Nükleer savaş çok yakın!
ABONE OL
14 Ekim 1962’de tüm dünya nefesini tutmuş haber bültenlerini dinliyordu. ABD’nin korkulu rüyası gerçek olmuş, Sovyetler Birliği nükleer başlıklı orta menzilli füzelerini, Amerika’nın Florida sahillerinden sadece 200 kilometre mesafedeki Küba’ya konuşlandırmıştı. Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy 22 Ekim’de televizyonda yaptığı konuşmada füzelerin kayıtsız şartsız derhal geri çekilmesini talep ettiğinde Amerikan ordusu, saldırı başlatmanın bir alt aşaması olan hazırlık durumuna geçirilmişti. Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev 28 Ekim’de geri adım attı.


Uzmanlara göre, nükleer savaş tehlikesinin atlatılmasının en önemli nedeni, o dönem ABD ve Sovyetler Birliği’nin nükleer açıdan eşit güçte olmasıydı. İki süper güç de rakibin ilk saldırının ardından ikinci bombayı patlatabilecek durumda olup olmadığından emin değildi. On yıllar süren nükleer silahlanma en azından istikrar sağlayıcı bir etki göstermişti.

Regensburg Üniversitesi’nden Uluslararası Politika Profesörü Reinhard Meier-Walser, caydırıcılığın sağladığı bu dengenin, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından bozulduğuna dikkat çekiyor:

“Günümüzde yatay silahlanma dediğimiz sorunla karşı karşıyayız. Yani iki büyük nükleer güç silahları azaltıyor ama ortaya yeni nükleer güçler çıkıyor. Ve bu yeni güçlere karşı caydırıcı olunabilir mi, bunu kesin olarak bilemiyoruz.”

Resmî ve gayriresmî güçler

Resmî nükleer güçler olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'in yanında İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’nin de nükleer silahlara sahip olduğu biliniyor. Özellikle siyasî istikrara sahip olmayan Pakistan ve otokratik bir rejimle yönetilen Kuzey Kore, Batı’da endişe yaratıyor. Nükleer programı nedeniyle Batı’nın tepkisini çeken İran’ın ise bu gayri resmi nükleer güçlerden farklı olarak 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılması Antlaşması’nda imzası bulunuyor. Henüz atom bombasına sahip olmamasına rağmen Tahran rejiminin İsrail’e karşı saldırgan söylemi endişe yaratıyor.

Hessen Barış ve Çatışma Araştırmaları Vakfı’ndan Annette Schaper, nükleer silahların önceden kestirilemeyecek riskler barındırdığını ve nükleer güce sahip devletlerin sonuçta ne kadar akılcı hareket edebileceklerinin asla bilinemeyeceğini belirtiyor. Yine de Kuzey Kore ya da bir gün atom bombasına sahip olması durumunda İran’ın ilk saldıran taraf olmasına ihtimal vermediğini belirten Schaper, bunda karşı saldırı tehdidinin önemli rol oynadığını kaydediyor. Uluslararası politika uzmanı Reinhard Meier-Walser de İran'ın bir gün elindeki nükleer teknoloji ya da donanımı Hizbullah ya da Hamas gibi İslamcı militan gruplara verebileceği endişesine dikkat çekiyor.

Radikal grupların eline geçme riski

Nükleer silahların radikal grupların eline geçmesi tehlikesi Pakistan ile ilgili olarak da büyük endişe yaratıyor. Annette Schaper, Pakistan'dan yıllar boyunca çeşitli ülkelere nükleer teknoloji aktarıldığını belirtiyor:

“Bu konuda Pakistan'ın davranışı gerçekten de felaket boyuttaydı. İran, eski Irak ve hatta Libya'daki tüm gizli uranyum zenginleştirme tesislerinin kaynağı, Pakistanlıların şebekesiydi.”

Reinhard Meier-Walser de Soğuk Savaş döneminde nükleer caydırıcılığın konvansiyonel silah potansiyeli ile desteklendiğine, bugün bu durumun geçerli olmadığına dikkat çekiyor. Meier-Welser'e göre, düşmanı alt etmek için yeterli konvansiyonel silaha sahip olmayan Pakistan ya da İran gibi ülkeler bir kriz durumunda sadece iki seçeneğe sahip bulunuyor: Geri adım atma ya da nükleer silah kullanma. Uluslararası politika uzmanı, çözümün ise orta vadede tüm devletlerin silahsızlanmasından geçtiğini vurguluyor.

(Deutsche Welle Türkçe)