'Zorunlu Karşılıklar ve Diğer Makro İhtiyati Politikalar: Gelişmekte Olan Ülke Tecrübeleri Konferansı'nda konuşan Başçı, finansal istikrarın büyüme ve istihdam ile yakın ilişkisi olduğunu anımsatarak, finansal krizleri önlemenin maliyetinin, bu krizlerin yol açtığı maliyete kıyasla çok daha düşük olduğunu söyledi.
Türkiye'de 2001'de yaşanan finansal krizin kamu borç yükünü 30 puan artırdığını, büyüme ve istihdamın derin bir şekilde etkilendiğini aktaran Başçı, 2002'den itibaren fiyat istikrarı, finansal istikrar ve verimlilik artırıcı yapısal reformlara odaklanıldığını ifade etti.
Bu sayede ekonomik refah artarken, aynı zamanda finansal sistemin dış şoklara karşı daha dayanıklı olduğunu bildiren Başçı, finansal istikrarı pekiştirici adımların 2008-2009 sonrasında Türkiye'nin hızla toparlanmasına, 2011-2012 Avrupa borç krizinin etkilerinin en az hasarla atlatılmasını sağladığını dile getirdi.
Küresel kriz sonrası toparlanma sürecinde Türkiye ekonomisinin iç ve dış talepte ayrışma, kısa vadeli sermaye hareketleri girişinde artış, cari işlemler dengesinde bozulma ve hızlı kredi büyümesi ile karşı karşıya kaldığını hatırlatan Başçı, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Kısa vadeli sermaye girişlerindeki artış, bankacılık sistemi aracılığıyla hane halkı ve şirketlerin krediye erişimini kolaylaştırırken, diğer taraftan Türk Lirası'nın değerlenmesine yol açarak iç ve dış talepteki ayrışmaya yol açmıştır. Buna bağlı olarak cari dengenin hızla bozulması ve finansmanın kısa vadeli sermaye girişleri ile sağlanması, küresel risk iştahındaki ani değişimlere karşı ekonominin hassasiyetini artırarak, makro ekonomik ve finansal istikrara dair kaygıları gündeme getirmiş ve alternatif bir politika yaklaşımını gerekli kılmıştır. Yeni politika yaklaşımında fiyat istikrarı önceliği korunurken, finansal istikrarı da destekleyici bir amaç olarak gözetilmiştir. Bu kapsamda politika faizinin yanı sıra, zorunlu karşılık oranları ve faiz koridoru gibi birbirini tamamlayıcı araçlar bir arada kullanılmıştır. Krizden çıkışta, zorunlu karşılıklar kademeli olarak arttırılmış, karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verilmiş, karşılık oranları vadelilere göre farklılaştırılmış ve zorunlu karşılığa tabi yükümlülüklerin kapsamı genişletilmiştir.'
-'Risk iştahı daha oynak bir hale geldi'-
2011 ağustosundan sonra küresel büyümeye ve kamu borcuna ilişkin endişelerin artmasıyla küresel ölçekte riskten kaçınma eğiliminin arttığına işaret eden Başçı, risk iştahının daha oynak bir hale geldiğini söyledi.
Bu dönemde bankacılığın likidite ihtiyacını azaltmaya yönelik olarak zorunlu karşılık oranlarının düşürüldüğünü anımsatan Başçı, yakın zamanda rezerv opsiyonu mekanizmasının politika araç setine dahil olduğunu ifade etti.
Bunun sayesinde döviz rezervlerinin güçlenmesi ve bankalara likidite yönetimlerinde daha fazla esneklik sağlanmasının yanı sıra sermaye akımlarındaki dalgalanmaların döviz kuru ve finansal istikrar üzerindeki etkilerinin yumuşatılmaya çalışıldığını anlatan Başçı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
'Bu mekanizma, sermaye akımlarının yurt içi piyasalar üzerinde yol açtığı oynaklığın azaltılması bakımından diğer araçlara duyulan ihtiyacı kısmen azaltmaktadır. Bu politika aracı sayesinde Merkez Bankası'nın piyasalara müdahale ihtiyacının azaltılması, söz konusu mekanizmanın kurlardaki olası dalgalanmaları düşürmesi beklenmektedir. Bu mekanizma bankalara döviz varlıklarını serbestçe kullanabilme imkanı sunmaktadır. Bu mekanizmanın finansal istikrarı destekleyeceği düşünülmektedir.Türk Lirası zorunlu karşılıkların bir kısmını bankalarımız döviz olarak Merkez Bankası'na yatırabilirler. Burada üst sınır yüzde 60, ancak yatıracakları miktar belli bir katsayıyla giderek artan oranlarda belirleniyor. En üst dilimde her 100 liralık zorunlu karşılık için 220 lira değerinde döviz getirmek zorundalar. Alt dilimlerde ise her 100 liralık zorunlu karşılık için 130 liralık döviz eş değeri getirmek zorundalar. Benzer bir mekanizma altın için de söz konusu. Türk lirası zorunlu karşılıkların yüzde 30'una kadar Türkiye'de işlem yapan bankalar altın getirip Merkez Bankası'na yatırabilecekleri benzer bir yapı içerisindeler.
Bir politika aracı olarak makro ihtiyati tedbirler, aşırı hızlı kredi büyümesini engellemek için bir çok gelişmekte olan ülke merkez bankası tarafından aktif olarak kullanılmaktadır. Türkiye'de de yukarıda bahsedilen amaçlar doğrultusunda bu politika araçlarına başvurulmuştur. Bu politika araçlarının etkin kullanımı ve BDDK'nın aldığı ilave tedbirler 2010 yılı sonu itibariyle yüzde 35'e çıkan kredi büyüme hızını 2011 yılında yüzde 25'e düşürmüştür. 2012 yılı sonunda ise kredi büyüme hızının yüzde 14 civarında gerçekleşeceği öngörülmektedir. Bugün itibariyle Türkiye'de kredi büyüme hızı sorunsuz bir şekilde sürdürülebilir seviyelere yaklaşmıştır.'