Günümüz romanı ve Latin Amerika
ABONE OL

İkide bir gerçekleşen darbeler, istikrarsız siyasi hayat, komplolar, cinayetler, ekonomik sınıflararası büyük uçurumlar, uyuşturucu savaşları, bitmek bilmeyen sıcak ve bir türlü kırılamayan rutinlik Latin Amerika sözcüğünün halk sözlüğündeki karşılığında yazıyor. Tabii tarifin en önemli maddesini ise diğer tüm unsurlardan beslenen edebiyat oluşturuyor. Dünyanın en saygın edebiyat araştırmalarına göre Latin Amerika yaşam tarzını en güzel şekilde anlatan Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanı, 20’inci yüzyılın en iyi 10 romanı arasında sayılıyor; Avrupalı diğer romanların yanında. Fakat bugün 2000’lerin en iyi romanlarını geçtiğimiz 12 yıllık zaman dilimini gözönünde bulundurarak sıralasak, listenin yarısından çoğunu Latin Amerikalı yazarların alacağından kuşku duyulmasa da Avrupalı romancıların iç bulandıran bir endişesi var. Ve hiç de haksız değiller!

SÖMÜRGECİLERİN DİLİNİ KULLANDILAR

Roman sanatının köklerinin bulunduğu topraklarda yaşayan Avrupalı romancılar, İspanyolca ve Portekizce gibi sömürgecilerin dillerini kullanarak, Avrupa edebiyatını taklit ederek 100 yılda büyük bir sıçrama yapan Latin Amerika edebiyatının çok gerisine düştü. Bunda romanın ana beslenme kaynağı hayatın Avrupa’da çok rahat ve gittikçe obezleşen görünümü etkili oldu. Avrupalı yazarlar, 1970’ten sonra yaşanan sosyolojik değişimleri edebiyata dökmek yerine Avrupa edebiyatının mirasını yeme yarışına koyuldu. Elbette James Joyce’un, Virginia Woolf’un, Kafka’nın izinden gidilmeliydi ama izinden gitmek edebiyatının özünden beslenip kendi özgünlüğünü yaratmak yerine özü mekan olarak seçip kendi sesini de bulamayarak ve buna ‘edebiyatın biten imkanlarında yeni mecra’ yorumunu yaparak devam etti.  Dolayısıyla Avrupa’nın romancıları, yaşamlarının her günü ilk paragraftaki sayılı nedenlerle bir festival havasında geçen Latin Amerikalı meslektaşlarının yanında başarısız oldu.

Latin Amerikalı romancı Şili’de yaşanan darbeleri, Meksika’daki sosyal dönüşümleri kaleminden akıtırken Avrupalı yazar Paris’teki Cezayirli katliamını da görmedi, Bosna Savaşı’nı da, Avrupa’nın marifeti olan Afrika ülkesi Ruanda’daki iç savaşı... Güney Afrikalı beyaz yazar J.M.Coetzee’nin yükselişi ülkesindeki sömürgeciliği anlattığı Barbarları Beklerken ile aynı dönemde başladı, Avrupalı olmaya çalışma serüveni hızlanıp yavaşlayarak 200 yıldır süregiden ve siyasi çalkantı konusunda Latin Amerika ile ikiz kardeş gibi benzeyen Türkiyeli Orhan Pamuk’un Sessiz Ev ile Avrupa sahnesine çıkışı da...

TEHLİKELİ, ÇIPLAK VE YALNIZ

Avrupalı yazarlar romana hayat verecek gelişmeleri ıskalarken Latin Amerikalı yazarlar ise toplumcu denilemeyecek ama toplumdan da ayrı tutulamayacak kaliteli eserlere yöneldi. Latin Amerika’nın tehlikeli, çıplak ve yalnız dünyasını büyülü gerçekçilik akımının mirasçıları olmasına karşın romana yeni imkanlar açmak için çabaladılar ve genç kuşaklar bunun başarısını da tattı. Son birkaç ay içinde Türkiye’de yayınlanan üç Latin Amerikalı yazarın romanı, onların romanda hangi aşamada olduklarının göstergesi aynı zamanda... Everest Yayınları tarafından Süleyman Doğru çevirisiyle okurla buluşturulan Kolombiyalı yazar Juan Gabriel Vasques’in Düşen Şeylerin Gürültüsü, Notos Kitap’ın çevirisini Pınar Savaş’ın yaptığı Meksikalı Mario Bellatin’in Çin Daması ve İthaki Yayınları’nca Seda Ersavcı çevirisiyle yayınlanan Kolombiyalı yazar Jorge Franco’nun Yara İzleri günümüz romancılığı nasıl olması sorusuna üç güzel yanıt niteliği taşıyor. Latin Amerikalı diğer yeni yazarları adına da referans olan bu yapıtlar, roman hakkında düşünenlere çok şeyler söylüyor.