ABONE OL
Diyarbakır'da yaşayan Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink terör örgütü propagandası yaptığı gerkeçesiyle geçen hafta gözaltına alınmış, ardından serbest bırakılmıştı. Bu  olayı Türkiye'deki ve yurtdışındaki bazı kesimler gazetecilere baskı şeklinde lanse etmişti.
 
İşte o gazetecinin 5 Aralık 2014'de bir internet sitesinde yayınlanan yazısı 'PKK kalıcı ateşkes ilan ederse hayal kırıklığı yaratır' başlığını taşıyor.
 
Yazısında ''PKK’nin Türkiye’yi hala rehin tutan bu açık insan hakları utancına son verilmeden kalıcı ateşkes ilan etmesi beni hayal kırıklığına uğratır'' diyerek açıkça AB hukukunu da çiğneyen Geerdink acaba bu yazıyı Avrupa'da faaliyet gösteren bir terör örgütü için yazsaydı AB ne derdi? Çünkü AB hukukuna göre terör örgütlerini öven, savunan her türlü yazı suç sayılıyor.
 
İşte 5 Aralık 2014 tarihli o yazı;
 
Bugünlerde bir kez daha Ankara, İmralı ve Kandil arasında yoğun bir trafik var. Ve medyayı heyecanlandıran konu da, görünüşe göre, silahsızlanma.
 
Kürt hareketi ve hükümet PKK’nin silah bırakması konusunda bir anlaşmaya mı varmaya çalışıyor? Öcalan birkaç gün önce, ihtilafa aylar içinde çözüm bulunabileceğini söylediğine göre Newroz’da yeni bir çığır açıcı konuşma yapmaya mı hazırlanıyor? Kalıcı ateşkes mi ilan edecek?
 
Doğrusu, böyle bir adım atması beni hayal kırıklığına uğratırdı.
 
Öcalan’ın Newroz 2013’te yaptığı bir önceki çığır açıcı konuşmayı hatırlıyorum. Bu konuşmayı anlamlandıramadığımı ve Diyarbakır’daki Newroz alanında, ‘Yani şimdi ne oldu?‘ diye düşünerek dolandığımı hatırlıyorum. Etrafımdakilere şaşkınlık içinde, ”Bunun sebebi ne? Bu adımı destekliyor musunuz?” diye soruyordum.
 
Barış, kim için ne anlama geliyor?
 
Ve, ”Evet, destekliyorum” yanıtını aldığımda, şu soruyu yöneltiyordum: ”Yani yaklaşık bir ay önce silahlı mücadeleyi destekliyordunuz ama şimdi bunun bitmesini, hatta PKK’nin Türkiye’den çekilmesini mi destekliyorsunuz? Fikrinizi değiştiren ne oldu?” Çoğu kişi liderin konuşmasındaki bazı sözcükleri tekrarlıyor ve ağzı kulaklarında, ”Barış istiyoruz” diyordu.
 
Tabii ki bu ülkede herkes barış istiyor. Yani, çoğu kişi… Yıllar evvel ülke içi bir uçuş sırasında, barışla ilgilenmeyen, koyu milliyetçi bir adamla sohbet etmiştim. Türk kanının, her zaman olduğu gibi, anavatan için akmaya devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Zihinsel olarak midem bulandı. Yine de o zamandan beri kendime bu adamın bir istisna olduğunu, bu ülkedeki insanların ezici çoğunluğunun, tabii ben de dahil, barış istediğini söyleyip duruyorum.
 
Peki barış ne anlama geliyor? Belki de Türkiye’deki birçok kişi için barış 1984’te, PKK ilk saldırılarını düzenlediğinde bozuldu. Bazılarına göreyse barış muhtemelen çoktan sağlandı. Zira PKK orduya saldırı düzenlemekten kaçınıyor ve artık askerler eve tabutlar içinde dönmüyor.
 
‘Onurlu bir barış’
 
Fakat Kürt hareketi için barışın başka bir anlamı var. Ahmet Türk’ün o güzel ifadesiyle, ‘onurlu bir barış‘ istiyorlar.
 
Böyle bir barış, sadece silahların susmasından ibaret değil; aynı zamanda, Türkiye’deki her vatandaşın kimliğini sonuna kadar yaşayabilmesi ve insan haklarına saygı duyulması anlamına geliyor. Kürt hareketinin ‘barış‘ yerine ‘adalet‘ sözcüğünü kullanmasını isterdim. Zira bu, ne istediklerini daha açık bir biçimde ifade ederdi.
 
Bu ülkede adalet olsaydı, silahlı bir mücadeleye gerek kalmazdı. 2013 Newroz’unda bu kadar şaşırmamın sebebi de buydu: Adalet Türkiye’ye çok uzaktı ama Öcalan buna rağmen silahlı mücadelenin geçmişte kaldığını ilan etmişti. Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, Öcalan’ın ‘konuşma vaktinin geldiğini‘ söylediğini aktarıyordu. Kendime Öcalan’ın, Erdoğan hükümetine, kalaşnikofları kenara bırakma vaktinin geldiğini düşünecek kadar güvenmesinin sebebini sormuştum.
 
Bu soru üzerine, Kandil’deki KCK üyesi Rıza Altun dahil, birçok kişiyle konuştum: Erdoğan AKP ve Erdoğan’a niçin güveniyordu? Nihayetinde, AKP’nin ilk yıllarındaki eform yılları 2013’te çoktan geride kalmıştı ve Erdoğan’ın otoriter eğilimleri her zamankinden daha görünür hale geliyordu.
 
Mesele Erdoğan değil, ‘konuşan’ kişi
 
Altun bana, meselenin güvenle ilgili olmadığını anlattı. PKK’nin geçmişindeki bir dizi ateşkese uyduğunu ve iktidarda her kim olursa olsun konuşmaya istekli olması halinde barış sağlamaya bağlı olduğunu anlattı.
 
20 yıl önce bu kişi Turgut Özal’dı, şimdi Erdoğan. Şu anki görüşmeler temelde, Özal’la 1990’ların başında yapılanların devamıydı. Dolayısıyla PKK Erdoğan’a güveniyor değildi; sadece, şu an muhatap oldukları kişi oydu. Ateşkes veya çekilme gibi cesur bir adım atmanın, demokratikleşmeyi daha da ilerletmesi umuluyordu.
 
Türkiye, PKK’nin ilk günlerinden bu yana çok değişti ve bu bağlamda, Öcalan’ın niçin mücadeleyi silahsız biçimde devam ettirme çağrısı yaptığını anlamak mümkün.
 
1980 darbesi ve ardından gelen yıllardaki yoğun baskı, parlamemtoda herhangi bir şeyin herhangi bir şekilde değiştirilmesi yönündeki herhangi bir ihtimalin önünü tıkadı. Bu küçük grubun, Kürtlerin hiçbir zaman barış içinde yayaşama şansını bulamadığı bu cumhuriyette niçin silaha sarılmaktan başka yol bulamadığını tahayyül edebilirsiniz.
 
Fakat Türkiye son 30 yılda değişti. Bugünün Türkiye’sinde, halkların hakları için mücadele eden silahlı bir grup ortaya çıkmazdı.
 
Peki bu, aynı zamanda, sıranın bir sonraki adımda ve silahları tamamen bırakmakta olduğu anlamına mı geliyor? Ben böyle düşünmüyorum. Gültan Kışanak’ın birkaç yıl önce benim de katıldığım bir basın toplantısında söylediği gibi, ”Silahlı bir grubun, ihtilafın diğer tarafı bazı tavizler vermeden silah bıraktığını gördünüz mü?” Ve Leyla Zana da birkaç yıl önce şöyle demişti: ”Silahlar Kürtlerin sigortasıdır. Kürt sorunu var olduğu müddetçe, silahlar Kürtler için bir garantidir.”
 
PKK ‘desteği’ hala lazım
 
Ve o garanti, bence hala gerekli. Çok şey değişti ama o değişikliklerin hepsi, vatandaşlar yerine devleti korumayı amaçlayan otoriter ve askeri Anayasa’ya uyuyor. Bu Anayasa aynı kaldıkça, anadilde eğitim ve ademi merkeziyetçilik gibi temel değişiklikler hayata geçirilemez. Bu değişikliklerin anayasada kök salmaması, herhangi bir zamanda geri döndürülebilecekleri anlamına geliyor. Bir tür desteğe ihtiyaç duyulmasının nedeni de bu. Ve Kürtler için o destek, PKK demek.
 
Bu arada, bunların hiçbiri benim bir PKK destekçisi olduğum anlamına gelmiyor. Bir gazeteci olarak, PKK’nin niçin var olduğunu, niçin şiddete başvurduğunu, niçin bu şekilde geliştiğini anlamaya çalışıyorum.
 
Benim odak noktam esasında Kürt haklarından ziyade genel olarak insan hakları. İnsan haklarını hem Kürtler, hem de tüm Türkiye için garanti altına almanın PKK’nin da odak noktası olduğuna inanıyorum.
 
Dolayısıyla, genelde bakış açılarına katılıyorum. Fakat bir gazeteci olarak, hakkında yazdığım hiçbir grubu desteklemiyorum.
 
Ya bir lideri takip etmek? Beni tanıyanlar, bunun için fazla dikkafalı olduğumu bilir. Bir keresinde bir Hollandalı Kürt arkadaşım, Diyarbakır’daki bir gösteride önümüzde Öcalan bayrağı tutarak fotoğraf çektirmek istedi. Bu mümkün değildi!
 
Hayal kırıklığı
 
Şu an PKK ve barış süreçleri hakkındaki bildiklerimden yola çıkarak, yakın zamanda kalıcı ateşkes ilan edileceğini düşünmüyorum. Herhangi bir barış sürecinde önce hakların garanti altına alınması, sonra silahsızlanma gelir.
 
PKK’nin Türkiye’yi hala rehin tutan bu açık insan hakları utancına son verilmeden kalıcı ateşkes ilan etmesi beni hayal kırıklığına uğratır. Çünkü bu, insan haklarının PKK için esasında o kadar da önemli olmadığı, hatta Kürtlerin bir tür sigortaya ihtiyaç duyduğu fikrini bile geride bıraktığı anlamına gelir.
 
Bunca yıldır konunun üzerine eğildikten, Kürtler ve Türklerin yanı sıra meslektaşlarım ve akademisyenlerle konuştuktan, elime geçen her şeyi okuduktan sonra hala PKK’nin ne olduğunu anlamamış olacağım için, böyle bir durumda, kendimi de hayal kırıklığına uğratmış olurdum.