'İctihadda yeni bir dil ve bakış gerekli'
ABONE OL

Geçen hafta bazı basın organlarına ‘İstanbul’da Şeriat Sempozyumu’, ‘Gündem tıpta fetva’ gibi başlıklarla yansıyan önemli bir toplantı gerçekti. Abdullah Tivnikli İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı (İSAR) bünyesinde on senedir faaliyetlerini sürdüren Tıp ve Ahlak Çalışma Grubu’nun düzenlediği “Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi ve Zorluklar” başlıklı sempozyum tıbbi gelişmelerin tıp, ilahiyat ve diğer beşeri, pozitif bilimler açısından tartışıldığı bilimsel bir zemin aslında. Ancak dine alerjisi olan ve meselelere at gözlüğü ile bakanlar için çağın en can alıcı meselelerini multidisipliner bir bakışla, zengin bir akademik çerçevede tartışan ilmi bir toplantıyı bir çırpıda ‘şeriat sempozyumu’ diye yaftalamak alışıldık bir hastalık. 

Oysa ortada on yıldır periyodik toplantı, sempozyum ve yayınlarla çağın sorunlarını dini ilkelerden sapmadan bugünden bir bakışla değerlendirmek için gösterilen güçlü bir akademik çaba var. Fetvayı Ramazan programında ‘sakız orucu bozar mı’ sorusundan ibaret sayanlar için bu önemli sempozyumu anlamlandırmak elbette kolay değil. Ama Prof. İhsan Karaman sabırla anlatıyor Tıp ve Ahlak Çalışma Grubu’nun varlık nedenini;

“Modern tıpta, tıbbi teknolojiyle birlikte çok önemli gelişmeler oluyor ve biz bunları hem sosyal bilimler hem din hem etik ve hukuk açısından yorumlamak zorundayız. Tıpta fetvaya neden gerek var? Şundan gerek var? Muameleye maruz kalacak vatandaş hangi dinden ise o muamelenin dinin prensiplerine uyup uymadığını sorguluyor. Bugün organ nakli, kürtaj bizden çok Batı’da etik enstitülerinde, kiliselerde din adamları arasında, parlamentolarda tartışılıyor. İslam ülkelerinde de vatandaş herhangi bir tıbbi teklifle karşılaştığı zaman, bu aşı, organ nakli olabilir, gidiyor Diyanet’e, imama, müftüye fetva soruyor. Alo Fetva Hattı’na gelen soruların çoğunluğu tıbbi konularda. Bütün bunlar zaten var olan mevzular ve insanlar bunun için bir yerlere fetva soruyor. Biz de tıbbi konuda fetva verirken bir metodoloji, yani usul ve metot arayışı içerisindeyiz. Herkes kendi kafasına göre konuşmasın, ‘Ortak bir yol haritası tespit edilebilir mi?’ çalışması içerisindeyiz. Kaldı ki bu toplantı fetva verme toplantısı değil, tamamen akademik bir çalışma. Yani biz tıbbi konularda vatandaşın sorduğu fetvaya cevap verirken ortak bir yol arayışı içindeyiz. Bugün Harvard ve Şikago Üniversiteleri gibi Batı’nın önde gelen kurumlarında hemen hemen aynı içerik ve yöntemde toplantılar düzenleniyor.” 

Medyada çıkan önyargılı haberlere de tepki gösteren Prof. Karaman, sempozyum hakkında ulusal basında çıkan mesnetsiz iddia ve haberleri yapanların idrakten uzak olduğuna dikkat çekti. Prof. Karaman, sözkonusu yayınları yapanların sempozyum başlığında yer alan “metodoloji” kelimesini “mitoloji” olarak anlayacak kadar sefalet içinde olduklarını kaydetti.

Prof. Dr. Karaman, dünyada “tıp etiği” diye bir kavram olduğunu hatırlatarak “Tıp etiği, tıp alanında herhangi bir uygulama yapılırken bunun evrensel ahlaki ilkelere uyup uymadığını sorgular. Mesela ‘İnsan onuruna uyuyor mu?’ Organ bağışı, kürtaj, kadavra kullanımı, hayvan deneyleri tüm bu başlıklar tıp etiğinin konuları arasındadır. Bu grup da tüm bu alanlarda akademik çalışma yapıyor.” dedi. Türk Tabipleri Birliği’nin sempozyuma tepki göstererek “Tıbbın kaynağı fetvalar değil bilimsel bilgidir” açıklamasını da talihsizlik olarak değerlendirdi. Bunun ideolojik bir koşullanmanın sonucu olduğuna dikkat çeken Prof. Karaman, diğer İslam ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye’nin bu tür akademik çalışmalar konusunda çok geride olduğunu Tıp ve Ahlak Çalışma Grubu’nun bu anlamda önemli bir misyon üstlendiğini de sözlerine ekledi. 

İCTİHAD RİSK ALMAKTIR

“Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi ve Zorluklar” Sempozyumunun açılış konuşmasını yapan Prof. Ebrahim Moosa, Genetik Mühendislik ve Teknolojinin Sorgulanması başlıklı sunumunda biyoetik meseleler üzerinde yüzeysel, derinlikli olmayan tutum ve ifadelerin tartışmayı kısır bir zemine çektiğini söyledi. Kadim kaynaklardan karar verme süreçlerine dair bilgi edinilebileceğini ancak caiz ve haram ikiliğinden daha derinlemesine düşünsel süreçlerin yürütülmesine ihtiyaç olduğunu kaydeden Moosa, “İctihadda yeni bir dil ve kavramsallaştırma gerekli. Fıkhi meselelerde sathi düşünceden kaçınılmalı” diyerek fıkıh ve felsefe kombinasyonunun fetva vermede önemine dikkat çekti. “Müslüman toplumlarda yaşayan bir felsefe yok tarihsel bir felsefe var” tespitinde bulunan Moosa, “Tıbbın, bilimin, teknolojinin altındaki felsefeyi anlamazsak etik ve fıkıh açısından değerlendiremeyiz” dedi. Genetik mühendislikte esnek bir şekilde vücudun restorasyonu sözkonusu” şeklinde konuşan Moosa, sözlerini şöyle sürdürdü: “Konuyu bilmeden fetva vermek mümkün değil. Dünyanın nasıl değiştiğini anlamazsanız birçok sorunu anlamakta zorlanırsınız. 500 yıl önceki metinlerde ictihad bulamazsınız. Düşünürken risk almaktır ictihad. Kolektif içtihatta bazen felsefi düşünce bulunmuyor. Oysa hem fıkıh, hem İslam felsefesi, çağdaş felsefe bir araya gelmeli. İctihad için çok daha kalabalık konseyler oluşturulmalı.” İnsan üzerine yapılan çalışmaların temkin gerektirdiğinin de  altını çizen Moosa, ‘Ancak genetik ve kök hücre çalışmaları hayatımızın bir gerçeği. Nereye kadar temkinli olacağız? Burada riskler ve faydaların ele alınması gerekli. Zira insanlar fayda ve zarar durumunu benimsiyor.” dedi.

Medyada çıkan önyargılı haberlere tepki gösteren Prof. İhsan Karaman, sempozyum hakkında ulusal basında çıkan mesnetsiz iddia ve haberleri yapanların idrakten uzak olduğuna dikkat çekti. 

ETİK VE FIKHIN ÇALIŞMA ALANI ORTAK 

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun başkanlığını yaptığı birinci oturumda konuşan Prof. Dr. Mürteza Bedir etik ve fıkıh ilimlerinin ortak olarak insan davranışlarının olması gereken formuyla, normatif alanla ilgilendiğini hatırlatarak bu yönüyle iki ilim dalında çalışma alanlarının aynı olduğunu, akıl yürütme mekanizmasında da benzerlikler bulunduğunu kaydetti. “Biyofıkıh Metodolojisi” başlığıyla sunumunu yapan Prof. Dr. Recep Şentürk de tıbbi bilgi ile fıkhi bilginin etkileşim içinde olduğunu ve bu etkileşimi sağlıklı şekilde yönetebilmek için bilgiyi çok iyi tasnif etmemiz gerektiğini vurguladı.

İkinci oturumda Prof. Dr. İlhan İlkılıç, beyin ölümü örneği üzerinden Batı’da ve İslam toplumlarında insan anlayışı konusunu tartışmaya açtı. Prof. İlkılıç, beyin ölümünün tanımını net şekilde anlamak gerektiğini; beyin ölümü tespitini yapacak olan kişi tabip iken, ölüm kriterlerini belirleyecek olanın tıp ile birlikte felsefe-etik-teoloji bilimleri olduğunu, ölüm anlayışını ise yalnızca felsefe-etik-teolojinin belirleyebileceğini ifade etti. Burada argümanların bir kuyumcu terazisindeymiş gibi tartı(şı)lması gerektiğini belirten Prof. İlkılıç, hangi konunun hangi disiplin zemininde ele alınacağına doğru karar vermenin önemine dikkat çekti. 

AŞI, SAĞLIK İÇİN ZARURETTİR

Üçüncü oturumda konuşan Prof. Dr. Abul Fadl Mohsin Ebrahim ise “Zaruret İlkesi ve Biyomedikal Alanına Uygulanması” başlıklı sunumunda İslami Tıp Hukuku’nun yasal ve bağımsız bir disiplin hâline gelmesinin önemini vurgularken, zaruret hâlinin dini kaynaklardaki karşılığından bahsetti. İslam hukukundaki korunması gereken 5 şeyi (nefis, akıl, din, nesil, mal) sıralayan Prof. Ebrahim, zaruret hâlinin ancak bu temel ihtiyaçlardan birinin kaybı durumunda söz konusu olacağını ifade etti. Kürtaj, organ nakli gibi biyomedikal müdahaleleri İslami perspektiften değerlendiren Prof. Ebrahim, son zamanlarda sıkça tartışılan aşılama konusundaki tereddütlere karşı da önemli bir açıklamada bulundu. Aşının dinen korunması gereken beş unsur için zaruri olduğunu örneklerle açıklayan Prof. Ebrahim, aşıların küresel morbidite ve mortaliteyi azalttığı gerçeğini hatırlattı. Sempozyuma katılan Dr. Ihsan Shamsi Ghooski İran’daki, Dr. Endy Muhammad Astiwara da Endonezya’daki fetva tecrübelerini anlattı. Sempozyumda sunulan tebliğler diğer toplantılarda olduğu gibi kitaplaştırılarak ilgililerin istifadesine sunulacak.