Tahıl koridorunu açan anahtar

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
29.07.2022

Tahıl Koridoru Anlaşması, küresel gıda krizinin aşılması açısından oldukça önemli. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye'nin hem bölgesel hem de küresel açıdan artan ağırlığını göstermesi bakımından da büyük önem taşıyor.


Tahıl koridorunu açan anahtar

Şubat ayının sonlarında Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla iki ülke arasında başlayan savaş, hem uluslararası kamuoyu hem de devletler için büyük ölçüde sürprizdi. Aslında uzun dönemdir böyle bir ihtimalden söz ediliyordu ama Rusya'nın tüm dünyanın tepkisini çekmeyi göze alarak bu tür girişimde bulunması düşük bir ihtimal olarak görülüyordu. Buna karşılık, Putin, Rusya'nın öteden beri süregelen "grand strategy"sinin bir parçası olarak Ukrayna'yı işgal etme vaktinin geldiğine karar verdi.

Postmodern imparatorluk

Her ne kadar bu süreç işgal kelimesiyle nitelense de Putin'in gerçek amacının daha farklı olduğu anlaşılıyor. Putin'in zihninde tamamen Rusya'nın yönettiği geleneksel bir imparatorluğu canlandırmaktansa hegemonik gücün daha etkili olduğu bir model var. Ülkelerin başına yerleştirilen kukla yöneticiler aracılığıyla özellikle ekonomik kaynakları kontrol etmek ve hangi devletle, ne ölçüde diplomatik ilişki kurulacağına karar vermek bu stratejinin dayandığı temel anlayış. "Postmodern imparatorluk" şeklinde nitelenen ve Rusya'nın etki alanındaki bazı ülkelerde uygulanan bu modelin güncel bir versiyonunu Ukrayna'ya taşımanın amaçlandığı kolayca anlaşılıyordu. Ancak bu çaba, en azından şimdilik, tam anlamıyla sonuç vermedi. Ukrayna halkının büyük kısmı Rus işgaline direndi, devletler de kimi zaman kendi çıkarları kimi zamansa iç kamuoylarının baskısı nedeniyle Ukrayna'ya destek verdi. Sonuçta içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen bir labirente girildi.

Hesaplanamayan etki

Öte yandan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, belki önceden hesaplanmayan ya da hesaplanmış olsa bile umursanmayan bir etki doğurdu. Kuşkusuz savaşlar, yalnızca yaşandıkları ülkelere ölüm, yıkım ve felaket getirmezler. Tüm savaşlar, doğrudan ya da dolaylı şekilde başka ülkeleri ve toplumları da etkiler. Bazen savaşan ülkelerden komşularına yönelik göç dalgasıyla başlar bu etki, bazense tarafsız kalmaya çalışan devletleri bile içine çekmesiyle yaşanır. Ukrayna Savaşı da en başından itibaren Avrupa'dan Afrika'ya dünyanın hemen her yerinde olumsuz sonuçlar doğurdu. En başta enerjilerini Rusya'dan ve kısmen Ukrayna'dan temin eden Batılı devletler bir açmaza girdiler. Almanya başta olmak üzere pek çok ülke, enerji tedarikinde sorun yaşamamak için haksız bir işgal girişiminde bulunduğu aşikâr olan Rusya'ya karşı açık bir tepki koymakta zorlandı. Ama savaş uzadıkça dünya geneline etkilerinin yalnızca enerji arzında daralma ve fiyatların artışıyla sınırlı kalmayacağı ortaya çıktı.

Dünya tahıl ihracatında ikinci sırada bulunan Ukrayna, Avrupa ve Afrika'da pek çok ülkenin ilk sıradaki buğday tedarikçisiydi. Başlayan savaş, çok sayıda ülkede en temel gıdaya ulaşamama tehlikesi doğurdu. Ukrayna buğdayının ülkeden çıkarılması için çeşitli öneriler Haziran ayından itibaren tartışılmaya başlandı.

Rusya'yı ikna süreci

ABD ve Fransa gibi ülkeler bu süreçte kara ve demiryolunun kullanılarak buğdayın Ukrayna dışına çıkarılması gibi öneriler getirdi. Ancak ekonomik maliyetler ve teknik imkânsızlıklar nedeniyle bunların uygulanması oldukça zordu. Türkiye ve Birleşmiş Milletler ise ihraç edilecek buğdayın belirlenecek limanlara getirilmesi ve buradan oluşturulacak bir koridor aracılığıyla Karadeniz üstünden Boğazlardan geçirilmesini önerdi. Ancak bu önerinin uygulanabilmesi için buğdayları limanlara getirecek kamyon konvoylarına, ardından gemilere herhangi bir saldırı olmaması, bunların mayınlanan alanlardan sorunsuz geçişi, dolayısıyla Rusya'nın ikna edilmesi şarttı.

Geçen hafta İstanbul'da Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Birleşmiş Milletler temsilcilerinin imzaladıkları Tahıl Koridoru Anlaşmasıyla yaşanan sorun çözüldü. Böylece Ukrayna limanlarında bekleyen 25 milyon ton buğdayın taşınmasının önü açıldı. Ayrıca sürecin İstanbul'da kurulacak olan bir müşterek koordinasyon merkezi tarafından yönetilmesi de kararlaştırıldı. Atılan imzalardan sonra tüm ülkelerden anlaşmayı mümkün kılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve BM Genel Sekreteri Guterres'e tebrik ve teşekkür yağdı. Söz konusu anlaşma, küresel gıda krizinin aşılması açısından oldukça önemli. Ancak muhtemelen bundan daha önemli olan durum, Türkiye'nin hem bölgesel hem de küresel açıdan artan ağırlığını göstermesi. Türkiye, gerçekte kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir mevzuda yaşanan krizin çözülmesi açısından inisiyatif aldı ve sürecin başarıyla sonuçlanmasını sağladı.

Türkiye'nin hanesine yazılan diplomatik başarı, tesadüf veya kısa süreli bir girişimin sonucu değil.

Paradigma değişimi

Söz konusu diplomatik başarı, 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle başlayan ve uzun süredir devam eden politikaların eseri. Gerçekten Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, başbakanlığından itibaren işbaşında olduğu dönemde, dış politika alanında köklü bir paradigma değişikliğine gidildi. Bir taraftan komşu ülkelerle ilişkiler rehabilite edilirken diğer taraftan da dünyanın geri kalanıyla temasların daha sağlıklı bir zeminde ilerlemesi sağlandı. Bu süreç, gerçekleri göz önünde bulunduran ama ilkelere dayanan bir yaklaşımdan kaynaklanıyordu. Geçmişten itibaren arada bağ bulunan ülkeler ve toplumlarla ilişkiler güçlendirildi. Dış politika alanındaki gücün en önemli belirleyicilerinden biri, ülkelerin sahip oldukları tarihî miras ve bu mirası ne ölçüde iyi kullanabildikleridir.

Diğer taraftan, Erdoğan, dış politikada Batılı devletlerle çatışmaya girmekten kaçınmadan ilkelerini savundu. "Dünya 5'ten büyüktür" mottosuyla ifadesini bulan Birleşmiş Milletlerin yapısına dair eleştirileri, Filistin meselesindeki tavizsiz tutumu, Arap Baharına yaklaşımı, Venezuela'daki darbe girişimine yönelik yaklaşımı izlenen çizginin yalnızca birkaç örneği. İnsanî diplomasi çalışmaları aracılığıyla dünyanın her yerindeki ihtiyaç sahiplerine yardımlar ulaştırıldı. Kültürel diplomasinin farklı örnekleriyle yumuşak güç giderek daha fazla kullanıldı. Bu çabaların her biri, Türkiye'nin dış politika alanında giderek daha sağlam bir zeminde ilerlemesini sağladı.

Söz konusu politikaların ciddi bir tutarlılık içerdiği de açık. Mesela Suriye İç Savaşının başladığı ilk günden itibaren Türkiye soruna demokratik yollarla, ama mutlaka ülkenin toprak bütünlüğü korunarak çözüm bulunmasını savundu. Zaman içinde Batılı devletlerin çoğunun yaklaşımı değişirken Türkiye pozisyonunu korudu. Ama aynı süreçte pek çok ülkenin yaptığı gibi hamasetten ibaret bir anlayış benimsemedi. Tam tersine elini taşın altına koyarak Suriye'deki savaştan kaçan milyonlarca sığınmacıyı kabul etti. Aynı durumun diğer başka ülkelerden de kronik sorunlar, çatışmalar ve savaşlar nedeniyle kaçmak zorunda kalan insanlar için de geçerli olduğu söylenebilir. Savaşın başladığı ilk günlerde varılan mutabakatların gereklerini kendi adına yerine getirdi Türkiye. Üstelik Erdoğan, bunu iç kamuoyunda doğabilecek bir tepki pahasına, yani siyaseten risk üstlenerek yaptı.

Tutarlı ve kararlı politikaların bir diğer örneği, terörle mücadele alanında yaşandı. Terör, Soğuk Savaş yıllarından itibaren büyük devletlerin vekâlet savaşlarının araçlarından biri oldu. Türkiye de geçmişten bu yana terörden en fazla muzdarip olan ülkeler arasında yer alıyor. Diğer pek çok ülkenin aksine Türkiye, terörle mücadeleyi siyasî kazanım elde etmek için aparat olarak kullanmayı düşünmedi. Her platformda faili her kim olursa olsun terörün yok edilmesi anlayışından taviz verilmeyeceği ısrarla vurgulandı. Bunun yanında, ülkenin terörle mücadele alanında uzun süredir, çok farklı ideoloji ve stratejilere sahip örgütlerle mücadelesinden kaynaklanan geniş tecrübesi de isteyen tüm devletlerle paylaşıldı.

Öte yandan diplomatik alanda gösterilen bu başarıları tamamlayan en önemli unsurun devlet gücünün ve kurumsal kapasitenin tahkimi olduğu söylenebilir. Son dönemde terör örgütleri, Batılı ülkeler başta olmak üzere pek çok yerden aldıkları desteğe rağmen giderek erime sürecine girdi. Yine bazı devletlerin doğrudan destek verdikleri, diğer bazılarının ise seyrettikleri 15 Temmuz darbesi Erdoğan'ın liderliğinde önlendi. Demokratik düzlemde yönettiği halkın desteği arkasında olan, bu şekilde geniş bir meşruluk zemini bulunan siyasetçileri işbaşından uzaklaştırmak için elde kalan yegâne yöntem darbe. 15 Temmuz'da bunun da işe yaramadığı görüldü. Henüz darbenin izleri tazeyken gerek sınır ötesi harekâtlar gerek ülke içinde yürütülen operasyonlarla terör örgütleriyle mücadeleye devam edildi. Tüm bu süreçte, hem ordunun hem de kolluk teşkilatının teknik yetenekleri önemli ölçüde artırıldı. Savunma sanayiindeki gelişmeler aracılığıyla bu alanda dışa bağımlılık büyük oranda ortadan kaldırıldı.

Güven inşası

Türkiye'nin kendi güvenlik operasyonlarında yoğun şekilde kullandığı Bayraktar iha ve siha'lar uluslararası marka hâline geldi. Öyle ki yukarıda bahsettiğimiz savaşta, Bayraklar'lar Ukrayna'nın en önemli kozu oldu. Başka birçok ülkeye de Bayraktar başta olmak üzere yerli üretim araç, cihaz, silah ve mühimmat ihraç edildi.

Türkiye ile Batılı devletlerin uzun süredir pek çok konuda anlaşmazlık yaşadıkları biliniyor. Bu durum, büyük oranda Türkiye'nin kendi çıkarları doğrultusunda politikalar izlemesinden ve ilkeli duruşundan kaynaklanıyor. Elbette bu tavır, zaman zaman dış kaynaklı ekonomik krizler, darbe girişimleri ve terör saldırıları gibi belirli bedeller ödenmesine neden oluyor. Ancak son tahlilde, tüm bu karşıtlıklara rağmen Türkiye'nin izlediği tutarlı ve ilkeli politikaların uluslararası zeminde bir güven ürettiği açıkça görülüyor. Buna karşılık, uluslararası zeminde asıl belirleyici olanın devletlerin gücü olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Savunma sanayii başta olmak üzere değişik sektörlerde giderek yükselen yerli ve millî üretim hamlesi Türkiye'nin sert gücünü artırıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin uluslararası alanda her geçen gün daha fazla sözü dinlenen ve ciddiye alınan bir aktör olması tesadüf değil. Bu durum, yıllardır devam eden ve çok sayıda farklı bileşeni bulunan bir sürecin ürünü. Elbette hâlâ daha kat edilecek çok yol var. Ancak Türkiye'nin uluslararası alanda geçmişle kıyaslanamayacak kadar iyi durumda olduğu açık bir gerçek. Şimdiye kadar izlenen çizginin devamı, bundan sonra da Türkiye'nin masadaki yerinin kalıcı olmasını sağlayacaktır.

@heberis