Aslolan iyi insan olmayı anlatabilmek
ABONE OL

ABD’de kahraman ilan edilen ve milyonların gönlüne taht kuran bir isim Muhammed Bzeek. Ölmek üzere olan ve aileleri tarafından bakımevlerine terk edilen çocukları evlat edinerek hayata tutunmalarını sağlayan bu yürekli adamın hikâyesi TRT World tarafından bir film belgesel olarak kayda geçirildi. Yönetmen Ensar Altay’ın titiz ve inançlı çalışması sonucu ortaya çıkan Guardian Of Angels (Meleklerin Koruyucusu) adlı belgesel, Muhammed Bzeek’in şu günlerde bakmakta olduğu Samantha ile geçirdiği zamana odaklanıyor. Dünya prömiyerini Tulsa American Film Festivali’nin açılışında yapan TRT World Films yapımı belgesel, 8. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde de hem ulusal hem uluslararası kategoride yarışacak.

Yönetmen Ensar Altay, Sezai Karakoç’la ilgili Gün Doğmadan belgeseliyle tanıdığımız bir isim. Muhammed Bzeek’le dost olan ve sonrasında belgesel için harekete geçen Altay’la bu özel çalışmanın arka planını konuştum.  

Muhammed Bzeek’in hayatı her sinemacının ilgisini çekecek bir hikâye. Siz nasıl öğrendiniz bu hikâyeyi ve sizi en çok ne açıdan etkiledi?

TRT World’de sinyor filmmaker olarak çalışıyordum. Bir gün internette dolanırken L.A. Times’te Muhammed Bzeek’in haberini gördüm. Baya etkilendim. Ölmek üzere olan çocuklara bakan Müslüman bir adam. Ki o dönemde de DAEŞ saldırıları dünyanın gündemindeydi. Sünnet sakalı olan bir Müslüman terörist algısı vardı. Böyle bir imaj sürekli pompalanıyordu. Ve bu adam son derece sıra dışı bir şey yaparak ölmek üzere olan, ailelerinin dahi terk ettiği çocukları hayata bağlamak için canla başla mücadele ediyordu. ABD’nin ortasında, onların melek olmasına istinaden ABD’li çocukları kurtarmaya çalışan bir adam. Bu beni çok etkilemişti.

Muhammed Bzeek nereli? Neden ABD’de yaşıyor?

Aslen Libyalı. Muhammed’in bütün hayatını araştırdım. Daha da ötesinde Türk dahi olabilir. Çünkü Bzeek sülalesinden bazı akrabaları varmış Türkiye’de. Muhtemelen Osmanlı tebası Muhammed Bzeek de. 1977’de ABD’ye okumaya gidiyor. Orada Down’la tanışıyor. Down ABD’li bir kadın ve tanıştıkları dönemde zaten bakıcı annelik yapıyormuş. Muhammed Down’la evlenip ABD’de kalıyor ve bakıcı babalık yapmaya başlıyor. Aldıkları bir çocuk vefat ettiğinde bu onları çok etkiliyor. Günlerce ağlıyorlar, üzülüyorlar. Ölümcül hastalığı olan çocukları aileleri dahil hiç kimsenin almadığını, hastanelere, bakımevlerine bırakıldıklarını ve yalnız başlarına ölüme terk edildiklerini fark ediyorlar. Ve o çocuklara sahip çıkmaya karar veriyorlar. Bazen iki, bazen üç evlerinin kapasitesi ne kadara el veriyorsa ölümcül hastalığı olan çocukları alıyorlar.

Koruyucu aile oluyorlar yani…

Evet. Anne-babanın bakmak için uygun olmadığı ya da yetim çocukları devlet alıp gönüllü olan koruyucu aileye veriyor. Bu çok yaygın bir sistem ABD’de. Down, Muhammed’e çocuk ve hasta bakımıyla ilgili her şeyi öğretiyor.

Muhammed ne iş yapıyor bir çalışma alanı yok mu?

Muhammed makine mühendisi. İsteseydi o işini yapabilirdi. Fakat muhtemelen iyilik yapmasına daha çok fırsat vereceğini düşündüğü için koruyucu aile oluyorlar. Ellerinden geldiğince çocukların ilaç, doktor, bakım vs. ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Eşi 2015’te vefat ediyor. O tarihten bu yana Muhammed bu işi yalnız başına devam ettiriyor. Birlikte 80 hasta çocuk alıyorlar ve 70’ini hayata bağlamayı başarıyorlar. O çocuklar hâlâ yaşıyor.

Müthiş bir şey!

Bu bilimsel bir gerçektir. Bir çocuk doğduktan sonra iki hafta içerisinde herhangi bir ten teması, dokunma, sevme vs. olmayınca ölüyor. Sevginin çocuk üzerindeki iyileştirici gücü çok büyük. Samimi bir şekilde karşılıksız ilgi, sevgi, dua ile 70’ini kurtarmayı başarıyorlar. 10 tanesi evlerinde vefat ediyor. Bu hikâye beni çok etkiledi.

"Muhammed’in yaptığı şey umut aşılamak, hayat kurtarmak. Bunu bir dramatik örgü içerisinde vermemiz gerekiyordu. Filmin söyleyecek bir sözü varsa temiz söylemesi lâzım. Biz de bunu yaptık.."

Nasıl bir araya geldiniz O’nunla?

Yaptığı şey o kadar hoşuma gitti ki işin aslı belgesel yapma niyetiyle de değil sadece tebrik edeyim, güzel şeyler söyleyeyim diye Facebook’tan arkadaşlık gönderdim O’na. Kabul etti. Yazışmaya başladık, derken diyalog gelişti. O benim filmci olduğumu öğrendi. Bir müddet sonra güven oluşunca “Bana 50 civarında Hollywood prodüktörü belgesel film yapmayı teklif etti. Tamamını reddettim. Eğer istiyorsan seninle yapabiliriz” dedi. “Seninki gibi eşsiz bir hikâyeyi yapmayı hangi yönetmen istemez” dedim. Bunun hayata geçmesi lazım ama çok kolay bir proje değil. TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’e götürdüm bu fikri. Daha hikâyeden bahseder bahsetmez “Mutlaka yapmalıyız. TRT olarak bizden başka da kimse yapmamalı. Çünkü çok kıymetli bir hikâye’ dedi. Onun desteğiyle harekete geçtik. Proje bitene kadar ve hâlâ da hem editöryal hem psikolojik desteği ile bizi çok şükür iyi bir sonuca ulaştırdı.

TRT’nin kendi yapımı değil mi?

TRT Worlds Film olarak yaptığımız ilk belgesel. TRT’nin olağan prosedürlerinden geçip ortaya çıkan bir iş. Bir film belgeselin bütçesinin muhtemelen beşte biri bir bütçesi dahi yok. Temelde bu hikâyeyi filme dönüştüren bizim sinema aşkımızdı.Şu anda bir Hollywood film şirketi bu hikâyenin senaryosunu yazıyor. Henüz kontrat imzalamadılar. Ama proje kabul edilirse Bzeek’i Ben Kingsley oynayacak.

Belgesele dönersek, yapım süreci nasıl gerçekleşti?

Çekimler için Bzeek’in yanına gittik. İlk gittiğimde iki ay birlikte yaşadık. Daha sonra 20-25 gün tekrar gittim. Bütçemiz kısıtlı zamanımız dardı. Yapabileceğimizin en iyisini yapmak zorundaydık. Toplamda  sekiz-dokuz ayda tamamladık. Film çıktıktan sonra İbrahim bey ile izledik. İbrahim bey bu hikâyeyi mümkün olduğunca iyi değerlendirmemiz gerektiğini söyledi. Ondan sonra tekrar bir post prodüksiyona girdik. İbrahim Eren’in desteğiyle sinemaya uygun hale getirdik. 

Muhammed Bzeek ne hissetti filmini izlediğinde…

Filmi LA.’de Hollywood’da izlediğimizde Muhammed baya duygulandı hatta gözleri doldu. Beğendiğini söyledi. Birinin filmini yapıyorsunuz, doğal olarak kendi bakış açınızdan yapıyorsunuz. O insanın kendine dair eksikleri ve farklı yönlerini düşünmesi normal. Film bitene kadar bana etki etmemesi için bu süreçlerden Muhammed’i mümkün olduğunca uzak tutmaya çalıştım. 

“Bir biyografi yapıyorsanız en tehlikeli şeylerden biri karakterinize aşık olmaktır. Kişisel ilişkiniz ne kadar sıcaklaşsa da kamera önünde olan şeye soğukkanlı bakmanız gerekiyor ki dengeyi tutturabilesiniz. Muhammed’in yaptığı şey umut aşılamak, hayat kurtarmak. Ve bunu bir dramatik örgü içerisinde vermemiz gerekiyordu. Eğer söyleyecek bir sözü varsa temiz söylemesi lâzım. Muhammed iyi bir insan. Her insan kadar inişleri, çıkışları var. Zaman zaman bunlara da göz kırpıyoruz çünkü onların yaşadığı hikayenin tetiklediği bir kutsal bir durum var ortada hayat kurtarmak: Melekleri korumak. Bu yüzden de filmimizin adını Meleklerin Koruyucusu Gardian of Angels dedik.”

Sinema parayla pulla alakalı değil

Belgeselciliğiniz anlamında bu çalışma sizi nereden nereye taşıdı? Nasıl bir tecrübe kattı?

İlk Sezai Karakoç belgeseliyle başladım. Sezai Karakoç’tan sonra El Cezire’ye 4-5 tane belgesel yaptım. Onlardan da memnunum. Adım adım farklı şeyler öğreniyorsunuz. Bu iş sürekli içimde taşıdığım sinema aşkının geldiği son nokta diyebilirim. Artık şunu görebiliyorum. İyi bir dostunuz, iyi bir kameranız ve doğru bir bakış açınız varsa sinema yapmak için paraya ihtiyacınız yok. Doğru bir şeye doğru bir yerden baktığınız vakit bir kamera size yeterli oluyor. ABD’de gittiğimiz festivallerde 3500-4000 film arasından ilk sekize ilk dörde girdik. Bunların da bir çoğu kurmaca filmlerdi. Onların bütçeleri bizim 15-20 katımızdı. Bu parayla pulla alakalı bir şey değil. Hakiki olana nasıl baktığınızla alakalı...

Muhammed Bzeek’in Müslüman kimliği biliniyor ancak filmde bu anlamda bir hassasiyet gözettiniz sanırım…

Özellikle Müslüman değilmiş gibi göstermek ne kadar yanlışsa bakın Müslüman böyle yaparın timsalini oluşturduğunuz vakit o kaba bir propagandaya dönüşür ki bu anlamsız bir şey. Burada aslolan iyilik yapmayı ve iyi insan olmayı insanlara anlatabilmek. Din düzleminden bakılırsa doğru olmaz ve propagandaya dönüşür.                   

"O dönemde DAEŞ saldırıları dünyanın gündemindeydi. Sünnet sakalına ‘terörist sakalı’ muamelesi yapılıyordu. Bu algı pompalanıyordu. Oysa gerçek hiç de öyle değildi. Tam da bu görüntüye sahip bir adam sıra dışı bir şey yaparak ölmek üzere olan, terk edilmiş ABD’li çocukları hayata bağlamak için canla başla mücadele ediyordu."