Dersimiz müzik derdimiz büyük!
ABONE OL

Anaokulundan başlayıp üniversite yıllarına kadar eğitimin çeşitli kademelerinde çoğu kez ‘seçmeli’ olarak karşımıza çıkan ders konularından biri müzik. Bolca şarkı söyleyip en rahat ses çıkarabildiğimiz ders olduğu için sevmişizdir çoğumuz. İmkân varsa blok flüt ve mandolinle bir enstrüman çalmanın ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu da deneyimleriz. Şanslıysak okulumuzda bir müzik sınıfı vardır; piyano ve gitar çalan bir öğretmene denk gelirsek iş daha şenlikli bir hâl alır. Ama hepsi bu. İlgisi, sevgisi ve yeteneği olanlar zaten bir süre sonra konservatuar seçeneği ile daha profesyonel eğitim almaya yönelir. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ve aslında potansiyel müzik alıcı olanlar ise derli toplu bir müzik kültürü edinmeden mezun olurlar. Sonrası yetiştikleri dönemin popüler müziğiyle şekillenir müzik beğenileri. Kültürel anlamda bağışıklık sistemi güçlenmemiş çocukların kimliği, kişiliği maruz kaldıkları farklı tür müzik, film ve kültürel ürünlerle türlü etkilere açık hale gelir. 

Öte yandan konservatuara devam edenlerin ne kadar yetkin ve istekli öğretmenler eliyle ne kadar isabetli eğitim aldıkları da ayrı bir tartışma konusu. Konservatuarların yapısı, müfredat ve müzikal bakış anlamında güncellenmemiş olması, müzik eğitimi veren kişilerin ‘eğitimci’ olmak üzere formasyon almayışları hem sanatçı hem de üretilen işlerin kalitesini doğrudan etkiliyor. Müzik alanında çalışan akademisyenler, sahada üretim yapan müzisyenler ve eğitimciler bir süredir bu konular üzerine konuşuyor, kafa yoruyor. Arp Sanatı Derneği’nin düzenlediği Günümüz Türkiye’sinde Müzik Kurumları ve Müzik Eğitimi Çalıştayı bu sorunların daha net görülmesini sağladı. Çalıştaya katkı sunan ve meseleye farklı noktalardan yaklaşan müzisyen, akademisyenlere Türkiye’de müzik eğitiminde yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini konuştuk.   

Arp sanatçısı / Arp Sanatı Derneği Kurucu Başkanı / Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi / Şirin Pancaroğlu:

Çocukların potansiyeli ortaya çıkarılamıyor

İlkokuldan liseye kadar müzik kitaplarını incelediğimizde örgün eğitimde vizyon olarak müziğin neredeyse tamamen değerler üzerine inşa edilmiş olduğunu görüyoruz. Evet değerler her zaman önemli ve eğitimin ayrılmaz bir parçası. Ancak bizim müzikal açıdan da doyurucu, iyi örneklerle çalışılmış bir müfredata ihtiyacımız var. Çocuklar ve gençler için çalışılacak müfredatın hem geleneksel müziklerimize dayanan hem de çocuklara bu müziklerden yola çıkılarak dünyaya bakış açısı geliştirebilecekleri bir imkân sunması gerekiyor. İlkokulda müzik derslerine sınıf öğretmenleri giriyor. Sınıf öğretmeninin müzik gibi son derece de engin sanat dalını öğretmesi çocuklara mümkün değil. Sınıf öğretmenleri belki bir miktar şarkı öğretebilirler ama müzik öğretemezler. 

Bugüne kadar eğitimde Türk çocuğu hangi müzik aletini çalmalıdır konusu dahi çalışılmamış. Belli bir zamana kadar mandolin, blok flüt, armonika gibi ucuz ve plastik örneklerin yaygın olarak kullanıldığı daha ziyade ithal çalgılar göze çarpıyor. Türk çocuğu hangi müzik aletlerini çalabilir, bunun için belki hem ergonomi açısından hem pedagojik uyumluluk açısından özel olarak düşünülmüş müzik aletleri gerekiyor. Bir de genel olarak örgün eğitimde müzik dersi denilen mevzunun adının da masaya yatırılması önemli. Çünkü müzik çok engin bir mevzu. Dersin adının müzik kültürü olarak değişmesinde yarar görüyorum. Ders saatinin yetersizliği de önemli bir konu. Ama başka derslerin telafisi için kullanılan bir zaman gibi görülüyor ne yazık ki. 

CİDDİ BİR KALİTE SIKINTISI VAR  

Konservatuar mevzusuna gelince uzun yıllar Batı ve Türk müziğinin ayrı kurumsal çatılar altında üretilmesi bu müzikleri birbirinden uzak durmasına yol açtı ve daha bütünlüklü bakabilen, donanımlı müzisyenler yetiştirilmesinin önüne geçti bu durum. Müzisyenlik evrensel bir mevzu. Yerel ayağı ve evrensel örnekleriyle birlikte çalışılması gittikçe globalleşen dünyamız içerisinde ayrıca bir önem arz ediyor. Bunun iyi örneklerinden biri Macaristan Budapeşte’deki müzik akademisinde hayata geçti. Bu konservatuarda geleneksel müzik alanında eğitim alan öğrenciler aynı zamanda Batı müziği eğitimi de alıyor. Batı müziği eğitimi alan öğrenciler de seçmeli dersler yoluyla doğaçlama yapmayı öğreniyor, geleneksel yaklaşımlar ve müzik pratikleri konusunda bilgi sahibi oluyorlar. Bu sayede Macaristan son 10 sene içerisinde çok değişik bir müzisyen jenerasyonu ortaya çıkardı. Çok yönlü oldukları için global dünyada kendilerine farklı bir konum bulabilen müzisyenler yetiştirdiler. Geleneksel müziği canlı bir ülke olarak Macaristan örneğini iyi etüt etmemiz gerekiyor. Dünyadaki yerimizi çok daha iyi anlayabileceğimiz çok daha özgün bir dil ortaya koyabileceğimiz potansiyele sahibiz müzikal olarak. Bunun ortaya çıkarılabilmesi için de müzikal yelpazemizdeki çeşitliliğin birleştirilip bir çatı altında üretime geçilmesi gerekiyor. Öte yandan şu an Türkiye’deki konservatuarlar son derece sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Masaya yatırılması gereken çokça mevzu var. Gerek eğitimci profilinde gerek sanatçı-öğreticiler açısından istihdam noktasında ciddi problemler var. Çocukların gerçek potansiyellerini bütün zenginlikleri ile değerlendiremediklerini görüyorum. Var olan eğitim modelinin bunu ortaya çıkaramadığını ve besleyemediğini, taşıyamadığını düşünüyorum. Çok ciddi bir kalite sıkıntısı var şu anda.   

Besteci / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / BESOM Derneği üyesi Prof. Dr. Hasan Uçarsu:

Öncelik ‘insan’ eğitimi olmalı 

Genel olarak eğitim modelimizle paralel sorunlar yaşanıyor. Müzik eğitimi genel eğitimden çok farklı değil. Orada da birtakım sorunlar var. Aileler çocukları iyi yetişsin diye çok büyük fedakarlıklarda bulunuyor. Müzik ve sanat eğitiminde de böyle bir çaba var ama esasa yönelik çok özel bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bütün yatırımlar ve fedakarlıklar bir insanın eğitimi, insani değerlerin oluşumu için değil çok kısa vaadede geri dönüşü olabilecek bir gelecek beklentisi ile yapılıyor. Eğitim uzun soluklu bir iştir. Dolayısıyla müzik eğitimi de bu genel bakıştan kendine düşen payı alıyor. 

Besteci ve solist / Bora Uymaz:

Müziği sevmeden başkasına sevdiremezsiniz

Sadece büyük bir  mirası ve geleneği olan değil geleceği de olan bir müziğimiz var. Önce bunu idrak etmek gerekiyor. Geçmişte üretilmiş ve bitmiş değil, hâlâ üretilebilen ve üretilebilecek bir musiki. Bütün dünya müzikleri arasında kendine yer bulabiliyor, birlikte işleyebiliyor hatta domine edebiliyor. Buna dünyanın her yerinde yapmış olduğumuz konserlerde seminerlerde bizzat şahit oluyoruz. Bunu niye kendi halkımıza anlatamadık? Ciddi handikaplar vardı çünkü. Bazı politik perdeler, bizim kendi at gözlüklerimiz, biz müzikle iştigal edenlerin tembellikleri. O kadar çok neden var ki. Ayrıca uzun zaman televizyonlarda kendine hiç yer bulamayan bir müzik nasıl baş edecek popüler kültürle? İki seçenek vardı önümüzde; ya topyekün gerçek bir eğitim ya da bu müziği de  popülerleştirmiş gibi yapıp sadece pespaye bir eğlenceden müteşekkil hale getirmek ve hep birlikte zıvanadan çıkmak. İlki meşakkatli ve eziyetli tabi. İkincisini seçtik. Ama eğitim her şeyin başı. Önce eğitilmiş eğiticiler bulmanız gerekiyor. Ciddi bir ehliyet problemi var. Dert lâzım. Derdi yok adamın nasıl ehil olacak. ‘Aşk olmayınca meşk olmaz’ demiş ya atalarımız. Aşk ateşi önce maşuka ondan aşıka diyor bir mutasavvıf. Bizim müziğimizin sorunu bu. Önce siz seveceksiniz ki sonra başkasına sevdireceksiniz.   

Ud sanatkarı / Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı / Doç. Dr. Enver Mete Aslan: 

Klasik Türk Müziği ve Halk müziği bir ağacın dalları 

Ülkemizde iki çeşit konservatuar var. Her iki eğitiminde birlikte verildiği devlet konservatuarı, diğeri de Türk Müziği Devlet Konservatuarı. Bu aslında geleneksel müziği yaşatmaya yönelik bir bölümleme idi ama içinde ne kadar Batı müziği eğitimi verilebiliyor o ayrı. Aslında konservatuarların yapısından ziyade içeriğindeki derslerin ve eğitim sisteminin tartışılması gerekir. İki çeşit müfredat uygulanıyor şu an. Biri Klasik Batı Müziği eğitimi veren Ankara, İstanbul Üniversitesi, Mimar Sinan gibi okulların müfredatları. Bunlar 1930’lardan bu yana Türkiye’ye yerleşmiş olan Batı müziği sisteminde yürüyor. Yaklaşık 80-90 senelik bir müfredat. İkincisi Türk Müziği Konservatuarlarındaki müfredat. Bu da 1976’da İTÜ’nün kurulması ile oluşturulan sistem. Diğer tüm okullarda da bu gösteriliyor. Kendi adıma, alanım olan Türk müziğinde uygulanan sistemin çok sağlıklı olmadığını düşünüyorum. 

Türk Halk Müziği ile Klasik Türk müziğinin birbirinden ayrılamaz iki parça olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Şu an öyle değil. Halk müziği başka yoldan yürüyor. Klasik Türk Müziği’nde de makamlar anlatılıyor ama halk müziğinde makam yokmuş gibi. Bunlar bir araya getirmek ve Klasik Türk Müziği ile Halk Müziği’nin koca bir ağacın dalları olduğu sonucuna varmak durumundayız. 

Piyanist / Usta öğretici / Müzik Okulu Kurucusu Emre Şen:

Konservatuar hocaları pedagojik formasyon almıyor!  

Müzik eğitimi veren müzisyenlerin psikolojik durumu çok önemli. Çoğu sahne sanatçısı olma hayaliyle bu işe başlıyor. Yol boyunca önemli örselenmeler, hayal kırıklıkları yaşıyorlar. Bunun sonucunda da öğrencilerindeki pozitifliği ve umudu, saf inancını görünce bunu yıkmak ister gibi davranıyorlar. Maalesef eğitimcilerin yüzde 99’u böyle. Böyle müzisyen ve sanatçı yetişmez. Müzisyen yetiştirecek kişilerin ‘eğitimci’ vasfına sahip olması lâzım ama insanlar bir müzik bölümünden mezun olup pedagojik formasyon almıyorlar. Konser yapamıyor bari hoca olayım diye yola devam ediyorlar. Kanunen böyle bir şart vardır belki ama hiçbirimiz pedagojik formasyon alarak hoca olmuyoruz. Ayrıca sanat eğitimi çok küçük yaşlara indiğinden başınızda neredeyse  ebeveyn kadar etkin bir başka yetişkin var. Psikolojinizi etkileyen bir süreç başlıyor ve siz de hoca oluncaya kadar devam ediyor. Çocuk yaştaki müzik eğitiminde de öğretmen-öğrenci iletişiminde büyük hatalar var. Dolayısıyla böyle biriken bir psikolojik yükle küskün, kahırlı, mutsuz sanatçılar yetişiyor. Ama bütün bunlar sanatın doğasına çok ters.