Bir kemençe peşinden dört yıl
ABONE OL

Erzincanlı bir ailenin İstanbul’da büyüyen kızı Emine Bostancı, kendini müziğe adamış bir kemençe sanatçısı. Babasının da müzik ile ilgili olması Bostancı’yı çok küçük yaşlarda bağlama ve gitar ile tanıştırmış. 16 yaşına geldiğinde bağlama hocasının da yönlendirmesi ile İstanbul kemençesine gönül veren Bostancı, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü’nden mezun. Türk makam müziği ve Türk halk müziğine sevdalı Bostancı, şimdilerde ise Rotterdam Konservatuarı’nda Türk makam müziği üzerine master yapıyor. Kemençe üstatlarından Tanburi Cemil Bey’i dinleyip onun çaldığı kemençeyi merak eden sanatçı, aradığı enstrümanı Kanada’da buluyor. 150 yıllık bir kemençenin peşine düşen Bostancı, dört yıl ve sıkı bir pazarlık sonucunda hayallerine ulaşıyor. İstanbul’un kıymetli ustalarından bir Baron’un yaptığı, Abdülaziz Han tarafından cariyesi için sipariş edilen ve Türk musikisinin zarif hanımefendisi ve kemençecisi Fahire Fersan’ın da kullandığı kemençeyi, bugünkü sahibi Faruk Fettah’tan satın alan Bostancı’dan bu kemençenin 150 yıllık hikayesini dinledik.

-Müziğe merakınız ne zaman başladı?

Çok küçük yaşlarda. Babam amatör olarak bağlama ile meşguldü, sık sık çalar söylerdi. Ben de bu ortamdan nasibimi aldım tabii. 11-12 yaşlarımda bağlama daha sonra da bir müddet klasik gitar çaldım. 16 yaşıma geldiğimde bağlama hocamın yönlendirmesiyle İstanbul kemençesinin varlığından haberdar oldum. Bu noktadan sonra bütün hayatım değişti.

-Kemençenin varlığından nasıl haberdar oldunuz?

Kemençeye ilk başladığımda Tanburi Cemil Bey’i dinlemememi tavsiye ettiler. Bizim bütün musiki kültürümüz Cemil Bey üzerinden şekilleniyor. ‘O nasıl bir kemençe çalıyordu acaba?’ diye araştırma yaptım ve Baron isminde bir ustanın enstrümanlarını çaldığı bilgisine ulaştım. O zamandan itibaren, ‘Keşke Cemil Bey’in çaldığı gibi bir kemençem olsa’ diye dua ederdim. Bundan dört sene önce de kemençe yapan bir ağabeyimize ‘Kanada’da iki tane satılık Baron kemençe var’ bilgisi geldi. Çok heyecanlandım. Çünkü Baron kemençe benim hayalimdi.

-Bir kemençenin peşinden dünyanın ucuna gitme fikri aklınıza gelir miydi?

Aslında başta o benimle dünyanın birçok ucuna gelir diye hayal etmiştim, ama kısmet tabii. Şakası bir yana, enstrüman içsel dünyanızda size ifade ettiği bütün anlamlarıyla beraber var olan bir nesnedir aslında. Dolayısıyla o benim için bir enstrüman olmanın çok ötesinde; dünyanın bir ucunu bana getirebilen ve beni de bir ucuna götürebilen… 

-Osmanlı Sarayı’ndan çıkan kemençeyi bu kadar değerli kılan nedir?

Bu kemençenin birçok değerli yanı var. Öncelikle yapımcısı; İstanbul’un eski ve kıymetli ustalarından, Ermeni asıllı sanatkar, Baron. Batı sanat dünyası için Stradivarius ne ise bizler için Baron da odur. Bir başka önemi Abdülaziz Han tarafından cariyesi için sipariş edilmiş olması. Daha sonra bu kemençe Türk musikisinin zarif hanımefendisi ve kemençecisi Fahire Fersan’ın eline geçiyor. Fahire Fersan, musikimizin mihenk taşlarından Tanburi Cemil Bey’in öğrencisi ve Refik Fersan’ın da eşidir. Benim için bu kemençeyi böylesi değerli ve özel kılan da bu yanı açıkçası. Bu kemençe bazı maddi zorluklardan dolayı 1960’lı yıllarda Iraklı, petrol zengini birinin oğlu Faruk Fettah’ın oluyor. Fettah,  bu kemençeleri ve çok değerli Türk musikisi enstrümanlarını alıp Kanada’ya yerleşiyor. Kemençe’nin Kanada’da olmasının sebebi de buradan geliyor.

İstanbul kemençesi 19. yüzyıl’dan geliyor 

-Sultan Abdülaziz’in kemençesi hangi gruba giriyor?

Ülkemizde Kastamonu, Karadeniz ve İstanbul olmak üzere üç çeşit kemençe çeşidi var. Bunlardan en yaygın ve bilinir olanı ise Karadeniz kemençesi. Benim icra ettiğim kemençe ise İstanbul kemençesi. Bu kemençe köken olarak İstanbul’a ait ve 19’uncu yüzyıl öncesi genellikle Rumların icra ettiği bir enstrüman. 19’uncu yüzyılda Osmanlı dönemi saray müziğinde kullanılmaya başlayan kemençe, bu tarihten sonra Osmanlı/Türk makam müziğinin vazgeçilmez bir parçası oluyor.

BOLCA EMEK VE MÜCADELENİN SONUNDA…

-Sıkı bir pazarlık yaptığınızı biliyoruz. Değerinin üstünde mi aldınız?

Uzun bir pazarlık sürecimiz oldu. Fakat değerinin üzerinde diyemem, bilhakis böyle bir kemençe için oldukça uygun bir fiyat olduğunu söyleyebilirim. 

-Toplam dört yıl gibi uzun bir süre uğraşmışsınız. Neler oldu bu sürede?

Evet, epey uzun sürdü. Bolca emek ve mücadele içinde geçen bir zaman dilimiydi benim için. Fakat hedefe giden yolda, olumlu ve olumsuz yanlarıyla, her anından keyif aldığım bir süreç oldu.

PAMUKLARA SARILARAK TÜRKİYE’YE GELDİ

-Kemençe Türkiye’ye nasıl geldi? 

Kanada’dan iki adet Baron yapımı kemençe geldi. Birisi sevgili Mehmet Güntekin’in diğeri ise benim. Toronto’da yaşayan çok değerli müzikolog ve doktor İlhami Gökçen kemençelerin sahibiyle bizler için uzun görüşmeler yaptı. Nihayetinde anlaştık ve Toronto’dan Mehmet Bey’in bir öğrencisi iki kemençeyi de oteldeki yastıklarını söküp kemençeleri sarıp sarmalayarak korumalı bir valiz ile getirdi. Bizim gitmemiz çok zordu. Taşımasını bilen biri olmalıydı. Tarihi eser, üzerinde fildişi var el koyabilirler ama iki gün içinde geldi kemençeler. Onları hem asli vatanına döndürmüş olmaktan hem de böyle zarif bir hatıraya sahip olabilmekten büyük mutluluk duydum.

KÜLTÜREL DEĞERLERİMİZ HAK ETTİĞİ İLGİYİ GÖRMÜYOR

-Yurt dışında yaşayan biri olarak Türkiye’nin müziğe olan ilgisini nasıl değerlendirirsiniz?

Aslında bu soruyu uzun yıllar yurtiçinde yaşayan biri olarak yanıtlamak isterim. Uzun yıllardır Türkiye’de maalesef müzik ve daha genel anlamıyla sanat alanında büyük bir yozlaşma hakim. Yetişen yeni nesil de bundan nasibini alıyor tabii. Türk makam müziği ve Türk halk müziği bu toprakların sahip olduğu en değerli ve kadim kültür öğelerinden. Bunlar özünde bize ait ve bizleri yansıtan değerler olmasına rağmen günümüzde maalesef hak ettiği değeri görmüyor. Bir yandan özellikle makam müziği şu anda icra edildiği popüler insanlarca kendi içinde ayrı bir yozlaşma döngüsü içene girmiş durumda. Kulaklarımız toplumca epey kirlendi ve maalesef kirletilmeye de devam ediyor. Bana kalırsa bunun önüne geçilebilmesi için yeni yetişen nesle henüz ilkokul çağlarından itibaren bu kültürel miras en kaliteli örnekleriyle aşılanmalı ve aktarılmalı. Tüm dünyada insanlar üzerine kimlik bilinçlerini kaybettirme/unutturma politikaları uygulanırken bizlerin bu değerlere sahip çıkması çok daha önemli artık. 

-Hedefleriniz arasında neler var? Kendinizi nerelerde görmek istersiniz?

Başta hedefim kemençeyi ve Türk makam müziğini dünya sahnesinde temsil etmek ve tanıtmak diyebilirim. Bunun yanı sıra; gelecekte, akademi çatısı altında hem sanatsal hem de entellektüel donanımı yüksek öğrenciler yetiştirerek bu kültüre hizmet etmek arzusundayım.

Bu kemençeyi rüyamda defalarca gördüm. Uzunca hayaller kurduğum için bilinçaltıma yerleşti sanırım. Şimdilerde kendisiyle saatlerce vakit geçiriyoruz. Rüyalarımdaki kadar güzelmiş gerçekten.