AA'da yer alan analiz þöyle:
Suriye iç savaþý ile Türkiye’nin Levant bölgesinde artan görünürlüðü, Libya’daki geliþmelerle takip eden yýllarda Kuzey Afrika bölgesine taþýnmýþ oldu. Bölgesel istikrarý tehlikeye atan bu iki ve uzun soluklu iç çatýþma sürecinde Türkiye’nin kalýcý askeri-siyasi güç olarak belirmesi, Doðu Akdeniz bölgesinin iki önemli kýyýsýný oluþturan Kuzey Afrika ve Levant bölgesinde Türkiye’nin desteðiyle belli bir düzeyde istikrarý ve çatýþmasýzlýk ortamýný beraberinde getirdi.
Diðer bir ifadeyle, Suriye’de meþru muhalefet ve Libya’da meþru hükümetle iþbirliði çerçevesinde bu ülkelerdeki geliþmeleri þekillendiren Türkiye, desteklediði aktörlerin önce sahada sonra da müzakere süreçlerinde daha etkili olabilmesini saðladý. Bu durum Türkiye’nin bölgedeki kronik sorunlarla uðraþan Yemen ve Lübnan gibi ülkelerde de istikrar unsuru olabileceðine yönelik tartýþmalarý yoðunlaþtýrmýþ durumda. Bu kapsamda Türkiye’nin son dönemde Lübnan’a yönelik yoðunlaþan ilgisi hem bölgede hem de Lübnan’da çeþitli deðerlendirmelere yol açtý.
Türkiye’nin bahsi geçen bölgelerdeki istikrar temelli bölgesel aktivizmine ve dolayýsýyla Lübnan’da artmasý muhtemel nüfuzuna üç ana yaklaþým olduðunu belirtebiliriz. Bunlardan ilki, Katar gibi ülkeler tarafýndan savunulan Türkiye’nin bölgedeki rolünün olumlu olduðuna ve desteklenmesi gerektiðine yönelik. Diðeri, rekabete dayalý olmasýna ve Türkiye’nin artan bölgesel etkisinden rahatsýz olmasýna raðmen Ankara ile çatýþmacý iliþkilerden ziyade iþbirliði kanallarýný geliþtiren Ýran’ýn tutumu. Üçüncüsü ise Türkiye’nin Doðu Akdeniz bölgesinde kalýcý hale dönüþen bölgesel aktör konumunu kendi çýkarlarýna doðrudan tehdit olarak gören ülkeler ve bu ülkelerin-aktörlerin kontrolündeki medya organlarýnýn oluþturmaya çalýþtýðý dezenformasyona dayalý algý. Bahsi geçen üç yaklaþýmdan sonuncusunun Türkiye’nin son dönemde yoðunlaþan Lübnan yönelimine karþý geliþtirdiði argümanlarý temel alan bu çalýþma, bu argümanlarýn temel hedeflerini, Türkiye’nin Lübnan politikasýnýn boyutlarý ve dini-mezhepsel gruplarla olasý iliþkileri üzerinden analiz ediyor.
Bu çerçevede Yunanistan, Güney Kýbrýs Rum Yönetimi (GKRY), Ýsrail, Mýsýr, Birleþik Arap Emirlikleri (BAE) ve bu bölgedeki eski sömürgeci güç Fransa, Türkiye’nin artan etkisini sýnýrlandýrmak amacýyla siyasi ve askeri düzeyde adýmlar atarken medyayý da bu amaçla kullanýyorlar. Özellikle kolonyal etkisini yeniden tahkim etme amacýyla bölgeye yönelen Fransa’nýn, Arap Ayaklanmalarý sürecinin getirdiði demokratikleþme süreçlerini tersine çevirmeyi temel hedef benimseyen Mýsýr, BAE ve Ýsrail'in yaný sýra Türkiye ile Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Doðu Akdeniz’deki haklarýný hukuk dýþý yöntemlerle yok saymayý amaçlayan Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle çok boyutlu iliþkiler geliþtirdiði görülüyor. Dolayýsýyla bahsi geçen ülkeler, Türkiye’nin istikrar unsuru olarak yer aldýðý diðer ülkelerdeki faaliyetlerine yönelik kullandýklarý söylemi Lübnan’daki giriþimlerine yönelik de geliþtirdiler. Bu baðlamda adeta ortak dil geliþtiren bu ülkelerin medya organlarý, Türkiye’nin Lübnan’da “Sünnilerin koruyucusu olmayý amaçladýðýný”, “Müslüman Kardeþleri desteklediðini”, “Ýslamcý bir tutumu olduðunu”, “Kuzey Lübnan’da kendine baðlý gruplar oluþturmaya çalýþtýðýný” ve dahasý “Lübnan’a silah soktuðunu” ileri sürdüler. Bu çerçevede Ermenistan’ýn dahi dillendirdiði bu temelsiz iddialar neticesinde bu aktörler, eski kolonyal güç ve Lübnan’daki kronik sorunlarýn baþlýca dýþ sorumlularýndan Fransa’yý Türkiye’yi genel olarak Doðu Akdeniz ve özel olarak Lübnan’da “dengeleyici” güç olarak desteklediler.
Özellikle 2006’da Ýsrail-Hizbullah arasýndaki çatýþmalar sonrasýnda Birleþmiþ Milletler (BM) çatýsý altýndaki barýþ gücüne katký saðlamasýnýn ardýndan Lübnan ilgisi geniþlemeye baþlayan Ankara, 2010’da Hizbullah kontrolündeki bölge olarak bilinen Sayda’da Türk Travma ve Rehabilitasyon Merkezi’nin ve 2014’te Türk Ýþbirliði ve Koordinasyon Ajansý Baþkanlýðý (TÝKA) ofisinin bu ülkede açýlmasýný teþvik etti. Dahasý Yurtdýþý Türkler ve Akraba Topluluklar Baþkanlýðý (YTB) gibi kurumlarýn da Lübnan’da faaliyetlerinin yoðunlaþmasýyla Türkiye’nin Lübnan yaklaþýmý belirginleþmeye baþladý. Bu yaklaþým 4 Aðustos 2020’deki Beyrut Limaný patlamasý sonrasýnda daha da açýklýk kazandý ve patlamanýn hemen ardýndan ülkeyi ziyaret eden Cumhurbaþkaný Yardýmcýsý Fuat Oktay ve Dýþiþleri Bakaný Mevlüt Çavuþoðlu, Türkiye’nin Lübnan’daki hiçbir grup arasýnda ayrýmcýlýk yapmadýðýný ve her grupla iletiþim halinde olarak ülkenin ekonomik, siyasi ve diðer alanlarda yeniden yapýlanmasý için “kazan-kazan” politikasý izlediðini vurguladýlar. Fransa’nýn Lübnan’a yönelik yaklaþýmýný eleþtiren Türkiye, Lübnan’da kolonyal amaçlar ya da kaynak sömürüsü için deðil istikrar saðlama amacýyla bulunduðunu özellikle belirtme gereði duydu. Dolayýsýyla her ne kadar özellikle Kuzey Lübnan ve Trablusþam’da Sünni ve Türk nüfusun bulunmasý nedeniyle Türkiye’ye yüksek oranda sempati duyulmasýna raðmen Ankara, yapýlan ziyaretlerdeki çok taraflý temaslardan da anlaþýldýðý üzere, tüm taraflarla iletiþim geliþtirme amacýný benimsedi.
Bu çerçevede Ýran tarafýndan desteklenen Hizbullah ile Suriye iç savaþýnda yaþanan siyasi-askeri çatýþmalara ve Hizbullah’ýn PKK-PYD terör örgütüne yönelik olumlu tavrýna raðmen Hizbullah’ýn Suriye’de Ýran-Türkiye iþbirliðine itiraz etmediði görülüyor. Dahasý Hamas ile güçlü iliþkileri bulunan ve Suudi Arabistan-BAE gibi ülkelerle ciddi sorunlar yaþayan Hizbullah’ýn, bu konularda Türkiye ile benzer yaklaþýma sahip olduðu söylenebilir. Bu yüzden Hizbullah’ýn da Suudi Arabistan-BAE gibi ülkelerin Lübnan’daki etkisini kýrma ve Ýsrail’e karþý yeni bir denge unsuru olarak Türkiye’nin Lübnan’daki rolüne itiraz etmeyeceði ifade edilebilir. Türkiye’nin yaptýrdýðý bahsi geçen hastanenin Hizbullah’ýn kontrolündeki bölgede yer almasý Hizbullah’ýn Türkiye’ye yönelik ciddi bir radikal tutum içinde olmadýðýnýn iþareti olabilir. Diðer taraftan Hizbullah’ýn yaný sýra Lübnan Þiilerinin diðer önemli figürlerinden ve Hizbullah’ýn ilk Genel Sekreteri Þeyh Subhi Tufeyli’nin Türkiye’nin Suriye-Libya’daki giriþimlerine yönelik olumlu açýklamalar yapmasý, Türkiye’nin “mezhepsel” olmayan yaklaþýmýný doðrulayan ve önemli Þii aktörlerin de Türkiye’nin Lübnan’da artmasý muhtemel nüfuzunu mesele etmediðinin temel göstergelerden. Osmanlý döneminden kalma güçlü tarihi-kültürel baðlarýn ýþýðýnda, Kuzey Lübnan’daki Akkar bölgesinde 50-80 bin arasý Kavaþra Türkmenleri, 20-30 bin civarýnda mensubu bulunan Mardinli (Merdelli) topluluklar ve Sünni gruplarýn da aracýlýðýyla Türkiye ve Lübnan arasýndaki çok boyutlu iliþkilerin geliþmesinin zemini mevcuttur.
Diðer taraftan Þii ve Sünni gruplarýn dýþýnda, Maruni Hristiyan gruplarýn, Lübnan Cumhurbaþkaný Miþel Avn’ýn Lübnan’ýn kuruluþunun 100. yýlý dolayýsýyla yaptýðý Osmanlý karþýtý açýklamalarda da görüldüðü üzere, Türkiye’ye yönelik belirli bir olumsuz tutum takýndýðý görülüyor. Maruni gruplarýn geleneksel olarak Fransa tarafýndan desteklendiðini düþündüðümüzde söz konusu tavrýn öngörülebilir olduðu söylenebilir. Diðer taraftan Maruni gruplarýn da blok halinde ayný tavrý benimsemediði de belirtilmeli. Yani bu gruplardan bazýlarý Ýsrail ile olumlu iliþkilere sahipken diðer bazý gruplar Miþel Avn’ýn oluþturduðu Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) gibi Hizbullah’la bir dönemdir ittifak halinde. Diðer bir deyiþle Lübnan’daki mezhep gruplarýnda görüldüðü üzere Marunilerde de çoðulcu ve farklý yaklaþýmlar söz konusu ve bu durum Türkiye’nin bazý Maruni gruplarla iliþkisini geliþtirmesine kapý aralayabilir.
Türkiye’yle ilgili çok radikal þekilde olumsuz görüþe sahip olan gruplardan biri de Lübnan iç-dýþ siyasetinde yeterince etkisi olmamasýna raðmen Ermeni vatandaþlardýr. Türkiye ve bu gruplar arasýndaki iliþkilerin düzelmesinin Ermenistan’la siyasi iliþkilere ve Ermeni diasporasýnýn faaliyetlerine baðlý olduðu söylenebilir.
Lübnan’daki diðer önemli mezhep grubu Dürziler ve özellikle bu topluluða öncülük yapan Ýlerici Sosyalist Partisi (PSP) açýsýndan deðerlendirdiðimizde Türkiye’nin, Beþþar Esed rejimi karþýtý tutumuna sahip olan ve Saad Hariri öncülüðündeki Gelecek Partisi’yle ittifak halinde bulunan PSP ile de belirli bir çerçevede iliþki geliþtirmesi mümkün görünüyor. Bu yüzden Doðu Akdeniz’deki enerji rezervleri ve bu rezervlerin dünya pazarlarýna ulaþtýrýlmasý açýlarýndan sahip olduðu stratejik önemin yaný sýra Lübnan gibi farklý mezhepsel-dini gruplarý içerisinde barýndýran bir ülkenin Türkiye’nin istikrar saðlayýcý rolüne ihtiyacý olduðu açýktýr. Farklý mezhep gruplarýnýn arasýndaki siyasi çatýþmalarýn sistemsel bölünmelerle kronik hal aldýðý Lübnan’da Türkiye destekli muhtemel bir istikrar ortamýnýn Orta Doðu’daki diðer çatýþma alanlarýna da olumlu katký saðlayabileceði söylenebilir.
Diðer taraftan kolonyal geçmiþine ve ülkedeki kronik sorunlarýn temel dýþ sorumlularýndan olmasýna raðmen Fransa ve desteklediði bahsi geçen aktörlerin, Türkiye’nin istikrar saðlama merkezli Lübnan yönelimini, “Yeni-Osmanlýcý” ya da “Sünni merkezli” þeklinde nitelendirmesi tamamýyla ironik bir durum. Daha açýk ifade etmek gerekirse, uzun zamandýr çoðunlukla Marunilere endeksli bir Lübnan yönelimi benimseyen Fransa’nýn bahsi geçen aktörler tarafýndan “tarafsýz” ve “tüm gruplarlarla iletiþim halinde” olarak sunulmasý ve kapsayýcý bir Lübnan yönelimine sahip olan Ankara’nýn ise, “Sünni temelli” ve “iþgalci” þeklinde addedilmesi mevcut ve tarihsel gerçekliklerin bilinçli çarpýtýlmasýna iþaret ediyor. Halihazýrda Lübnan kültürel ve tarihi sahasýnda güçlü bir zemini ve karþýlýðý bulunan Türkiye’nin, kendilerinden destek gördüðü Lübnan’daki Sünni ve Türkmen aktörlerin dýþýndaki diðer gruplarla da çeþitli alanlarda ortak noktalarý ve buna baðlý olarak Lübnanlý yerel aktörler arasýnda uzlaþtýrýcý rol oynama kapasitesi bulunuyor. Dolayýsýyla mezhep odaklý davranmadýðýný belirten, kapsayýcý ve insani yardým odaklý hareket eden ve Lübnan’ýn her alanda yeniden inþa edilmesine katký saðlayan aktör olarak Türkiye’nin, bahsi geçen kara propaganda merkezli söylemlere raðmen Lübnan istikrarýna katký saðlama potansiyeli yeterince yüksektir.