir kısım medya tarafından itibardan düşürüldüler. Ve neticede boşluk söz konusu örgütler tarafından doldurulmaya çalışılıyor. Ama Kürt halkı bünyesine yabancı bu unsuru kısa sürede atacaktır. Türklerin tek parti zihniyetini boşa çıkarması ve Arapların kendilerini temsil etmeyen yapıları bertaraf etme sancılarını çekmeye başlaması gibi.

KÜRTLERİN EKSERİSİ BU NOKTAYA NASIL GELİNDİĞİNİ GÖRÜYOR

Türkiyeli Kürtler Afrin operasyonuna sizce nasıl bakıyor? Fikir ve hissiyat farklılığı hangi noktalarda ortaya çıkıyor?

Tek parti döneminin uygulamalarını unutmayan ya da kimi kesimlerin propagandalarının etkisinde kalan bazı Kürtlerin buna olumlu bakmadığı bir gerçektir. Kürtlerin önemli bir kısmı da Türkiye’nin hem örgütün, hem Suriye rejiminin hem de ABD’nin provokasyonları neticesinde buna mecbur kaldığının farkındadır. YPG’nin durmadan silahlandırılması, üstelik bu silahın Türkiye’ye karşı kullanılmasının güçlü bir ihtimal olması da açıktır. Nitekim şimdi kullanılıyor. Türkiye’nin başlarda PYD’ye sunduğu imkanlar da hatırlanmalıdır. Durduk yere bu noktaya varılmadı. Demek istediğim, her toplum gibi Kürtler de homojen bir yapı değildir. Çeşitli görüşler ve farklı yaklaşımlar söz konusudur. Burada Türkiye’nin tek parti dönemini çağrıştıran söylem ve eylemlerden kaçınması belirleyici olacaktır. Bazen eski ırkçı, şovenist dönemleri çağrıştıran bir cümle bile hayal kırıklığına yol açabiliyor. Buna azami dikkat etmek gerekir. 

TÜRKİYE’NİN TEPKİSİ MEŞRU VE HAKLI

Ya siz... Siz nasıl bakıyorsunuz Zeytin Dalı operasyonuna? Fırat Kalkanına nasıl bakmıştınız?

Hiçbir ülke sınırlarının içinde veya dışında kendi egemenliğine karşı silaha sarılan bir gruba hoşgörüyle yaklaşmaz. Her ülke böyle bir oluşumu ortadan kaldırmak için silah gücüne başvurur. PKK kırk yıldır Türkiye’nin sınırları içinde silaha başvurmaktadır ve Türkiye de ona karşı tedbirler almaktadır. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt nüfus yoğunluğu vardır. PKK ile ideolojik ve organik özdeşliği olan PYD Suriye’deki iç savaştan istifade ederek bu bölgede yaşayan Kürtler üzerinde bir egemenlik kurmaya başladı. Önce Kürt muhalefetini sindirdi. Silah gücünden istifade ederek Kanton adı verilen bir otorite kurdu. Türkiye PKK ile bağından dolayı PYD’yi terör örgütü sayıyor ve bu örgütün egemenliğindeki bir yapıyla tıpkı PKK’ye karşı olduğu gibi mücadele edeceğini her fırsatta dile getirdi. Bu konuda Suriye iç savaşında etkin rol oynayan Rusya’yı ve ABD’yi bu örgütü desteklememeleri, silahlandırmamaları hususunda her fırsatta uyardı. Buna karşılık özellikle ABD bu örgütün mensuplarından otuz bin kişilik bir sınır ordusunu kuracağını deklare ederek büyük bir provokasyona imza attı. Ve beklenen Afrin operasyonu da başlamış oldu. Fırat kalkanında olduğu gibi burada da Türkiye bir dizi provokasyona haklı ve meşru tepkisini koymuştur.  

Siz AK Parti’den Van’dan milletvekili adayı olmuştunuz. Yani siyasi görüşünüz belli. Ama bölgeden oy alabilen iki parti daha var; HDP ve HÜDAPAR. Size göre parti tabanlarının nasıl bir bakış açısı var operasyona? Devamla, Türkiye’de devletin-hükümetin tutumuna?

Söylediğim gibi bütün Kürtler aynı tezgahtan çıkmış gibi tek bir bakış açısıyla yaklaşmıyorlar olaylara. Bu sözünü ettiğiniz partilerin tabanları için de geçerlidir. Benim gözlemlediğim kadarıyla Ak Parti tabanı bu konuda nettir. Türkiye böyle bir adımı atmak zorunda bırakılmıştır düşüncesindedirler. HDP tabanının tavrı malum. Hüdapar’ın da hatırı sayılır bir seçmen kitlesi var. Bu kitlenin belli oranda bir yeknesaklığı söz konusudur. Hüdapar’ın, PKK’nin şiddetine karşı alınan tedbirlere olumlu yaklaştığını söyleyebiliriz. Ancak onların da zaman zaman devlet yöneticilerin söylemlerinde belirginleşen milliyetçi dilden rahatsız oldukları aşikardır. Üç partinin tabanını esas alacak olursak Kürtlerin büyük çoğunluğu devletin varlığını, bekasını koruma refleksiyle hareket etmesini anlayışla karşılıyor, ancak bunun milliyetçi argümanlarla belirginleşmesinden de kaygılıdır.

HALKLARIN İSRAİL KARŞITLIĞI VAROLUŞSAL BİR DUYGU

ABD, Rusya, İran, İsrail başta olmak üzere bölgede plan içinde olan devletlerin bölgede yapıp ettiklerine bakış da bu minvalde midir?

Dediğim gibi ABD Kürtlerin karakaşına kara gözüne hayran değildir. Bölemediği büyük güç Türkiye’yi meşgul etmek derdinde Amerika çünkü ümmet ve anasır-ı İslam kardeşliği perspektifinde büyüyen Türkiye İsrail’i kaygılandırmaktadır. Rusya’nın da Sovyetler sonrası toparlanma sürecinde bir mevzi kazanma, bölgede etkin olma çabası içinde olduğu görülmektedir. İsrail’e gelince, doğal olarak bölgedeki her çatışmadan memnun olur. İsrail’in beka sorunu var. Devletler bazında bir sorun yaşamasa ve hatta son zamanlarda anlayışla karşılansa da halklar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Halkların İsrail karşıtlığı varoluşsal bir duygudur. İsrail, Müslüman halklar açısında yabancı bir unsurdur ve er ya da geç vücuttan atılacak istenmeyen bir maddedir. Bunu İsrail de biliyor. Bu yüzden bölge devletlerinin politikaları sonucu en sonunda halklara da yansıyan çatışmalar kendisi açısından bir rahatlama getireceğinin bilincindedir. İran, ümmet perspektifiyle gerçekleşen İslam devriminin sinerjisiyle bölge halklarını bütünleştirici bir rol oynayacak iken bölgesel sorunlarda taraf olmayı yeğleyen bir siyasete evrildi. Bu yüzden bölgenin büyük ve köklü bir gücü olarak kardeşlik ruhunu pekiştirme rolünden alabildiğine uzak görünüyor. İran politikaları, İran açısından mevzii kazanç gibi belirginleşse de gelecek vadetmiyor.

SİLAHIN GERİ TEPMEMESİ İÇİN OMZUMUZ SAĞLAM OLMALI

Ben şu “Türkiye haklı ama kullanılan dile dikkat edilmeli” uyarınıza dönmek istiyorum. Türkiye başından itibaren etnik mezhebi bir sebeple değil terörü temizlemek için bu operasyonları yaptığı ilan etti. Kürtlere değil PKK’ya izin vermeyeceğini açıkladı. Defalarca söyledi bunu ve fiili de ortada. Bu açıklamalarda yahut işin yürüyüşünde noksan kalan ya da Kürtler nezdinde manipülasyona açık olan, Kürtleri incitebilecek herhangi bir şey var mı dikkat çekmek istediğiniz?

Silah kullananlar bilir. Silahların geri tepmesi var. Mesela bir tüfekle ateş ediyorsanız, dipçiğini omuzunuza sağlam bir şekilde yerleştirmeniz gerekir, geri tepmesinin etkisini azaltmak için. Aksi takdirde düşmanı vurayım derken kendinizi yaralayabilirsiniz, omuzunuzun kırılması bile mümkündür. Savaş da genel itibariyle tıpkı bir silah gibi geri tepmelidir. Sınırlarınızın ötesinde bir düşmana nişan almışsanız, sınırlarınızın içindeki halkınızı sağlam tutmanız gerekir, savaşın geri tepme mekanizmasının onları yaralamamasını garantiye almanız gerekir. Savaş neticede bir gün sona erer, ama etkileri yüz yılları bulabilir. Meydana gelen maddi yıkımlar telafi edilir, can kayıpları unutulur ve fakat sosyal tahribatı bir kartopu gibi nesilden nesile büyütülerek aktarılır. Sırplar hala Kosova’yı, İranlılar Çaldıran’ı unutmuyorlar. Ermeniler 1915 olaylarına çakılıp kalmışlar. Biz de Viyana bozgununu unutamıyoruz. Bunlar savaşların geri tepme mekanizmalarının verdiği zayiatlardır. Sel gider kum kalır. Afrin savaşı şu veya bu şekilde biter, biz Türkler ve Kürtler baş başa kalırız. Türkiye bunu hesap etmeli, üsluba dikkat etmeli. Kılıç yarası geçer dil yarası geçmez. Sahada PKK/PYD ile Kürtleri ayırt ettiğimiz gibi dilde de özenli bir şekilde ayırt etmeliyiz. Dört bir yandan kuşatılıp beka sorunu yaşamamız için yoğun bir çaba varken bizim Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak gibi bir lüksümüz yoktur. Biz bu ümmetin umudu olma iddiasında iken bu umudun omurgası olan içeriyi zedelememeliyiz.  

TÜRKLERLE KÜRTLERİN İTTİFAKI HEM KARDEŞLİĞİ HEM DEVLETİ BÜYÜTTÜ

PKK-PYD Rusya’nın, ABD’nin kendilerini sattığını söylüyor. Daha önce de referandum için azmettirilen Barzani cephesinden benzeri bir nida yükselmişti. Nedir bu satılmaya müsait olma hali?

Bu bağlamda Kürt tarihi iki kısma ayrılır: birincisi, ümmet kardeşliği çerçevesinde Türkler, Araplar gibi Müslüman milletlerle kurulan ittifaklar dönemi. Tam bir kazanç ve bereket dönemidir. Kürt edebiyatı, Kürt dili bu dönemlerde gelişmiştir. Kürtlerin ve tüm ümmetin medarı iftiharı “Şarkın sevgili sultanı” Selahaddin, Türkmen Nureddin Zengi ile kurulan ittifakın ortaya çıkardığı bir kahramandır. Kudüs’ün fatihidir. Bu tarihsel dönemde ne aldatma var ne aldatılma. Birlikte ve kardeşçe büyüme var. Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi şahsında kurulan o görkemli ittifak da öyle. Her bakımdan bereketli olmuştur. Hilafetin İstanbul’a getirilmesinin tohumları bu ittifakla atılmıştı. Birinci dünya savaşında, özellikle Kurtuluş Savaşında ordu batıda savaşırken Kürt Hamidiye alaylarının da doğuda savaşması ve o muhteşem kurtuluşu gerçekleştirmesi bu ittifakın, beraberliğin sonucudur. Ordu İzmir’de düşmanı denize dökerken Kürtler de Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta… düşmana karşı sivil halk direnişlerinin destanlarını yazıyorlardı.

EMPERYALİSTLERLE İTTİFAK KURAN KÜRTLER HEP ALDATILDI, HÜSRANA UĞRADI

Kürt tarihinin ikinci kısım nedir?

İkinci kısım ise bazı Kürt lider ve örgütlerinin Ruslarla, Amerikalılarla, İngilizlerle, kısacası emperyalistlerle kurdukları ittifaklar tarihidir. Bu ise kelimenin tam anlamıyla Kürtler açısından bir aldatılma, hezimete uğrama tarihidir. Mehabad Kürt Cumhuriyetini kuran Kadı Muhammed’in Ruslar tarafından aldatılması, yüz üstü bırakılması. Ondan önce Şeyh Ubeydullah Nehri’nin yine Ruslar tarafından yüz üstü bırakılması. Mela Mustafa Barzani’nin hem Ruslar hem de Amerikalılar tarafından aldatılması. En son örnek de Irak Kürdistan’ında referandum yapan Mesud Barzani’nin ABD tarafından yüz üstü bırakılması… Bu hezimetler ve aldatılma tarihinin çarpıcı örnekleridir. Bu gün ABD tarafından sırtı sıvazlanan, silahlandırılan PYD’nin Afrin’de hem Ruslar hem de ABD tarafından ortada bırakılması da buna örnektir. Yine bundan önce PKK lideri Abdullah Öcalan’ın teslim edilme süreci de yeterince açıklayıcı bir örnektir. Buna bakarak diyebiliriz ki Kürtlerin eğilimi ile özellikle modern zamanlarda onları temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan örgütlerin eğilimi hep farklı yönlere olmuştur. Halkın eğilimi diğer Müslüman halklarla birlikte olma şeklinde temayüz etmiş ve bundan Kürtler sürekli kazançlı çıkmıştır. Ama onları temsilen ortaya çıkan örgütlerin emperyalistlere duydukları derin aşk hep Kürtlere hüsran getirmiştir. Türkiye Kürtler adına ortaya çıkan bu emperyalist aşığı haksız temsilleri bertaraf edebilirse Kürtler de bu travmatik aldatılma sendromundan kurtulabilirler.  

KÜRTLERİN TÜRK SOLU TARAFINDAN ALDATILMA TARİHİ SON BULDU

2013 yazından, Gezi’den bu yana Kürtler Türkiye’ye karşı her tür oluşumun, girişimin içinde olmaya davet edildiler, azmettirildiler, motive ettirildiler ve onlara kilit roller yazıldı hep. Bazı Kürtler bazen icabet etti de buna. Kürtler bu davetin kerametini, nereden icap ettiğini nasıl değerlendiriyor?

Türk solunun devrim fantezilerinde Kürtleri kara gücü gibi kullanma eğilimi küresel ölçekte Kürtleri kullanıp sonra yüz üstü bırakma şeklindeki emperyalist politikanın içerideki yansımasıdır. Bazı Kürtlerin sol ile beraber hareket etme tarihi de bir aldatılma tarihidir. Gezi’de ve daha önce on iki eylül öncesi sağ sol çatışmalarında faturayı hep Kürt gençleri ödemiştir. Diyarbekir ceza evinde Kürt gençlerinin yaşadığı cehennem sol ile hareket etmenin neticesinde uğradıkları bir dehşettir. Gezi olaylarında Kürtlerin istenen düzeyde katılım göstermemesi Kürtlerin içeride sahnelenen bu aldatma oyununa gelmemeye başladıklarını gösterdi. Ondan sonra yine Türk solunun devrim fantezilerinden biri olan hendek tuzağına düşmemeleri de artık bu konuda bir bilinç düzeyine ulaştıklarını gösteriyordu. Türkiye eğer bu sağlıklı adımlarını yukarıda işaret ettiğim milliyetçi söylemlere kurban etmese köpüğün altında derin derin akan doğal Kürt bilincini her zaman yanında hissedecektir. Bana göre Kürtlerin Türk solu tarafından aldatılma tarihi sona ermiştir. Önemli olan devletin Kürtlere bu memleketin sahibi olduklarını hissettirmesidir. O zaman dış Kürtler açısından da aldatılma tarihi son bulacaktır.   

PKK KÜRTLERİN EVİNİ BAŞINA YIKTI

Bin yıllık ortak tarihi var Türklerle Kürtlerin. Ve söylediğiniz gibi tarihin en kritik evrelerinde hep beraber hareket ederek aştılar o virajları Kürtler ve Türkler. Şimdi olanlara bakın. Bazı Kürtler okyanus ötesinden gelip kendilerini sahaya sürerek bin yıllık kader ortağını öldürmesi için kulağına fısıldayan emperyaliste neden kanar?

Baas rejimlerinin ve Türkiye’de tek parti rejiminin Kürtlerin varlığına kast eden ırkçı uygulamaları Kürtleri yılana sarılma durumuna getirmişti. Çaresizliktendi bu tercih. Ama şimdi Türkiye değişen ve dönüşen yeni yüzüyle Kürtlere bir alternatif sunuyor. Birlikte ve kardeşçe büyüme. Bence Kürtler bunun farkına vardılar. Emperyalistlerin dışarıdan ve Türk solunun içeriden yeniden savaş kışkırtıcılığı yapması Kürtlerin eskisi gibi bir araç olarak kullanılmasının devam etmesi içindir.

Kürtler, Türk solunun akıl hocalığı yaptığı örgütün kendilerine ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini gördüler. Elli bine yakın Kürt çocuğu dağlarda hayatını kaybetti. Kürt köyleri yakıldı, dağları bombaların hedefi oldu. Hendek belasıyla evleri başlarına yıkıldı. Kürtlerin elde ettiği hiçbir kazanç olmadı. Ölümden başka. İç ve dış Kürtler üzerindeki sol ve emperyalist vesayetin kırılması Türkiye’nin elindedir. Aslında Türkiye emperyalizimle savaşında yeni bir sürecin eşeğindedir.

DİRENİŞ DÖNEMİ BİTTİ, ŞİMDİ MUKAVEMET SONRA TAARUZ

Nasıl?

Şöyle ki: Birinci Dünya Savaşı ve ondan sonraki Kurtuluş Savaşı bizim açımızdan bir direnişti. Varlığımızı koruma amaçlıydı. Bu süreçte Türk ve Kürt ana gövdesinin bir arada kalmasını sağladık. Batı Trakya Türklerinin, Suriye ve Irak Türkmenlerinin, ayrıca Irak ve Suriye Kürdistanlarındaki Kürtlerin dışarıda kalmasına rağmen bu büyük bir başarıydı. Son yirmi senede direniş sürecini geride bıraktık. Kemalist vesayeti ve Kürtler üzerindeki Stalinist örgüt vesayetini bitirmekle artık mukavemet aşamasına girmiş bulunuyoruz. Direniş ve mukavemet arasında önemli bir fark var. Direnen taraf alta düşmüştür, varlığını korumak için çırpınmaktadır. Mukavemet ise ayakta olan iki tarafın didişmesidir. Direnişten daha üst bir aşamadır. Biz direniş aşamasında Kürtlerle Türkleri bir arada tuttuk. Mukavemet aşamasında ise Kürt ve Türk kardeşliğini pratikte pekiştirerek direniş sürecinde savunamadığımız kurumların avdetini sağlamalıyız. Bundan sonra ise taarruz aşaması geliyor. Bu da Yavuz-İdris-i Bitlisi sürecinin bugüne uyarlanması ve ümmetin birliğinin sağlanmasıdır. Bunun için tarihsel örnekte olduğu gibi sınırların değişmesi şart değildir. Mukavemet sürecinin en önemli özelliği askeri, siyasal ve düşünsel enerjinin içeride tüketilmesinin son bulmasıdır. Himmetin yükseltilmesidir. Bu yüzden direniş döneminin slogan ve kavramlarını artık bir kenara bırakmalı ve taarruz sürecine bir an önce geçmek için mukavemet sürecinin düşünsel kavramlarını tedavüle sokmamız gerekir. Milliyetçilik bu döneme özgü bir söylem asla değildir. Kürdün kendini dışlanmış hissettiği her söylem mukavemeti zayıflatır. Kürdün kendisini de içkin hissettiği bir kavram dünyası üretmeliyiz. Türkiye’nin mukavemeti kazanması Kürdün onun yanında olmasıyla mümkündür. Direnişi Kürdün desteğiyle kazanması gibi.