Anın kıymetini bilmek için kaybetmeyi beklemeyin…
ABONE OL

‘Çağın vebası’ parantezi içine alıp bizden uzak olmasını umut ettiğimiz bir hastalık kanser. Neredeyse her yaş grubunda bedenin herhangi bir bölgesinde ortaya çıkabiliyor. Nedenleri, tedavisi üzerine sayısız haber, yorum ve değerlendirme yapılıyor. Peki hastalar ne yaşıyor? Hiç ummadığı bir anda kanserle karşılaşan ve mücadele eden biri ne yaşar, nasıl mücadele eder? Bir kanser hastası ile doktor ve sağlık personeli ve yakınları nasıl iletişim kurmalıdır? Kendisi de yakın zamanda böyle bir süreç atlatan İstinye Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aybike Serttaş’a hem kansere karşı verdiği zorlu mücadelesini hem de bir iletişimci olarak kanser hastaları ile iletişim kurulurken dikkat edilmesi gereken şeylerle ilgili gözlemlerini konuştuk. Bu arada Serttaş’ın bir ricası var: “Bu röportajı okurken Vivaldi dinleyin. Four Seasons mesela. Benim için bu yaşananlar dört mevsimdi çünkü. Ve Cemal Süreya’nın en sevdiğim dizesini sizle paylaşayım: Hayat kısa, kuşlar uçuyor…” 

Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde neler hissettiniz?

Uzun süre inanamadım ve bu inanmama hali sürekli devam etti. Hastanelerde yapılan her işlemde, her kemoterapide, ameliyat öncesinde, doktorumun kapısında beklerken “Bir dakika, ben hasta mıyım?” diyerek yadırgadım başıma gelenleri. Belki de bu sayede kendim için üzülmedim. Hep dışarıdan baktım olanlara. İlk günlerde ise hayatın bir anda bitebileceği hissinin sürekli zihnimde dönüp durduğunu hatırlıyorum. Her gün farklı şekillerde maruz kaldığımız ölümlü olmak duygusu, kendimiz için hissedildiğinde tüm olağanlığına rağmen çarpıyormuş insanı.

Yola nasıl devam ettiniz?

Çoğu insan bana iyi niyetle tavsiyeler verirken, hastalığı yendikten sonra hayatın kıymetini bileceğimi, dolu dolu yaşayacağımı, yeni başlangıçlar yapacağımı söyledi. Oysa hesaba katmadıkları bir şey vardı; ben hayatı zaten seviyordum ve anların kıymetini bilen bir insandım. Hâlâ öyleyim. Gündelik yaşamın koşuşturmasında güzelliklere gözümü kapatmam ve detayları kaçırmam. Acelem bile olsa yolda gördüğüm bir ağaca dokunur, onu sever, varlığı için ona teşekkür ederim. Bir bebek benimle göz göze geldiğinde onu gülümsetmeden ondan uzaklaşmam. Bir sokak köpeğinin başını okşamadan adımlarımı hızlandırmam. Hasılı yaşama dair algılarım değişmedi ve ona küsmedim. En büyük güdüm sevdiklerim için güçlü kalmaktı, bunun beni fiziksel ve psikolojik olarak toparladığını düşünüyorum. 

DOKTORLAR HASTAYI KİŞİSELLEŞTİRMEMELİ 

Bu süreçte doktor-hasta iletişimi nasıl olmalı?

Tedavinin farklı aşamalarında farklı doktorlarla bir araya geldim. Hepsinin kendine özgü iletişim stilleri vardı. Ortak noktalarının hastayı sakinleştirmek olduğunu söyleyebilirim. Yaşadıklarımın geçici olduğunu vurgulamaları önemliydi. Kendilerinden emin olmaları, sorduklarıma kati cevaplar vermeleri de. Bir iletişimci olarak kavradığım bir şey doktorların empati ve sempatiyi karıştırmamalarının ne kadar önemli olduğuydu. Doktorum benim için üzülmemeli, herhangi bir şikâyetim olduğunda panik yapmamalı, beni kişiselleştirmemeliydi. Başlarda “neden duygulanmıyor” diye düşündüğüm hekimin aslında ne kadar da doğru davrandığını tedavinin sonlarına doğru anladım. Kontrolünü kaybetmemeli ve benim için en iyisini yapmak için kafasının karışmasına izin vermemeliydi. Bu süreçte gözlemlediğim bir başka şey de hastane personelinin ve özellikle hemşirelerin tedavide ne kadar önemli rol oynadıkları idi. Bilgili, kendini geliştirmiş ve iletişim becerileri kuvvetli hemşireler, bu tür zor hastalıklarda hasta için önemli bir moral kaynağı ve aynı zamanda tedavideki pek çok zorluğu bir nebze kolaylaştıran insanlar. 

Umudunuzu kaybettiniz mi hiç?

Umudumu kaybetmedim fakat çok yorulduğum zamanlar oldu. Bir yandan çok realist bir insanım; hayatı ve içinde bulunduğum koşulları çok pozitif görebilen biri değilim. Bu anlamda kendimi motive etmem zordur. Buna rağmen hastalığımda umutlu olmak ve umut yitiminden çok, yorulmak ve bir nefes alıp devam etmek gibi zamanlar yaşadım. Hayatın normal akışında da böyle halleri tanımlar insan; düşer, düştüğü yerde düşünür, belki farklı bir bakış açısı geliştirir ve yeniden kalkar. Hastalıkta da düştüm, düşündüm, bir süre kalkamadım yerimden fakat yola devam ettim. 

Ali Demirtaş, Aybike Serttaş ile birlikte

AKADEMİSYENLİĞİM BİLGİ KİRLİLİĞİNİN ÖNÜNE GEÇTİ

Ne yaşadığınızla ilgili araştırmalar, okumalar yaptınız mı? 

Hakemli dergilerde yayımlanmış tıp makalelerini buldum, verilere ulaştım, bunlar benim aydınlanmamı ve daha soğukkanlı olmamı sağladı. İnsan yaşadığı şeyi ne kadar net tanımlayabilirse o kadar sakin kalıyor. Başkalarından duyduklarımla yetinmedim ve kendimi kulaktan duyma bilgilerin akışına bırakmadım. Akademisyenlik hastalığımla ilgili yaptığım okumalarda bilgi kirliliğini elememi sağladı. Akademisyenliğin bir diğer yönü de bir hoca deformasyonu olan “anlatma içgüdüsü”. Yaşadıklarımı dramatize ederek değil bilinçlendirmeyi hedefleyerek anlattım. Sesimi duyurdukça ne çok insana dokunduğumu fark ettim. Paylaştıklarımla motive olan insanlar vardı: Hastalar ve hasta yakınları. Bu süreçte hem onlara umut verdiğimi gördüm ki hem de onların sevgisiyle güçlendim. 

Şu an nasılsınız? Nasıl hissediyor ve ne düşünüyorsunuz?

Şu an nasılım? Sanırım bunca soru içerisinde net bir şekilde cevaplayamayacağım tek soru bu. Bomba gibi değilim mesela. Hayatın anlamını çözmedim. Ya da yeniden doğmadım. Her şey çok yeni olduğu için şu an sadece yorgunum. Mutluyum, kendimle gurur duyuyorum. Yakınlarımın söylediği kadarıyla iyi bir hasta oldum. Bir gün bile sızlanmadım, şikâyet etmedim. Direndim, hep ayakta durmaya çalıştım. Üretmeyi bırakmadım, öğrencilerimi bırakmadım. Kedilerimi büyüttüm, sokaktaki canları hiç ihmal etmedim. Çiçeklerim solmadı. Kitaplarımın üstü tozlanmadı. Aynada gördüğüm kadın solarken, değişirken, bambaşka biri olurken onu yadırgamadım. Gülmek için bugünleri beklemedim. Bütün bunları yaptığım için bir yandan iyiyim, bir yandan da yorgun. 

HASTALIĞI KÜÇÜMSEMEK YERİNE HASTAYA DESTEK OLUN

Sizce kanser hastalarına yöneltilmemesi gereken sorular, cümleler neler? 

Kanser olduğumu söylediğimde duyduğum şeylerden biri “Artık çok yaygınlaştı, tedavisi de gelişti, grip gibi oldu.” tespitiydi. Bunu karşınızdaki hasta insana söylemeyin. Grip, birkaç günde iyileşen, uzun vadede bedeninize herhangi bir yan etkisi olmayan, tedavisi dinlenip bol sıvı almak, meyve yemek gibi oldukça romantik reçeteler olan bir hastalık kansere göre. Siz böyle söyleyerek karşınızdaki kişiyi teselli etmeye çalışıyor olabilirsiniz ama kemoterapi almış, saçları tutam tutam elinde kalmış, kaşları, kirpikleri dökülmüş biri, hastalığının küçümsenmesini değil, sadece “Yanındayım” denilmesini bekliyor. Saç dökülmesinden bahsetmişken “Kafa şeklin çok güzel, saçsızlık sana yakıştı” da demeyin. Kimse, özellikle bir kadın, çıplak bir kafaya kendi iradesiyle sahip olmak istemez. Bir diğer sık karşılaştığım ve iyi niyetli olsa da bilinçsizce söylenen şey, bitkisel tedavi önermek. Greyfurt ve narın bile yasaklandığı bir tedavi süresince sizin öylesine aklınızda kalmış bir bitkiyi önermeniz ve bir ihtimal hastanın bunu kullanması ilaçlarla etkileşime girip toksik etkiye neden olabilir. Bunlardan başka, kanser olup hayatını kaybetmiş tanıdıklardan bahsedip “Ama şimdi tıp çok ilerledi” demek de hiç olumlu bir etki uyandırmıyor bilesiniz. 

SÜREKLİ TELKİN EDİN, GEÇECEK

Şu an bu sürecin içinde olan insanlara süreci tamamlamış biri olarak neler söylemek istersiniz? 

Büyük bir şok halinde olduklarını tahmin edebiliyorum. Yorgunluk, bitkinlik, hastanede geçen sayısız gün ve sayısız işlem… Omuzlarında büyük bir ağırlık, bütün yaşamları bir anda değişmiş… Başta da söylediğim gibi bir anda ölümle yüzleşiyor insan ve diğer her şey önemsizleşiyor. Bu duygularla baş etmek hiç kolay değil. Bir yandan vücudunuz güçsüzleşirken psikolojinizi stabil tutmak da. Fakat bilsinler ki zaman geçecek. Kendilerini hasta olarak kabul etmesinler, mümkün olduğunca normal yaşama devam etsinler. Bazı günler yataktan çıkamayacaklar, bazı günler yemek yiyemeyecekler ve nice olumsuzluk; buna rağmen insan beyni iyiye odaklı ve bildiğimizden çok daha güçlüyüz. Kendinize sürekli telkin edin; geçecek… 

HASTA YAKINI GÜÇLÜ VE SAKİN DURMALI

Böyle durumlarda sizce aile üyelerinin hastanın karşısında duruşu ve davranış şekli nasıl olmalı? 

Tabii ki aile üyeleri için büyük bir şok bu teşhis. Hem hastanın hem de onların hayatı bir anda alt üst oluyor. Ben bu süreçte ailemin daha az etkilenmesini sağlamak için çabalarken kendime de güç pompaladığımı fark ettim. Her hastanın mizacı farklı. Kimi aşırı ilgiden hoşlanabilir kimi yalnız kalmak isteyebilir. Kimi yaşadığı her şeyi detaylarıyla anlatır kimi ketumdur. Hastalık hem fiziksel hem de psikolojik olarak değiştiriyor insanı. Aile ve yakınlar hastaya göre davranışlarını şekillendirecektir elbette. Ortak nokta olarak herkesin bahsettiği klişeler doğru aslında: Hastayı motive etmek, moralini bozmamak, hastalık hakkında bilgi edinip hastanın doğru adımlar atmasını sağlamak gibi. Hastalığı yaşamak kadar hastanın yakınında olmak da zor muhtemelen, fakat güçlü ve sakin görünen bir yakın, hastanın paniğe kapılmaması, vazgeçmemesi, umudunu yitirmemesi açısından çok önemli.