Tarih ve sanatın kahverengi şehri Prag
ABONE OL

2016’dan beri resmî ismiyle “Çekya” olarak adlandırılan Çek Cumhuriyeti, Orta Avrupa’nın en güzide ülkelerinden biri. Çok eskilere dayanan geçmişiyle Çekya, tarihinde pek çok savaşa ve son olarak da 1989’da gerçekleşen Kadife Devrim’le başka bir döneme kollarını açar. 

Çekya’nın Prag’ı, çocukluğumdan beri görmeyi hayal ettiğim ve Kafka sayesinde tanıştığım bir şehir. Bu kadar dokunaklı yazan bir yazarın doğduğu, yaşadığı şehri merak etmiştim ki bu merak beni buraya sürükledi. II. Dünya Savaşı’nda, Hitler’in bile tahrip etmeye kıyamadığı, Orta Çağ’dan itibaren ayakta kalmayı başaran, tarihî dokusuyla etkileyen Prag’dayız. Avrupa’nın tam ortasında parıldayan bu kahverengi şehir, en az sekiz yüz yıllık tarihiyle dünyanın göz bebeği turistik cennetlerden. Rönesans, Gotik, Barok mimarisinin iç içe geçtiği, dört bir yanda bizi selamlayan heykelleri, küçük dükkânları, davetkâr sokakları ve tabi ki Vltava Nehri ile muhteşem bir aşk şehri. 

Diğer Avrupa ülkelerine göre Prag hem daha ekonomik hem de oldukça sıra dışı. Müzik, eğlence, dans, tarih, sanatsal ve kültürel etkinlikleriyle birçok özelliği bir arada barındıran bu şehir, seyahat tutkunları için vazgeçilmez duraklardan. Yüzyıllardan beri ayakta kalmayı başaran eski şehir meydanı, Prag’ın kalbi olarak adlandırılıyor. 1992’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan bu meydan, tarihinde hem taç giydirme gibi görkemli hem de idamlar gibi acıklı olaylara sahne olmuş. Burası görmeye doyamayacağınız kadar etkileyici bir meydan. Jan Hus Anıtı, Aziz Nikolas Kilisesi, Tyn Kilisesi ve Eski Belediye Sarayı meydandaki görkemi tarif edilemez yapılardan. Burada, küçük kafelerden birine oturup şehri beynime kazıyorum. Zira buraya yolum bir daha ne zaman düşer bilinmez. 

Benim için meydanın en etkileyici yapısı Astronomik Saat. Büyük bir ustanın elinden çıkan bu şaheserin görkemi karşısında saygı duymamak olanaksız, bir de hikâyesine. Eski Şehir Meydanı’nda, Eski Belediye Binası’na monte edilmiş, dünyanın en eski üç saatinden biri. Astronomiyle ilgili derin bilgiler taşıyan saatin asıl adı Orloj. Hunuş Usta’nın yaptığı ve saatin üst tarafında ve her iki yanında yer alan ikişer kuklanın sembolik anlamlarını bilmeden bu saate hak ettiği değeri veremezsiniz. Saatin yanlarında ve üstünde bulunan heykeller “Kendinizi beğenmeyin, cimri ve eğlenceye düşkün olmayın.” gibi anlamlar taşırken alt taraftakiler “bilim, adalet, astroloji ve eğitimin” önemini vurguluyor. 

Döneminde, kraldan çok daha fazla ünlenir Hunuş Usta. Bu duruma çok içerleyen kral, ayrıca onun başka yerlerde de eserler yapmasının önüne geçmek için ustasının gözüne mil çektirir. Krala tepki olarak Hunuş Usta, kendini saatin mekanizmasına asar çünkü gözlerinin ışığı olmadan sanatını icra edemez. Uzun zaman çalışmayan saat yıllar sonra tamir edilir. Günümüzde saat başlarında pek çok insanın ziyaret ettiği saat kulesine çıkıp, Hunuş Usta’ya selam verip şehri bir de buradan seyre dalıyorum.

Sokak çalgıcılarının arasından, kalabalık sokaklardan, rengârenk dükkânların önünden geçip Charles Köprüsü’ne varıyorum. Akşam kızıllığı hiçbir şehre bu kadar yakışmıyor. Güneşin batışıyla damların kızıllığı Vltava Nehri’nin kızıllığıyla birleşip Prag’ı bir masal şehrine dönüştürüyor. Bu eşsiz zaman diliminde, bu köprüde olmak ise bir ayrıcalık. Sadece anı ölümsüzleştirmenin peşinde olan pek çok insanın aksine sokak satıcılarını, müzisyenleri ve ressamları izliyor, onlarla sohbet ediyorum. Çok sayıda heykelin yer aldığı köprüdeki en etkileyici heykel, Aziz John Nepomuk’un heykeli. Heykelin hikâyesine gelince, Kral Wenceles eşinin kendisini aldattığını düşünür ve rahipten günah çıkarırken eşinin anlattıklarını öğrenmek ister. Tabi ki, kralın bu isteği olmaz ve Rahip Vltala Nehri’ne atılır. Bir batıl inanç gereği Prag’a yeniden gelmek isteyenlerin en çok dokundukları heykel olma özelliğiyle de ilgi çeker. Ben de dokunmadan geçmiyorum. Bir de Osmanlı Heykeli var ki Türklere karşı birlik olmalıyız mesajını taşıyor. Bir zindandaki esirleri bekleyen Osmanlı ve köpeğinin tasvir edildiği bu heykel, bizim de uğrak noktamız oluyor. 

Ulaşım ağı gelişmiş olmasına rağmen, ben her zamanki gibi yürümeyi tercih ediyorum.  Charles Köprüsü’nü geçip nehrin kenarında yer alan Kafka Müzesi’ni ziyaret etmenin heyecanını yaşıyorum. Tüm hayatı boyunca yalnızlığı iliklerine kadar yaşamış bu büyük yazarın hayatından kesitlere ortak oluyorum. 

HER YER TARİH KOKUYOR

Her yer tarih, her yer hikâye... John Lennon Duvarı, komünizm dayatmalarına Çek halkının bir karşı duruşu olarak 1980’lerden beri, özellikle, gençlerin ortak buluşma noktası olarak çıkıyor karşımıza. “Hayal Et” şarkısı ile tüm dünyada tanınan ve hiçbir zaman Prag’a uğramamış özgürlükçü sanatçı, o dönemde bir de yasaklanır komünist rejim tarafından. Duvarın dibinde soluklanıp müzisyenleri dinleyince Prag’ın bu çalkantılı geçmişine gidiyorum. Dünyadaki en büyük tarihî kalelerden biri olan Prag Kalesi’ni görmeden gitmek olmaz. Muhteşem manzarası, çeşitli mimari üsluplarla vücuda getirilmiş saray ve kiliseleri içinde barındıran kalede, muhafızların halka açık olarak gerçekleştirdikleri nöbet değişimini izlemenizi tavsiye ediyorum. Kalede yapımı altı yüz yıl süren Aziz Vitus Katedrali, Orta Avrupa’daki en büyük ve gösterişli katedral olmasının yanında dış cephesindeki korkutucu figürler ile de etkileyici. 

Ve Petrin Kulesi... Petrin Tepesi’nde bulunan bu kuleye zahmetli olsa bile tırmanabilir ya da belli bir ücret karşılığında asansörle çıkabilirsiniz. Bu romantik şehri, Eyfel Kulesi’nin gölgesinde kalan ve ondan daha kısa olan Petrin Kulesi’nden de izlemelisiniz. 

Yeşil kubbeli St. Nicolas Kilisesi’ni, Komünizm Kurbanlar Anıtı’nı, Avrupa’nın en eski mezarlığı olan Eski Yahudi Mezarlığı’nı, 20. yüzyılın başında inşa edilen Dans Eden Ev’i, 1883 yılında inşa edilen Ulusal Tiyatro Binası’nı ziyaret etmeden bu altın şehirden ayrılırsak gözümüz arkada kalırdı doğrusu. 

BİRAZ GEZİ BİRAZ DENEYİM

Neden bu kadar dilenci var dediğim şehirlerden oldu Prag. Genellikle yanında köpekleri olan dilenciler, yüzleri ile yere kapanıyor. Böylece ne alan ne de veren görüyor. Ama Prag sokaklarında soyulmanız an meselesi, deyim yerindeyse gözünüzden sürmeyi çekip alıyorlar. 

Para birimleri kron. Euro ile alışveriş edeceğiniz mekânlar çok sınırlı. Nedense bu konuda çok katılar. Dil konusunda da sıkıntı yaşayabilirsiniz. Özgün bir mutfakları olduğunu söylemek zor ancak Trdelnik adlı geleneksel tatlılarını denemelisiniz. Şehrin merkezindeki restoranlar genellikle pahalı, bu yüzden ara sokaklarda dolanıp hem güzel hem de daha ekonomik yerler bulabilirsiniz. Garsonlar diğer Avrupa şehirlerine göre daha kibar. Bahşiş vermenize gerek yok, zaten hesap fişine ekleniyor. Şayet denk gelirseniz pazarlarına uğrayın. Bir açık hava  müzesi gibi bence ya da bir restoran gibi. Etinizi, sebzenizi seçiyorsunuz, oracıkta pişiriyorlar. Siz de masanıza geçip anın keyfini çıkarabilirsiniz. Akşamları nehirdeki tekne gezilerine katılmayı ihmal etmeyin. Şanslıysanız, bir kemancı nağmeleriyle gecenize renk katabilir. Prag... Romantizmin ve sanatın şehri, burada ruhunuzu özgür bırakmalısınız!