Sen varsan #şiddeteyeryok
ABONE OL

KADEM için 25 Kasım tarihi ne anlam ifade ediyor? 

KADEM 2013 yılında kurulduğundan bugüne kadar kadın mağduriyetleri ve kadınların ihtiyaçları ile alakalı pek çok projeler hazırladı, kampanyalar yaptı ve eğitimler düzenledi. Bugün hala bu çalışmaları devam ediyor. Bunların arasında şiddete uğrayan kadınların mağduriyetlerini takip etmek ve bu şiddeti önlemeye çalışmak çok özel bir yer tutuyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü de çalışmalarımızın fark edildiği önemli günlerden biri. Elbette bu günün bu şekilde anılmasının tarihte yaşanmış acı bir olay sebebiyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz de her yıl bugünün önemine dikkat çekmek üzere ya bir bilgilendirici ve dikkat çekici video hazırladık ya da başka kurumların yaptığı bu tarz videolara, kamu spotlarına destek vererek bu alandaki duruşumuzu göstermeye gayret ettik. Bu seneki videomuzun ana amacı da yine kadına yönelik şiddete dikkat çekerek kamuoyunda bununla ilgili farkındalık yaratmak oldu. Ama bu noktada meseleye dair farklı bir bakışı öne çıkararak insanların böyle bir durumla karşı karşıya kaldıklarında sorumluluk almaları gerektiğini de onlara anlatmak istedik. Örnek bir davranış modeli geliştirmeye çabaladık.  Toplumun her ferdinin kadına yönelik şiddet karşısında gözlerini kapamamaları, bu acıya bakıp geçmemeleri, yapabilecekleri bir şey varsa bu insani sorumluluğu almaları gerektiğini anlatmaya çalıştık.

Sosyal medyada ve televizyon ekranlarında yayınlanan bu kısa film maksadına ulaştı mı sizce?  

Aldığımız geri dönüşler maksadına ulaştığını gösteriyor. Kampanya için çalışırken nasıl bir kurguyla en doğru ve en etkili mesajı verebiliriz diye düşündük. Çünkü şiddet basit bir hadise değil. Tarzımızın ve dilimizin doğru şekillenmesi gerekiyordu. Sosyal ortamlarda yahut kamusal alanlarda birinin şiddetine maruz kalındığında nispeten bir müdahale imkanı oluşuyor. Ama iş kapalı kapılar arkasında yani aile içinde gerçekleşirse maalesef bu imkan da yok. Bu nedenle aile içindeki şiddetten hareket edelim dedik ve bir apartman hayal ettik. Apartmandaki diğer aileler kavga seslerini duyduklarında o hakaretleri, bağırmaları işittiklerinde bir aile yetkilileri arasın dedik. Diğer aile ise şiddet uygulayan kişiyi o ortamdan en azından zihinsel olarak uzaklaştırmak üzere bir olay kurgulasın, dikkatini başka bir tarafa çeksin diye düşündük. O andaki şiddeti akut bir biçimde sona erdirecek, akılcı bir müdahale olması lazımdı. Biz de apartmandaki bir sorun gerekçesiyle şiddet kullanan kişinin evin dışına çağrılmasının daha doğru olacağını düşündük. Elektrik kesintisi bunun için şiddeti bölecek tarzda oldukça uygun bir bahaneydi ve film mesajı itibariyle ve aldığımız geri dönüşleri düşündüğümüzde amacına ulaştı.

Bu hassasiyet çok önemli. Çünkü şiddeti engellerken de şiddet göstermek gibi bir eğilimimiz var toplum olarak…

Maalesef.  Gelen mesajlarda da bu vardı. “Bir şiddet olayı ancak bu kadar iyi resmedilebilir ve ancak bu kadar nezaket ile bertaraf edilebilir” diye yazmış hocalarımızdan biri. Evet şiddeti telin ediyoruz ama biz de ona misl-i mukabele yaparsak o zaman tepkimizin bir anlamı kalmıyor, kendimizle çelişmiş oluyoruz. Biz bu sene kampanyamızı toplumun her kesimine ulaşacak şekilde üçayaklı yürüttük. Öncelikle filmimiz 23 Kasım’dan çeşitli mecralarda gösterilmeye başlandı. Eş zamanlı olarak 47 ildeki temsilciliklerimiz vasıtası ile şehir meydanlarına ve alışveriş merkezlerine stantlar kurduk ve “Sen Varsan Şiddete Yer Yok” sloganımızın yazılı olduğu bir perde önünde insanların gelip bu duyarlılığın ve şiddete itirazın bir parçası olmalarını istedik. Fotoğraflar çektik, şiddetin önlenmesine yönelik fikirlerini dinledik, öneriler aldık. Profiller de çok renkliydi; yaşlı amcalar, teyzeler, çoluk çocuk ailesiyle destek olmaya gelenler, genç erkekler, genç kızlar, engelliler ve hatta turistlere kadar herkes stantlarımızda ‘Ben varsam şiddete yer yok’ dedi. Bu çok önemli bir ayaktı kampanyada.  Bu etkinlik çok ses getirdi. İnsanlar kendilerini oraya ait hissettiler. Herkes şiddete karşı bir irade gösterdi. Bizatihi oraya gidip sıraya girdi insanlar. Demek ki gerçekten doğru bir noktayı vurgulamışız, onu gördüm. Burada mesele sadece bir fotoğraf karesinden ibaret değil elbette, bu aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünün de göstergesi. O yüzden çok ümitvârız.

O zaman kamuoyunda kadına yönelik şiddetin son bulması konusunda ciddi bir kararlılık var…

Kesinlikle.... Zihniyet dönüşümünün nüvelerini görmüş olduk burada. İnsanlar hem bu kampanyanın bir parçası olma konusunda iştiyak gösterdiler hem de kampanyanın diğer ayaklarına katkıda bulundular. Sosyal medya üzerinde mini bir anket düzenledik üçüncü adım olarak. Bu, sosyal medya kullanıcılarının algılarını, yönelimlerini ölçmeye yönelik mini bir anketti.  Birinin bir kadına şiddet uyguladığını görürseniz ne yaparsınız diye sorduk . ‘Yetkilileri ararım’, ‘Ayırmaya çalışırım’ ve ‘Müdahale etmem’  şeklinde üç şık verdik. 24 saat içinde yaklaşık 30 bin kişi bu ankete oy verdi ve anket sonucunda yetkilileri ararım ve ayırmaya çalışırım diyenlerin oranı yüzde 90 çıktı. Bu gerçekten ezici bir çoğunluk... Bu da bize şunu gösteriyor ki halkımız bu konuya gerçekten duyarlı. Ben yurtdışında da yaşadım. Batı insanı meseleye daha bireysel bakıyor. Orada bir şey oluyorsa o kişi kendi başının çaresine bakar diye düşünüyorlar. 

Bizim toplumumuz daha farklı. Mazluma karşı her fert kendini sorumlu hisseder. Bu anlamda çok güzel hasletlerimiz var. ‘İyilik yapmak’, ‘haksızlığa karşı durmak’ gibi genetik kodlarımızda var olan bu kültürel mirası bugüne taşıdığımız sürece, doğru bilgilerle beslediğimiz sürece bu gibi marazi durumların inşallah azala azala toplumumuzdan silineceğine inanıyorum.

Toplum olarak karşı duruyoruz. Sivil Toplum mücadele ediyor. Şiddete sıfır tolerans diyen bir iktidar var yönetimde. Peki bu şiddet nereden besleniyor?

Evet, kadına yönelik şiddet konusunda toplumsal birlik sağlandı. Şimdi zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız var. Bu da dünden bugüne kısa sürede olabilecek bir şey değil. Şiddeti neyin beslediğine gelecek olursak, bazen insanların kişisel hırsları, bazen kendilerini yeterince geliştirmemiş olmaları, benlik algısının düşüklüğü, iletişimdeki kifayetsizlik, kendini doğru ifade edememe kişileri şiddet kullanmaya götürebiliyor. Ancak şu çok net ki, kadın veya erkek fark etmiyor, şiddet uygulayanların hemen hepsinde bir kişilik sorunu var. Bunun için de kişiliği geliştirmeyi ve belli bir düzeye çıkarmayı hedeflememiz lâzım. Bu anlamda KADEM’in de başka STK’ların da eğitimleri var. Toplumsal dönüşümü sağlamak istiyorsak önce insan onurunu, insan haklarını ayaklar altına alan bu tür durumlara karşı farkındalık oluşturmalıyız. Yaratılıştan gelen, Allah’ın bizim nüvemize koyduğu merhamet, adalet, diğergamlık gibi değerleri ortaya çıkarıp insanlarda da bununla ilgili bilinç oluşturacak çalışmalar yapmamız gerekiyor. 

KADEM olarak siz bu anlamda neler yapıyorsunuz?

İki insan diye bir eğitimimiz var. Kadın erkek ayrımı yapmadan herkesin eşit düzeyde yaratıldığını söylüyoruz. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir, üstünlük ancak ahlak ve takva iledir. İşte bu ahlak bütünlüğünü sağlayabilen insanlar şiddetten zaten uzak olan insanlardır. Bizim bu konuda daha çok çalışmamız lazım. 

Zihniyet dönüşümü yapmalıyız

Medyanın sorumluluğu da çok önemli değil mi bu mücadelede?

Elbette. Medya da ürettiği içerik ile ne yazık ki şiddeti besleyen kaynaklardan biri. Şiddeti önlemek sadece KADEM’in, kadın STK larının vazifesi olmamalı. Bu sorunun sadece 25 Kasım’da çıkıp konuşmakla, bir film yapmakla çözülmesi elbette mümkün değil. Bir bakış açısı geliştirmek istiyorsak yaptığımız her işte bunu devam ettirmemiz lâzım. Medya da bunun bir parçası. Bizim için ve çocuklarımız için pek çok uyarıcı var şu an. Sosyal medyadan tutun konvansiyonel medyadaki pek çok programlara kadar içeriklerin gözden geçirilmesi ve yayınların şiddetten arındırılacak şekilde formatlanmasının faydalı olacağı kesin. Şiddet olaylarının yaygınlaştırılması ile bir alışma ve zaman içinde kanıksanma oluşuyor. Bizim kültürümüzde kötülüğü aşikar etmemek aslolandır. Burada da şuna dikkat etmek gerekir; kötülüğü aşikâr etmemek onu hasıraltı etmek,  görmezden gelmek, çözümsüz bırakmak değildir. Elbette yetkili merciler haberdar edilir, hukuki süreçle ilgili her tür sorumluluk yerine getirilir. Ancak medya ve sosyal medya yoluyla kötülüğü özendirici ve onaylayıcı bir dille ifşa etmek, meselenin çözümüne ciddi anlamda zarar verir. Yakın zamanda bunun bir örneğini gördük. Ardarda yaşanan siyanür vakalarında haberlerde verilen detaylarla adeta insanlara yöntem öğretildi ve cesaret verildi bu eylemi gerçekleştirmeleri için.

Zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu söylediniz. Nasıl bir yol izlenmeli bunun için? 

Gelenekte olan bazı yanlış kodlamaların gözden geçirilmesi gerekiyor. Geleneğimiz kültürümüz şüphesiz bizim için çok kıymetli. Geleneği reddeden bir toplum asla varolamaz. Köklerini reddeden bir toplum ileriye gidemez. Ama geleneğimizde öyle ifadeler ve atasözlerimiz var ki çocuklar ve gençler bunları duyarak büyüyor, zihin dünyaları bunlarla şekilleniyor. ‘Kızını dövmeyen dizini döver’, ‘Dayak cennetten çıkmadır’, ‘Kadına danış ama söylediğini yapma’, ‘Kadının saçı uzun aklı kısadır’ gibi cümleler şiddete varan davranışlara meşruiyet kazandırıyor. Bu kodlamalar üzerinden korunmaya muhtaç, aciz ve hükümsüz bir kadın tanımı ortaya çıkıyor ne yazık ki.  Özellikle de ‘acziyet’ sıfatını sadece bir cinsiyete, kadına  yüklediğimizde diğer taraf iyi niyetli bir biçimde onu korumaya yöneliyor. Korumakta  bir sorun yok elbette. Ancak bu koruma içgüdüsü haddi aştığında erkek artık koruduğu şahsı insan olarak görmekten çıkıyor. Kadını kendi uzantısı gibi görüp, ona yaşam ve tercih hakkı bırakmadan ‘senin için en iyisini ben düşünürüm’, ‘senin yerine her konuda ben karar veririm’ şeklinde bir yaklaşım içine giriyor. Psikolojik şiddete dönen bu hal ilerleyen dönemde büyüyerek sosyal şiddete ve ekonomik şiddete dönüşüyor. Artık dayanılmaz noktaya geldiğinde ya da fiziksel şiddet başlıyor ve o birliktelik çatırdamaya başlıyor. Demek ki burada geleneği doğru anlamak gerekiyor. 

İnançla ilgili de aynı yanlışa düşülüyor. Hz Peygamber’in hayatına bakarak İslam’ın şiddet konusundaki yaklaşımını çok doğru bir şekilde anlayabiliriz. O, bize dinimizi anlatmak üzere gönderilmiş bir peygamber. Melek değil bir insan ve bir kul. Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda bırakın kadına ya da erkeğe şiddeti, herhangi bir canlıya bir kötü muamelede bulunduğunu göremezsiniz. Sesini dahi yükseltmiyor. Hâl böyleyken, önümüzde ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim’ diyen bir peygamber varken, bir Müslüman kadın ve erkek şiddeti nasıl mazur ve meşru görebilir? Gelenek ve dinden kaynaklanan bu yanlış kanaatler ayıklandığında şiddetin daha azalacağına inanıyorum. 

TOPYEKUN HAREKETE GEÇMEK GEREKİYOR

Neden sadece kadına yönelik şiddete odaklanıyorsunuz? 

KADEM şiddetin her türlüsüne karşı duruyor. Erkek şiddeti, kadın şiddeti diye ayırmıyoruz; ‘Herkese karşı her türlü şiddete son’ sloganı da bize ait bir slogan ve pek çok kez kullandık. Ama ne yazık ki kadını mağduriyetleri yekün olarak çok daha fazla. Öte yandan biz bir kadın derneğiyiz ve odak noktalarımız kadınların yaşadığı hak ihlalleri. Dolayısıyla bu alanda çalışmamızdan daha doğal ne olabilir?

Yasalar bu konuda caydırıcı mı?

Cezaların artırılması suçların azalması yönünde tek başına yeterli bir etken değil. İnfaz yasasında ceza sürelerinin artışlarına rağmen hâlâ şiddet devam ediyor ve önünü alamıyorsak başta da ifade ettiğim gibi zihniyet dönüşümüne ve toplumsal kabullerin değişmesine ihtiyacımız var demektir. Eşini döven bir erkeğin toplum nezdinde dışlanması gerekiyor. ‘Muhakkak o kadın bir şey yapmıştır da bu adam onu dövmüştür’ yaklaşımı yaygınsa orada bizim daha çok çalışmamız gerekiyor. Şiddeti mazur görenler bunu söylüyorlar ama bu bir terbiye metodu olamaz. Hz Peygamber hiç kimseyi döverek terbiye etmemiştir. Bir sorun söz konusu olduğunda ikaz ve iletişim yolunu uygulamalıyız. Şiddet uygulayan kişi maalesef kolay olanı seçiyor. O yüzden tedbir kararlarında şiddet uygulayana öfke kontrolü eğitimi verilmeli diyoruz. İnsanlar duygularını tanımıyor, kendini tanımıyor. Öfke şiddete varmadan bunu aşabilecek eğitimler verilmeli; sosyal hizmet uzmanlarının ve psikologların bu konu üzerinde çalışması gerekiyor. Bu sadece KADEM’in meselesi de olamaz. Bu tüm toplumun derdi. Üstelik sadece evlilik ilişkisinde erkeğin kadına şiddeti yok, erkek kadın ayırmadan, çocuklara, engellilere, hasta bakıcıların yatalak hastalara uygulanan şiddet türleri de var. Topyekün bir seferberlik gerekiyor. O yüzden Hanımefendinin ve Aile Bakanımızın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” sebebiyle düzenlenen programda yaptıkları konuşmalar çok yerinde ve çok ümit vericiydi.

KADEM’in fonksiyonlarından bir tanesi de kadını güçlendirmek. Güçlü bir kadın ailede nasıl bir rol oynar? 

Aile bireyleri güçlü ise o aile güçlüdür. Aile kadın, erkek ve çocuklardan oluşur. Güçlü, kendinden emin, kişisel bütünlüğünü tamamlamış, benlik algısı yerinde, takıntıları olmayan, ahlaki bütünlüğe erişmiş bir anne, baba ve bunların çocuklarını düşünün. Bunlar hadiselere bakmada, onları tahlil etmede, aksiyon almada yerli yerince davranan çocuklar olacaktır. Biz bir kadın derneği olduğumuz için doğal olarak kadınların güçlendirilmesi konusunda çalışmalarımız var. Kadını güçlendirelim derken bu, şu anlama gelmiyor; kadınları güçlendiriyorum ki erkekler zayıf kalsın. Böyle bir şey olamaz. Bu hiçkimsenin işine yaramaz! Kadının güçlenmesini sadece ekonomik bağımsızlık olarak yorumlayanlar var. Güçlü kadın sadece çalışan, kredi kartı elinde, arabası altında olan kadın demek değil. Anadolu’da güçlü annelerimiz yok mu?  Toplumdaki saygınlığı, sözünün dinlenilirliği, verdiği kararlardaki bütünlük, hakkaniyetli ve dürüst olması bir kadını güçlü kılan özelliklerdir. Kadını güçlendiriyoruz ki ailenin temeli de sağlam olsun. Kadın kendini doğru ifade edebilsin, herhangi bir mağduriyet yaşamasın, bir haksızlığa uğradığında bunu ifade edebilsin. Ve en önemlisi de güçlü çocuklar yetiştirebilsin. Bizler haksızlık karşısında susamayız. Bizim dini kodlarımız buna müsaade etmiyor. Haksızlık karşısında susmak bir vebaldir buna inanıyoruz. Kadın da olsa erkek de olsa haksızlığa uğradığında bunu doğru bir şekilde ifade edecek ve hakkını arayacak. Bunun neresi aileyi yıkıyor, hakikaten anlamak mümkün değil? 

ÇALIŞAN KADININ KREŞ SORUNUNA ÇÖZÜM

KADEM’in gündeminde kadına yönelik şiddet dışında neler var?

Şimdi masamızda olan en önemli projemiz kreş projesi. Kadınların çalıştıkları yerlerde kreşlerin açılması ile alakalı bir proje yapmak istiyoruz. Yasal olarak böyle bir zorunluluk var ancak işverenler idari para cezasını ödeyip bu sorumluluktan bir nevi kurtuluyorlar. 

Çalışan kadınların verimliliğini arttırmak ve işyerlerinde kreş açılması konusunda ihmalleri önlemek için bir takım çalışmalar gerekiyor. Müeyyidelerin artırılması veya yeni müeyyidelerin getirilmesi konusunda STK’lar olarak bir rapor hazırlayıp ilgili mercilere sunmak istiyoruz. Neden bu önemli? Çalışan kadının hemen yanı başında, aynı binada gerektiğinde çocuğuyla birlikte zaman geçirebilmesi, yaşayacağı psikolojik rahatlık, işteki performansını da olumlu yönde etkileyecektir.

Kadının iş hayatına katılımıyla ekonomik bazda ne değişiyor? 

Almanya’da yapılan araştırmalarda yönetim kurulu ve ceo’ları kadın olan şirketlerin daha çok kâra geçtiği ifade edilmiş. İkincisi bir kadının çocuğu varsa farklı bir zaman planlamasına ihtiyaç duyuyor. Kadının işteki başarısından faydalanmaya devam etmek için kadının şartlarını kolaylaştırmak önemli. Bundan dolayı KADEM olarak kreş projesini çok önemli buluyoruz. Bunun için de işverenlere kadın varlığının sektöre katkısı ve sağladığı katma değere ilişkin veriler hazırlayarak bir tür pozitif tavsiye kararı ile gitmek istiyoruz. Bundan sonra hâlâ bu anlamda bir çekince varsa devletin müeyyideleri artırması gerekebilir.

KIZLARIMIZ MÜHENDİS OLSUN

Kadınların teknoloji alanında fikirlerini göstermeleri anlamında yol açıcı olacak İnovasyonda Kadın diye bir projemiz var. TOBB Üniversitesi ile de bir protokol imzaladık ve farklı bir çalışma daha başlatıyoruz ‘Kızlarımız Mühendis Olsun’ sloganıyla. TOBB, TÜRGEV ve KADEM işbirliği ile bu projeyi hayata geçireceğiz. Üniversite eğitiminde TOBB’u  seçen kızlarımızı yurtlarımızda ağırlayıp onlara gerekli desteği sağlayarak, teknoloji alanında ilerlemesine destek olacağız. Geleceği İşbaşı projemiz ise yurtlarımızda yetişen dezavantajlı kız çocuklarına meslek edindirip onları hayata kazandırmayı hedefliyor.