Metiner: Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi müthiş bir insanlık manifestosudur
ABONE OL

Usta gazeteci-yazar Mehmet Metiner'in meşru ve onurlu bir siyaset anlayışını, yılların verdiği deneyim ve tecrübeyle 'Siyasi Erdemler Risalesi’ kitabında anlatıyor. Siyasetin sadece 'devlet/ülke' üzerinden tanımlanamayacağını ifade eden Metiner, siyasetin, onu yapan insanla alakalı olduğunu belirtiyor.  Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi'ni 'Müthiş bir insanlık manifestosu' olarak nitelendiren Metiner, Veda Hutbesi'ni yeni bir siyaset teorisi için referans olarak gösteriyor.

-Kitabı yazma fikri nasıl düştü içinize? Nasıl yol aldınız?

-Sanırım Nisan ayının sonlarına doğruydu. Korona dolayısıyla Mart’tan itibaren Ankara’daki evime kapanmış, yazmak istediğim halde bir türlü vakit bulamadığım için hep yazmayı ertelediğim BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ, NURCULUK VE FETULLAH’IN HAŞHAŞİLERİ kitabımın artık son bölümüne geldiğim günlerden birinde değerli dostum MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay aradı. O gün Star gazetesinde çıkan siyasetin erdemiyle ilgili yazımı tebrik ettikten sonra “Niçin bu konuda bir kitap yazmıyorsun? Günümüzün siyasetnamesi türünden bir kitabı acilen yazmalısın!” dedi. Ben de kabul ettim. Telefonu kapattıktan sonra bana kitap isimleri gönderdim. SİYASİ ERDEMLER RİSALESİ’ni beğendim. Yani diyeceğim o ki bu kitabın fikir babası da isim babası da Erkan Akçay dostumdur. Bana ise yazmak düştü. Konuştuğumun ertesi günü oturup aralıksız yazdım. Kitap bittiğinde son bölümüne geldiğim diğer kitabım boynu bükük bekliyordu. Hala bekliyor. Kitabın yazımı bitince değerli kardeşim Serhat Albayrak’la konuştum. Sağolsun hemen talimat vererek kitabın Turkuvaz yayınlarında çıkmasını sağladı. Bu kitap fikrini içime düşürüp yazmamı sağlayan Erkan Akçay dostuma ve kitabı hemen yayınlayarak okurlarla buluşturan Serhat Albayrak kardeşime sonsuz teşekkür borçluyum.

-Kitabınızın girişinde siyasete anlaşılabilir teorik bir çerçeve çizmişsiniz. Siyaset nedir sizce?

-Siyaset en geniş anlamıyla baktığımızda hayatımızın her alanını kapsayan bir faaliyet türüdür aslında. Bir tür yönetim olarak baktığınızda bu böyle. En küçük toplumsal birimden en büyük siyasal organizasyon olan devlet birimine varıncaya değin hayatın her alanı yönetmeyle alakalıdır. Yöneten ve yönetilen ilişkisi insanın var olduğu her yerde geçerliliğini sürdürecektir. Ancak siyaset denince çoğunluğun aklına sadece devlet/ülke yönetimi geliyor. Bu doğru olsa bile eksik bir yaklaşım. Siyaset onu yapan insanla alakalıdır. Siyasetin kalitesi de, erdemi de, ahlakı da insanla alakalıdır. Nasılsanız siyaseti öyle yaparsınız. Benim siyasetten anladığım, halktan alınan gücün halkın hizmetine adaletle ve erdemle sunulması eylemidir. Bu anlamda siyaset çok şerefli ve erdemli bir hizmetin adıdır. Günlük hayattaki karşılığı ne yazık ki bu içerikten büyük ölçüde yoksun. Halkımız siyaset denildiğinde siyasetçilerin iş ve eylemlerini anlıyor. Üzülerek beyan etmek isterim ki, siyasetin gündelik karşılığının sözünde durmamak, seçildikten sonra sırra kadem basmak, halka tepeden bakmak ve halkla ilgilenmemek anlamına dönüşen karşılıkları siyaseti itibarsızlaştırıyor. Dahası, ilkesizlik ve omurgasızlık, yani “dün dündür, bugün bugündür!” felsefesine dayalı söz ve davranışları ilkeden ve erdemden kopartan söylem ve duruşlar siyasete ve siyasetçiye olan güveni aşındırıyor. O yüzden siyaseti yeniden erdemli insanların taşıyıcı aktör olduğu bir hizmet aracına dönüştürmek şart.

-Peygamber Efendimizin (sav) siyaset, devlet ve insan anlayışını nasıl özetlersiniz?

-Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizi doğru tanımlamak lazım. O Allah’ın kulu ve elçisidir. Bir tek görevi vardır: Allah’tan kendisine gönderilen mesajları iletmek. Bu tanım Kutsal Kitapta yer alan tanımdır. Peygamberimiz asla bir siyasetçi değildir. Bir devlet kurmakla görevlendirilmiş biri değildir. O bir hükümdar değildir. Peygamberimizin hükümranlık anlayışını devlet ve hükümdar kavramları üzerinden izaha kalkışmak, yapıp ettiklerini siyaset-siyasetçi zaviyesinden değerlendirmek doğru değildir. Peygamberimizin yaptığı eylemin elbette siyasetle alakası vardır. Peygamber elbette siyasal ve toplamsal bir organizasyona önderlik etmiştir. İnsan-insan ilişkilerinin var olduğu her yerde kaçınılmaz olarak siyaset vardır.

Peygamberimiz katıksız ve koşulsuz bir ilke adamıdır. Sözünü eğip büken biri değildir. Herkese anladığı dilden hitap eden ve herkesin aklına göre konuşan biridir. Siyasetinde yalan yoktur, kandırmaca yoktur, büyüklenmek yoktur. Peygamberimizin en belirgin vasfı, güvenilir olmaktır. Kendisine düşman olanlar bile onun için “Muhammed-ül Emin!” demişlerdir. Peygamberimizin adaleti her şeyin başına koyan biridir. Ondan asla adaletsizlik sadır olmamıştır. Peygamber adı konmamış bir yönetim organizasyonun, yani bir tür devletin başında iken iki şeyi esas almıştır: İstişareyi ve adaleti. Peygamber olmasına rağmen arkadaşlarıyla istişare etmeyi olmazsa olmaz önemde görmüştür. Bunun Allah’ın bir emri olduğuna inanmıştır. Arkadaşlarını da hep bu bilinçle eğitmiş ve yönlendirmiştir. O yüzdendir ki İkinci Halife Hz. Ömer minberde konuşurken camideki kadınlardan biri kendisine itiraz edebilme yürekliliğini göstermiştir. Bu bilinç dolayısıyladır ki Halife Ömer kendisinden hesap soran kadına herkesin içinde hesap verme yoluna gitmiştir. Peygamberimiz adaletten asla sapmamıştır. Kızı Fatma’ya bile, “Seni ben bile kurtaramam!” demiştir. Peygamberimiz insan-insan ilişkilerinde o dönemlerin genel geçer inancı olan kabilecilik anlayışını yıkmıştır. Üstünlüğü kabilecilikte arayan bir anlayış yerine inançta ve takvada arayan bir yeni bilinç aşılamıştır. O yüzdendir ki siyahi köle Bilal Mekkeli ululardan daha ulu biri olarak Peygamberimizin yanında yerini alabilmiştir. Peygamberimizin inşa ettiği bu bilinç ne yazık ki Emevicilik siyasetiyle tekrar yıkılmış, yerini saltanata ve kabileciliğe bırakan tehlikeli bir sapmaya yol açmıştır. Günümüzde de modern kabileciliğin, geçmişteki kabileci-aşiretçi yaklaşımların neredeyse şehir milliyetçiliği özeline kadar indirgenmiş olduğunu görmek siyasetin bir tür deformasyonuyla ilgilidir. “Yeter ki benim ırkımdan olsun, yeter ki benim mezhebimden olsun, yeter ki benim şehrimden olsun!” anlayışına dayalı modern kabilecilik siyaseti yerine hızla Peygamberin getirdiği o akideye dayalı siyaseti inşa etmemiz gerektir ki siyasetin insan ve erdem eksenli olan yüzü herkese kuşatabilsin. Kitabımda işlediği ana temalardan biri budur. O yüzden “Nebevi Siyaset” bölümü bence kitabın en nirengi yanını oluşturuyor.

-Kitapta siyaset-siyasetçi-halk ilişkisi bağlamında yaşadığınız tecrübelerden de hareketle önemli noktaların altını çiziyorsunuz. Yönetim ve yönetme ilişkisinin nasıl olması gerektiğine inanıyorsunuz?

-Siyaset insan için yapılır ve insanla birlikte yapılır. Siyaset için gerekli olan gücü sağlayan da insan topluluklarıdır. O yüzden gücü asıl sahibine karşı kullanmak gücün kötüye kullanılması anlamına gelen zorbalıkla eşdeğerdir. İyi bir siyasetçi halkın yüreğinde taht kurmaya yönelir. Başka tahtlar gelip geçicidir, ama halkın yüreği kalıcıdır, bakidir. Nesilden nesile taşınırsınız, ölümsüzleşirsiniz. Tabii ki kötü insanlar korkmalıdırlar sizden. Yönetirken bir yanınız merhamet, şefkat, sevgi ve adaletle dolu olacak bir yanınız da kötülere ve şerlilere karşı korkuyla dolu olacak. Başka türlü yönetemezsiniz. Bu ikisi arasındaki dengeyi doğru kuramayanlar halkı karşılarına alırlar. İyi bir yönetim için, kötülerin ve şerlilerin şerrinden halkı korumak da esastır. Benim burada değinmek istediğim konu şu: Halkın bedenleri üzerinde zorbalıkla hükmedebilirsiniz, halkın yüreğine korku salarak tahtınızda oturabilirsiniz, ama bu durumda bahtınız kara olur. Küfür ile abad olunur ama zulüm ile asla olunmaz. Gün gelir halkın tokadını yersiniz. İyi bir siyasetçi halkın kalbini esas alır. Halka tepeden bakmaz, içinden çıktı halkla her daim hemhal olur. Devletin varlık sebebi de halktır. Halkı yaşatmayan bir devletin yaşaması mümkün olmaz. O yüzden “Halkı yaşat ki devlet yaşasın!” denilmiştir. İnsanı yaşat ki devlet anlamlı olsun. “Devleti yaşat ki!” diye başlayan denklemler insanı önemsizleştirir, halkı cim karnında bir noktaya dönüştürür. Oysa devletin de siyasetin de sahibi halktır. Bunu söylerken halkı fetişleştirdiğim sonucu çıkartılmasın. Halk yekpare bir topluluğun adı değildir. Halk demokrasinin Tanrısı değildir. Halk denildiğinde akla türlü türlü insan toplulukları gelir. İdeolojileri, yaşam tarzları ve çıkarları farklı olan insan kümeleri…Halkın içinde iyiler vardır, kötüler vardır. Erdemliler vardır, haramiler vardır…Halkın hepsinin onayını almış bir yönetim bugüne kadar kurulabilmiş değildir. Adalet bazılarının işine gelmez mesela. Eşitlik de… Halk fetişizmi siyaseti hem körleştirir hem de bozar. Sizi seven de halktır, size düşmanlık eden de… Halkın her talebi meşru olmayabilir. Siyasetçi meşru olmayan bir talebi karşılamadığı için hedef tahtasına oturtulabilir. Tersi de doğru. O yüzden ne gücü elinde bulunduranları, yani yönetici elitleri fetişize etmek, yani onların merkezi bir öneme yerleştirmek doğrudur, ne de halk dalkavukluğuna başvurmak doğrudur. Erdemli siyaset, bu denklemi kurmayı bilen siyasettir.

Batı’nın siyaset anlayışında halk nirengi bir öneme sahip değildir. Orada devlet vardır. Halk seçimden sonra geri çekilir. Sonrası devleti yönetenlere bırakılır. Halkın seçimlere olan ilgisi de o yüzden çok fazla değildir. Batı siyasetinin esas aldığı iki şey vardır: Güç ve çıkar. Demokrasi, halk, adalet, insan hakları, özgürlük vb. değerler bu iki asıl amacın elde edilmesi için kullanılır. Bir tür mobilizasyon aracıdırlar.

-Bizim geçmişimizde de benzer durumların var olduğuna dair saptamalarınız var ama…

-Bizim toplumlarımızda da geçmişte hükümdarlara biçilen rol ne yazık ki sorunlu ve yanlış bir roldür. Kitabımda da mukayeseli olarak değindim. Mesela Nizamul’l-Mülk’ün hükümdarı Allah tarafından seçilmiş bir kişi olarak tarif etmesi, Kutsal Kitabımızın öğretileri açısından asla kabul edilebilir değildir. Hükümdara veya halifeye kutsiyet atfetmek, öğretilerimizle çelişir. Aynı bakış açısının Batı hükümranlık sisteminde de cari olduğunu biliyoruz. Avrupa’nın hükümdarları da “Allah tarafından seçilmiş” olarak kabul edilirlerdi. O yüzden herşeyin ve herkesin üstünde kutsiyeti olan kişiler olarak kabul edilirlerdi. Ne yazık ki halifelerin/hükümdarların kendilerini yeryüzünde Allah’ın gölgeleri gibi görmeleri o saltanatçı siyaset kültürüyle alakalıdır.

O yüzden diyorum ki geçmişin siyasetnamelerinden çıkarsayacağımız çok önemli dersler olmakla birlikte asıl günümüzün siyasetnamelerine ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Öğretimize tümüyle uygun günümüz insanlık bilinciyle örtüşen yeni bir siyaset teorisi ve tecrübesi inşa etmemiz bizi çok daha güçlü kılacaktır. Aksi takdirde eski tarz siyaset anlayışları, güç zehirlenmesi üzerinden bizi kendimizden olmaktan çıkartabilir. Dikkat etmemiz lazım.

-Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi üzerinden yaptığınız analizler sanırım kitabın en ilgi çekici yanlarından birini oluşturuyor. Yeni bir siyaset teorisi için Veda Hutbesi’ni referans olarak gösteriyorsunuz…

-Evet, kitabımda bu konuyu önemle işledim. Müthiş bir insanlık manifestosudur Veda Hutbesi. Okumayanlar okusunlar. Okuyanlar bir kez daha özümseyerek ve üzerinde düşünerek okusunlar. “Ey insanlar!” diye başlayan sözler ne kadar anlamlı ve kuşatıcıdır. “Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır.” İnsaniyet mektebinin manifestosudur bu. Ontolojik eşitlik. Kibirden uzak bir konumlanış. Herkesi kucaklayan insaniyetçi bir yaklaşım. Siyasetin dibine bu anlayışı yerleştirmemiz lazım. Önce insana seslenmemiz lazım.

Bir diğer husus kimlik siyasetiyle alakalı. Ne Kutsal Kitabımızda ne de Peygamberimizin hitabında asla etnik bir topluluğa vurgu yoktur. Peygamber Araptır. Kur’an Arapların diliyle inmiştir. Lakin Kur’an’da “Ey Araplar!” diye bir hitap bulamazsınız. Peygamberimizin hitaplarında da bulamazsınız. “Ey insanlar, ey mü’minler!” diye başlayan hitapların dışındaki hiçbir hitapla karşılamazsınız. Günümüzün kuşatıcı siyaseti için bu anlayışın esas alınması gerekiyor. Elbette herkesin bir aidiyeti, bir kimliği vardır, ama aidiyetler ve kimlikler üzerinden siyaset yapmak insanları ayrıştırır ve çatıştırır. Ne yasaklayıp yok etme yoluna gideceksiniz ne de aidiyetler ve kimlikler üzerinden bir değer ideolojisi üreteceksiniz. Günümüzün siyasetinin ana ilkelerinden biri mutlaka bu olmalı.

Peygamberimizin mü’minler arasında renk, dil, kabile, soy-sop, para-pul, makam-mevkii, statü ayrımı yapmadan kucaklayıcı bir söylem ve duruş sergilemesi çok önemli bir derstir. Sadece akideyi ve yeteneği önemseyen bir siyaset anlayışı adaletin tesisinde çok önemli bir yere sahiptir.

Peygamber bir şeyi yasaklarken önce kendi yakınlarından başlıyor. Veda Hutbesi’nde bunun örneklerini görürsünüz. Nepotizm diye adlandırılan akraba kayırmacılığı asla söz konusu değildir. O yüzden günümüzde siyaseti çürüten bu nepotizm illetinden mutlaka kurtulmamız gerektiğine inanıyorum.

Kendi dava arkadaşını bir kenara itip kendi akrabasını kendi hassasiyetine sahip olmadığı halde önceleyen bir tavır siyaseti hem dava eksenli olmaktan çıkartır hem de halkın gözünde değersizleştirir.

Bu çerçevede yaptığım tespitler ve öneriler kitapta uzun boylu yer alıyor zaten. İnsanlık, erdem, ahlak ve adalet adına yeni bir siyaset teorisi üretmek isteyenler için Veda Hutbesi olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.

-Sizi gazetecilikten siyasete çeken ne oldu? Siyasetin içinde olduğunuz dönem gazeteciliğinize, yazarlığınıza ve insani birikimine neler kattı?

-Ben klasik bir gazeteci hiç olmadım. Yani haber peşinde koşan-koşturan biri… Yazarlık yaptım. Hala yapıyorum. Milletvekili iken de yazmaya devam ettim. Yazı bende hiç kesintiye uğramadı. 15 yaşımdan itibaren siyasetin içindeyim. Siyaset sadece milletvekili iken yapılan bir şey değildir. Benim açımdan bu böyle, başkalarını bilmem. Bugün milletvekili değilim ama siyasetim devam ediyorum. Ben siyaseti bir davanın aracı olarak görüyorum. Bir idealin aracı olarak... Milletvekilliği farklı bir siyasi tecrübe. İktidarla ve güç ilişkileriyle tanışıyorsunuz. O güç ilişkilerinin merkezinde yer alıyorsunuz. Kitapta da buna kısmen değindim. Gördüğüm eksiklikleri o yüzden yeni bir siyasi modelite olarak önerdim. Gücün tek bir elde temerküzünün siyasi yozlaşmayı beraberinde getirdiğini gördüm. Siyaset bir yanıyla katildir. Geçmişti de iktidar kavgaları hep kanlı olmuştur. Peygamberimizin en yakın arkadaşları bile iktidar kavgaları dolayısıyla birbirlerinin kanına ne yazık ki ekmek doğramışlardır. Siyasetin böyle bir geçmişi vardır. Çekememezliklerin, kıskançlıkların, ayak oyunlarının ve kardeş katlinin olduğu bir alandan bahsediyorsunuz. Çok sevilirseniz en yakın arkadaşlarınız bile size hasım kesilebiliyor maalesef. Siyaset güç ilişkisi doğru kullanılmazsa çok tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor. Gücü o yüzden dağıtmak gerekiyor. Bir insan milletvekili ise zaten bir gücü var demektir. Bulunduğu ilin teşkilat başkanlarını da emrine aldığı andan itibaren o ilin hükümdarı kesilebiliyor. O yüzden gücü dengeleyen ve dağıtan bir siyasi mekanizmaya ve modele ihtiyaç var. Kitabımda kendi tecrübelerimden hareketle bu siyasi modeli öngörürken siyasetimizi daha nasıl güçlü ve erdemli kılabiliriz kaygısını esas aldım sadece. Umarım kimse üstüne alınıp darılmaz. Bir insanı çok fazla güç sahibi kıldığınızda aslında ona iyilik yapmış olmuyorsunuz. Onun azgınlaşmasına sebebiyet vermiş oluyorsunuz. Hepimiz insanız, nefis taşıyoruz sonuçta. Güç gerçekten bozuyor. Şayet sağlam bir dava anlayışınız ve erdemli/ilkeli bir duruşunuz yoksa bir süre sonra etrafınıza üşüşenler tarafından farkında olmadan başka yerlere kayabiliyor ve kendinizi hükümdar gibi görmeye başlayabiliyorsunuz. O yüzden gücün dağıtımı, denge ve fren mekanizmasının doğru kurulması elzemdir. Aksi takdirde bürokratik oligarkların yerini siyasi oligarklar var. Ve siyaset halktan kopar.

Siyasi tecrübe bana çok şeyler kattı. Teorik birikimimi yeniden anlamlandırmama da yardımcı olduğu gibi aynı zamanda günümüzde yeni siyaset teorilerine ve pratiklerine olan ihtiyacı görmemi de sağladı.

-Gazetecilik ve siyaset ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Gazetecilik tanım değiştirdi. Fonksiyon değiştirdi. Geçmişte gazeteci olarak bildiklerimiz meğer siyasetin ve güç odaklarının emrindeki aparatlarmış meğer. Dahası, patronlarına maddi çıkar devşirmeye çalışan aktörlermiş aynı zamanda. İstisnaları olsa bile çoğunluk böyleymiş meğer. O yüzden iktidardaki siyasetçiler hep iyi geçinen ve dolayısıyla onlardan nemalanan bir gazete patronajlığı ve gazete patronlarının çıkarlarını Ankara’da kollayan gazeteciler bugün kalkıp “yandaş gazeteci” edebiyatı yapıyorlar.

Bir köşe yazarı siyaset yapabilir, iktidardaki veya muhalefetteki bir partiyi destekleyebilir ama gazeteciliği, yani haberciliği siyasi tarafgirliğin ve düşmanlığın dışında bir kategoride sürdürmek gerektiğine inananlardanım.

Bazen televizyonlarda izliyorum: Adam gazeteci, ama bir siyasetçiden daha fazla siyasetçi. Hiç hoş kaçmıyor. Siyasetçiden güç veya çıkar devşirmek için yanaşan gazetecileri geçmişte çok gördük. Gördük ki onların ilkesi yokmuş. Güç sahipleri değişince bu kez yeni efendilerinin etrafında kenetlendiler. Hep güçten ve güç sahibi siyasetçiden yana olan gazeteciler gerçekten mide bulandırıyor. Gazeteciliği bu kadar ayağa düşüren insanların ne mesleklerine ne de kimseye bir faydası olmaz.

-Siyasi Erdemler Risalesi’nin gördüğü ilgiden memnun musunuz?

-Yeni çıkmasına rağmen iki baskı yaptı. Sanırım üçüncü baskı için hazırlık yapıyorlar. Benim için önemli olan çok satmasından öte özümsenerek okunmasıdır. Kitabın dili okunmayı kolaylaştıran bir dil. Kitabı okuyanlardan aldığım tepkiler çok olumlu. Gerek diline ve gerek içeriğine yönelik okuyanlardan aldığım tepkiler kitabın amacına ulaştığını gösteriyor. Ama asıl istediğim şey, kitapta ileri sürdüğüm tezlerin hem siyaseten ve hem de entelektüel açıdan eni konu tartışılmasıdır. Günümüzün siyasetini anlamlı kılacak tezlere ve tartışmalara ihtiyacımız var çünkü.