Atina popülist Ankara realist

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
6.08.2022

Atina'nın Türk ve Türkiye karşıtlığı iflah olma eşiğini çoktan aştı. Atina'da siyaset yapanların kullanageldikleri ucuz demagojiler ve popülist söylemler, kıyıdaş iki ülkenin ilişkilerini iyileştirmek yerine daha da geriye götürdü. Türk dış politikasının sınırları ve muhteviyatı ise bugün Türk-Yunan sorunlarının çok ötesinde.


Atina popülist Ankara realist

Son yıllarda Türkiye'nin gerçekleştirdiği en güzel çalışmalardan birisi de derin deniz sondaj filosuna yaptığı yatırımlardır. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'nin, deniz tabanındaki enerji kaynaklarının tespit edilmesine ve çıkarılmasına imkân veren teknolojilere sahip olması ve bu alanda nitelikli insan kaynağını artırması, oldukça önemlidir. Dünya yüzeyinin yüzde 70'inden fazlasını kaplayan denizler, medeniyetlerin kurulmasında ve gelişmesinde olduğu gibi ulaşımdan, uluslararası ticarete kadar insanlığa fayda sunmaya devam ediyor. Günümüzde dünya ticaretinin büyük çoğunluğu, denizler vasıtasıyla yapılıyor. Bu durum, başlı başına denizlerin dünya ekonomisinin içerisindeki yerini göstermesi bakımından çok önemlidir.

Yunanistan'da zihin değişimi şart

Türkiye'nin jeopolitik konumu; uluslararası deniz ticareti, ulaştırma ve lojistik sektörü için oldukça elverişlidir. Bu nedenle Türkiye'nin denizcilik sektörüne yönelik yatırımları hayati önem arz eder. Bu bağlamda; küresel sisteme entegre yüksek kapasiteli limanlardan Türk denizcilik sektörünü geliştirecek vizyoner projelere kadar her alanda ciddi işler üretmek, Türkiye'nin en temel hedeflerinden birisi olmalıdır. Türk deniz taşımacılığının küresel boyutta rekabet gücünü arttırmak ve dünya deniz taşımacılığındaki yerini ve konumu üst sıralara taşımak, Türkiye'ye yapılabilecek en takdire şayan katkılardan biri olacaktır. Siyasi açıdan ele alındığında, Türkiye'nin denizlerde güçlenmesinin Yunanistan'ı rahatsız edeceği aşikârdır. Dış politikada Türkiye'yi kendisine ezeli rakip olarak belirleyen Yunanistan için bu hâl gayet normaldir. Ancak bu durumda Türkiye'ye düşen sorumluluk, Atina'nın gerilim üreten söylemine fazla kulak asmadan, meşru ve yasal yollardan kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmaktır.

Zaman kaybı

Türkiye'nin Yunanistan'la meşgul olması beyhude bir uğraştır. Daha açık bir ifadeyle zaman kaybıdır. Zira Atina'nın Türk ve Türkiye karşıtlığı iflah olma eşiğini çoktan aşmıştır. Bundan dolayı iki ülke arasındaki iş birliği olanakları en alt seviyelerde takılıp kalmıştır. Atina'da siyaset yapanların kullanageldikleri ucuz demagojiler ve popülist söylemler, kıyıdaş iki ülkenin ilişkilerini iyileştirmek yerine daha da geriye götürmüştür.

Türk dış politikasının sınırları ve muhteviyatı, Türk-Yunan sorunlarının çok ötesine taşınmıştır. Artık bunu idrak etmek gerekiyor. Türkiye'nin tekrar bu sınırlar içerisine geri dönmesi, şimdilik güç görünmektedir. Türkiye'nin çok yönlü dış politikasından, iddialarından ve de bölgenin yakın ve uzak ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerden rahatsızlık duyan bir takım aktörler, Türkiye'nin Türk-Yunan sorunlarının ötesine geçmesini istemeyebilir.

Yunanistan hükümetlerinin Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege Adaları konusunda takındıkları uzlaşmaz ve iş birliğine kapalı tutum ve davranışlar nedeniyle, Ankara ile Atina arasındaki uçurumun giderek derinleştiği görülüyor. Öyle ki bu derinlik, Yunan politikasının Doğu Akdeniz'de başarısızlığa uğramasıyla daha da artmıştır. Kaldı ki Atina'nın, yeni bölgesel ortaklarıyla Türkiye'ye karşı iddialı bir duruş sergileme stratejisi tutarlı ve realpolitik değildir. Yunanlı politika yapıcıların Türkiye'yi yalnızlaştırma ve uluslararası toplumdan izole etme gayretleri, muhtemelen önyargıların inşa ettiği bir körlüğe dayanmaktadır. Bu kişiler, Türkiye'ye sadece Atina'dan bakmak yerine Londra, Brüksel, Moskova, Pekin, Yeni Delhi ve Washington'dan da bakmayı deneselerdi o vakit Türkiye'nin jeopolitik, askeri ve diplomatik ağırlığını görebilirlerdi. Şayet Atina, gerçekçi bir Türkiye stratejisine yönelmek istiyorsa bu zaviyeleri dikkate almasında oldukça fayda vardır. Ayrıca Doğu Akdeniz krizinde tecrübe ettiği dersleri akılda tutmasında kritik yararlar söz konusudur.

Atina'nın hukuk ihlalleri

Türkiye'nin NATO içerisindeki gücü ve etkisi Finlandiya ve İsveç'in adaylık sürecinde bir kez daha görülmüştür. Bununla birlikte Türkiye'nin Doğu-Batı enerji koridorundaki hayati önemi, Ukrayna Savaşı ile yeniden teyit edilmiştir. Dahası "tahıl koridoru anlaşması" ile Türkiye'nin diplomatik yeteneği ve kapasitesi ispatlanmıştır. Kısa zaman zarfında cereyan eden tüm bu hadiseler, Ankara'nın etkili bir uluslararası aktör konumuna geldiğini gözler önüne sermektedir. Atina'nın en büyük körlüğü, tüm bu gelişmeleri görmekte ve kavramakta çektiği güçlüktür. Ankara için öncelik her zaman diplomasi olmuştur. Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü krize yanıt vermeye tamamen hazır bir ordudur. Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen Yunanistan'ın adaları silahlandırarak bölgesel barış ve istikrara tehdit olmaya devam etmesi her şeyden evvel uluslararası düzen için arızalı bir durumdur. Söz konusu tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı eylemleri sineye çekmesini Türkiye'den beklemek bariz bir haksızlık olur. Bu doğrultuda Amerika'ya da büyük sorumluluklar düşmektedir. Washington evvela, Yunan topraklarının Türkiye'ye karşı silahlandırılmasındaki rolünü kabul etmelidir. Şimdiye kadar Amerika'nın Yunan ordusuyla devam eden iş birliğini tartışmaktan kaçınması, bu konuda kaçamak yanıtlar üretmesi, üzerindeki sorumluluğu ortadan kaldırmaya yetmez. Maalesef ABD izlediği yanlış politikalar nedeniyle Türk-Yunan ilişkilerinde dengeyi bozmuştur.

Türkiye'nin iddialarına Batılı müttefiklerin kulak tıkaması veyahut bu hususta oyalayıcı bir taktik benimsemeleri, herkesin malumudur. Hâlbuki ortada somut deliller mevcuttur. Öncelikle uluslararası antlaşmaların, adaların askerden arındırılmasına ve silahsızlandırılmasına ilişkin hükümleri, tartışmaya yer bırakmayacak derecede açıktır. Atina'nın Doğu Ege adalarındaki silahlandırma faaliyetlerini ve buradaki uluslararası hukuk ihlallerini kim inkâr edebilir ki? Öte taraftan Yunanistan'ın mültecileri Türkiye'ye geri iterken başvurduğu hukuk dışı yöntemler dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir. Her iki olaydaki somut delillere rağmen başta AB ve ABD olmak üzere birçok devletin Yunanistan'a siyasi destek vermesi, kabul edilemez bir durumdur. Hâlbuki müttefiklere düşen görev, Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunların barışçıl yollarla çözülmesine katkı sunmaktır. Ancak onlar bunu yapmak yerine Yunanistan'a destek çıkarak onun tehlikeli bir özgüven kazanmasına ve böylece Ege'de tansiyonun yükselmesine neden olmaktadırlar.

Atina'nın halüsinasyonları

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in temel iddiası, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin, "Osmanlıcı revizyonist politikalar" takip ettiğidir. Buna göre Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege Denizi'ndeki sorunların ana kaynağı, adı geçen politikadır. Miçotakis'in iyi bir demogog olduğuna ilişkin herhangi bir şüphe yok. Ancak realpolitik gerçeklik, demagojinin çok üstündedir. Türk-Yunan sorunları, Erdoğan'ın iktidarı döneminde neşet etmiş sorunlar değillerdir. Tarihleri çok eskidir. Ayrıca Türkiye'nin dış politika reflekslerini, "Osmanlı" merkezli izaha kalkışmak, en saf haliyle kötü bir paranoyadır. Miçotakis'in Türkiye'nin kendi hak ve menfaatlerini korumak üzere tatbik ettiği dış politikayı, "Yeni-Osmanlıcık" olarak tanımlaması, en büyük kolaycılıktır. Aynı zamanda gayriahlaki bir davranıştır. Böyle bir zihniyete sahip kişiyle sorunları müzakere etmek için ortak bir zemin bulmak oldukça güçtür.

Yunanistan'ın Türk azınlığa yönelik baskı politikaları da ortadadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından karara bağlanan birçok davada, Yunanistan'ın azınlık haklarını ihlal ettiği tespit edilmiştir. Dini özgürlüklerin kısıtlanması, anadilde eğitim veren okulların kapatılması ve etnik kimliğin tanınmaması gibi birçok mesele, Yunanistan'ın hak ihlali yaptığı başlıca konulardır. Yunan makamları, Batı Trakya'da olduğu gibi, Rodos ve İstanköy'deki Türkleri de "Müslüman" nüfus olarak tanımlamakta; "Türk" veya "Azınlık" nitelendirmesini asla kabule yanaşmamaktadır. Yunanistan'ın bu noktada en büyük endişesi, Türkiye'nin bu konuların peşini bir türlü bırakmamasıdır. Nitekim Türkiye, Yunanistan'da yaşayan Türk Azınlığın hak ve menfaatlerinin korunmasına ve güçlendirilmesine büyük katkılar yapmaktan geri durmamaktadır. Bu vaziyet, Yunan makamlarını oldukça rahatsız etmektedir.

Güçlü Türkiye korkusu

Şurası çok açık ki Yunanistan, Türkiye'nin gelişip güçlenmesini kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Atina için en ideal olan, zayıf bir Türkiye'dir. Zira zayıf bir Türkiye, Atina'nın hem azınlıklara yönelik asimilasyon politikalarına hem de denizlere ilişkin genişlemeci politikalarına karşı duramaz. Realitenin bu yönde olmasına karşın Yunanistan, mevcut ihtilafları egemenlik haklarına yöneltilmiş bir tehdit olarak sunma gayretinde. Oysa Türkiye'nin, Yunanistan'ın ne egemenlik haklarına ne de toprak bütünlüğüne yönelik bir itirazı vardır. Buradaki esas sorun, Atina'nın egemenlik haklarını uluslararası antlaşmaların hilafına kullanma alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Türkiye ile Yunanistan'ın, NATO'nun iki müttefik ülkesi olarak aralarındaki anlaşmazlıkları diyalog yoluyla çözmeleri temel kuraldır. Bu konuda Ankara'nın, Atina'dan daha istekli olduğu bilinen bir gerçektir. Atina'nın diyalogdan anladığı, kendi taleplerinin Türkiye tarafından sorgusuz sualsiz bir biçimde kabul edilmesidir. Türkiye'nin böyle bir talebe rıza göstermesi, tarihin akışına terstir. Diyalog ve diplomasi mekanizmasının çalışmamasının en önemli nedeni, Yunanistan'a gösterilen iltimaslardır. Bilhassa Avrupa Birliği, dayanışma ruhu söylemini ön plana çıkararak, Atina'nın haklı veya haksız olmasına aldırış etmeden ona koşulsuz bir destek sunmaktadır. Realizm çağında bu durum, tehlikeli ve bir o kadar riskli bir oyundur. Avrupa Birliği, NATO ve ABD eğer gerçekten Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların barışçıl yollarla çözülmesini istiyorlarsa öncelikle Ankara ile Atina arasında eşit mesafede durmayı öğrenmelidirler.

[email protected]