Moğollar fethettikleri coğrafya tarafından fethedildiler
ABONE OL

Biraz ortadan olacak ama 13. yy’da Moğollara Hristyanların ilgisinden başlayalım. Sürekli elçi de gönderirlerdi, bu ilginin nedeni neydi?

Haçlı Seferi ve sonrasında Müslümanlar ile mücadelede dişe dokunur başarılar elde edemeyen Batı’da dinî motiflerle bezeli birçok efsane yaygınlık kazandı. Bunlardan biri Prester John Efsanesi. Efsaneye göre, Doğu’da, yerini kimsenin bilmediği Prester John isimli bir Hristiyan hükümdarı yaşıyordu: Şartlar oluştuğunda “Cennet’in Krallığı”nı tesis edecekti. Bu beklenti dolayısıyla, İslâm dünyası üzerine bir kasırga gibi çöken Cengiz Han büyük bir heyecana neden oldu. Batı’nın kolektif zihninde yer alan soru “Bunlar gerçekten de Hristiyan mı bizim için mi geldiler?” noktasından başlayıp, “Eğer öyle değilse, öyle olmasını nasıl sağlarız?” hattına ulaştı. Nitekim Batı’dan Moğol hanlarına gönderilen elçiler de “tebliğ” amacı taşıyordu.

Hristyan dünyası Moğolları bir efsane üzerinden tanımlarken bizim kaynaklarımız neler diyor?

Kaynaklarımız tarafından genellikle “Tatar” olarak adlandırılan Moğollar, Moğolistan’ın kuzeydoğusunda yaşayan ve Altay dil ailesine mensup Moğolca’yı konuşan göçebe bir topluluktu. Cengiz Han’ın tarih sahnesine çıkışına kadar Çin güdümünde önemsiz bir yaşam sürüyorlardı. Karizmatik bir lider olan Cengiz Han ile birlikte yeni bir sosyopolitik topluluk olarak temayüz ettiler. Dünyayı fethe çıkan Moğollar bunlardır.

Moğol rüzgârından Türklerin ve aslında tümden İslam dünyasının bu kadar çabuk etkilenmesinin nedeni neydi?

Göçebe ve savaşçı toplulukların bitmez tükenmez enerjisinden beslenen Moğollar’a karşı durabilecek bir güç o dönemde yoktu. Öte yandan bu dönemde İslâm dünyası da siyasî bütünlükten yoksundu ve her yanına yayılmış olan bir gerilim söz konusuydu. Rumen düşünür Cioran’a atıfla söyleyecek olursak, İslâm dünyası “yorgundu” ve gelip de kendisini sarsacak “barbarını” bekliyordu.   

İşte o beklenen barbar Türklere 1243 Kösedağ Savaşı’nda geliyor sanırım? 

Kösedağ bozgunu demek daha doğru. Babası Sultan Alaeddin Keykubad’dan sonra tahta çıkan ve babasının ölümünde parmağı olduğuna dair rivayetler bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev, selefi gibi güçlü bir hükümdar değildi. İşin aslı, Moğollar Anadolu sınırlarına çok önce gelmişlerdi. Mugan bölgesinde şartların olgunlaşmasını beklediler. Keykubad Moğollara karşı geniş ölçekli tedbirler almıştı. Kaynakların, içkiye düşkün ve zayıf karakterli olarak tanımladığı Gıyaseddin Keyhüsrev tahttayken, 1239’da Babaî İsyanı patlak verdi. Frenk askerlerinin bastırdığı isyan sırasında sınır boylarındaki barikatlar yıkılmış, garnizonlar içeri çekilerek ülke Moğollara karşı korumasız hale gelmişti. Kösedağ’da Selçuklu ordusu rakibinden kalabalık olmasına rağmen, öncü birlikler arasında gerçekleşen önemsiz bir çatışma dışında taraflar arasında dikkate değer bir savaş yaşanmadı. Çünkü başta Sultan ve devletin ileri gelenleri tek bir ok bile atmadan kaçtılar.

Moğollar sahiden zorba ve barbar mıydı yoksa ‘işgal altında üretilmiş kaynaklar’ bizi yanıltıyor mu?

Açıkçası ben modern içerimleri dolayısıyla “zorba” ve “barbar” gibi kavramları kullanmayı tercih etmiyorum, ama ortada sistematik bir şiddet kullanımı olduğu da açık… Fakat bunun devrin siyasî ve askerî kültürü bağlamında okunması gerekiyor. Bir başka ifadeyle, Moğol şiddeti stratejik bir şeydir, ideolojik değil. Yanıltma meselesine gelince. Evet, söz konusu kaynaklar Moğollara ilişkin negatif bakışları dolayısıyla olanları abartmış, hatta üzerlerine eklemiş de olabilirler. Fakat İbn Battuta, Moğol istilasından aşağı yukarı bir asır sonra istila bölgesini gezerken şahit olduğu yıkılmış şehirleri anlatır. Bu bakımdan, onun kayıtları, aradan asırlar geçse bile eski haline gelemeyecek bir dünyadan bahseden İbnü’l-Esîr’in ürkütücü kayıtlarını destekleyen ve doğrulayan verilerdir.      

Moğol işgali Selçluklu’yu ortadan kaldırmıyor ve enteresan bir şekilde bu işgal Türklerin mimari eserlerinden entelektüel üretimlerine dek fayda sağlıyor? Bu paradoks değil mi?

Klasik ortaçağ devletinin hâkimiyet anlayışında esas olan yıkmak değil, o devleti vassal hale getirmektir. Selçuklu’yu ortadan kaldırmadılar ama Sultanları dahi kendileri belirlediler. Devleti yıktıkları takdirde bir kez elde edebilecekleri kazanımları, on yıllar boyunca tekrar tekrar elde ettiler. Ama Moğol istilasının Anadolu’da neden olduğu dönüşüm, uzun vadede paradoksal biçimde olumlu. Nedir o? İstila sürecinde Moğolların önünden kaçan yüz binlerce insan sayesinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması hızlandı. Bu insanlar arasında bulunan âlimler coğrafyamızın sonraki yüzyıllarını biçimlendiren ana fikrin hamurunu kardılar. İstikrarsızlık dönemi gibi görünen Türk Beylikleri çağında birçok şehir payitaht olma durumunu yaşadı ve her birinde camiler, medreseler, yollar yapıldı. Tek bir siyasi irade tarafından gerçekleştirilebilmesi mümkün olmayan bir dönüşümdü bu.

İran ve Anadolu coğrafyasına gelen Moğollar kendi dinlerini yaymak yerine bu kültür ile kaynaşıyorlar? Sanırım işgalin çözülmesine neden olan da buydu?

Moğol kabileleri yarımadanın şurasına ya da burasına yerleşip İslâmlaşmışsalar da, Anadolu’yu yurt edinecek Moğol demografisi mevcut değildi. Yani bütüncül bir dönüşme ya da fiilî geri çekilme olguları, Anadolu’daki Moğol işgalinin akıbetini tarif etmede yeterli olmaz. Ama Moğolların özellikle İran coğrafyasında total bir dönüşüm süreci geçirip İslâm kültür ve coğrafyasının bir parçası haline geldiklerini biliyoruz. Mutlak addettikleri bir kültürel formasyona sahip olmadıkları için fethettikleri coğrafyanın kültürel dinamikleri tarafından dönüştürülmek Moğolların kaderiydi. Fethettikleri coğrafya tarafından fethedildiler.

Kayı boyu, yani Ertuğrul ve ailesi ne durumda Moğol işgali varken? 

Erken Osmanlı çağı ile ilgili olarak elimizde yeterli bilgi bulunmuyor, bunu belirtmek lâzım. Efsanevi nitelikler taşıyan ve ağırlıklı olarak geç dönemlerde görülen ananevî veriler, Osmanlıların atalarının Selçukluların Anadolu’ya gelişleri esnasında bu coğrafyaya geldikleri, sonra da Söğüt dolaylarına yerleştikleri yönünde. Ve bütün bunlar Moğol istilasının Anadolu’yu vurmasından önce yaşanıyor. Kayılar’ın Moğollar ile doğrudan doğruya bir teması yok gibi bir şey. Burada önemli olan nokta, Osmanlıların, Osman Gazi’den önce Anadolu’da kendilerine sıkça rastlanan pek çok sıradan Türk boyundan biri olduğu ve onlara ilişkin güçlü anlatıların zaman içerisinde ve devletin gelişimine paralel olarak teşekkül ettiği gerçeğidir.     

Osmanlı’nın kuruluş döneminde Moğolların rolünden olumlu veya olumsuz manada pek bahsedilmez. Moğolların Osman Gazi’ye katkıları ya da zararları oluyor muydu?

Osmanlı’nın kuruluş dönemlerinde Moğolların doğrudan doğruya bir etkisinin bulunduğunu söylemek kolay değil. Kuşkusuz bu dönemde Anadolu’da yaklaşık yarım asırdan beri devam eden bir Moğol etkisi vardı ve bunun neticeleri hâlâ idrak ediliyordu, fakat artık bunun sonuna gelinmişti. Özellikle 1299 tarihli Sülemiş İsyanı’ndan sonra İlhanlı etkisi uç bölgelerinde kaybolmaya yüz tutmuştu. Dolayısıyla Osmanlı’nın kurulduğu dünyanın farklı bir dünya olduğunu ve bu dünyada Moğolların artık bulunmadığını belirtmek gerekir.

"Moğol istilasının Anadolu’da neden olduğu dönüşüm, uzun vadede paradoksal biçimde olumlu. İstila sürecinde Moğolların önünden kaçan yüz binlerce insan sayesinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması hızlandı. Bu insanlar arasında bulunan âlimler coğrafyamızın sonraki yüzyıllarını biçimlendiren ana fikrin hamurunu kardılar."

Tarihçileri yıldıran soru: Cengiz Han Türk müydü?

Cengiz Han ve onun içerisinde doğduğu Moğol sosyolojisinin (bugün bu sorudan kastedildiği açık olan etnik manada) Türk olmadığı düşüncesindeyim. Farklı bir dil, farklı bir kültür ve Türk deneyimi ile benzerlikleri olmakla birlikte farklı bir tarihî macera var ortada. Öte yandan, bu soruya verilecek cevabın Türk kavramını anlamlandırma biçimimiz ile yakından ilişkili olduğu da ortada. Türk derken neyi kastediyoruz? Şecere-i Terâkime’de Cengiz Han’ın Moğolların tek hükümdarı olarak kabul edildiği büyük kurultaya katılan yirmi altı kabilenin on dokuzunun Türk olduğu yazar. Şimdi bunu nasıl değerlendireceksiniz? Bana sorarsanız buradan hareketle sosyal, siyasî, askerî ve kültürel anlamda Moğolların Türkî olduklarını söylemekte bir mahzur yoktur. Özellikle Ortaçağ için konuştuğumuzda Türk ya da Moğol gibi tanımlama biçimlerinin doğrudan doğruya ve mutlak manada etnik kökeni değil, siyasî bir mensubiyeti tanımladığını kabul etmek gerekir.

‘Mevlana işbirlikçiydi’ demek, yüzeysel bir spekülasyon

Mevlana’nın ya da topluma yön veren başka önemli figürlerin Moğollarla işbirliği yaptıkları şeklindeki yorumları bugünden geriye bakılarak oluşturulmuş spekülatif bir değerlendirme olarak görüyorum. Bunu yapanların aklında Moğol, Mevlana, Türkmen, devlet, işgal, istila, ihanet, işbirliği gibi kelimelerden oluşan karmaşık bir anlatı var. İhanet edilen ya da kendisine karşı düşman ile işbirliği yapılan şey ne? Türklük mü? İslâm mı? Böyle bir şey olamaz. Bir kere ortada devlet yok zaten bu dönemde. Başka parametrelere başvurmamız lazım. Göçerlik ve yerleşiklik olguları meseleyi vuzuha kavuşturabilecek bakış açısını bize sunuyor zaten. Kaybedecek fazla bir şeyleri olmayan ve fiziksel bir mücadeleye girme konusunda daha yetenekli olan göçebelerin tepkileri direnişten beslenirken; ekonomik ve kültürel birikimlerini muhafaza etmek zorunda olan ve direniş reflekslerini de kaybetmiş bulunan şehirliler “uzlaşma” yanlısıydılar.