Timsal Karabekir: Tarihini bilmeyenin coğrafyasını başkası çizer
ABONE OL
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 104. yıl dönümünde Kazım Karabekir’in kızı Timsal Karabekir’le, cepheden cepheye koşan babasının yaşadıklarını anlattı.
 
Çanakkale Zaferi ile ilgili olarak aksam.com.tr’den Ezgi Aşık’a değerlendirmelerde bulunan Timsal Karabekir, yedi düvelin Türk’ü boğmak üzere Çanakkale’ye geldiğini anlatarak, “Çanakkale’ye neden geldiğini bile bilmeyen İngiliz sömürgesindeki Müslüman Hint askerler ezan okunduğunda namaza duruyor, Türk askeri de namaza duruyor. Hintler ‘Öldürmem, bu benim din kardeşim’ diyor. İngilizler de ‘Türkleri öldürmezsen biz seni öldürürüz’ diye onları kurşuna diziyor.” diye konuştu.
 
"KAZIM KARABEKİR'İN YAŞADIĞI EN BÜYÜK ACI MONDROS OLDU"
 
Kazım Karabekir’in yaşadığı en büyük acının Mondros Ateşkes Antlaşması olduğunu belirten Timsal Karabekir, konuyla ilgili olarak şu sözleri kullandı:
 
“Kazım Karabekir, Reşit Paşa gemisiyle İstanbul Boğazı’ndan girdiği zaman gördüğü manzaradan dolayı çok acı çeker. Türk askeri “Çanakkale Geçilmez” diye destan yazmış ama uğursuz bir Mondros Ateşkes anlaşmasıyla Çanakkale geçilmiş. Babam, Reşit Paşa gemisiyle İstanbul’a girdiği zaman Tarabya önlerinde çok büyük bir acı çeker. Bir Türk gemisinde; İngiliz zabit Türk zabitine emir verir, “Bayrağını indir, yerine İngiliz bayrağını as” diye. Babam şahit olduğu bu an için “Hayatımda hiç bu kadar acı çekmemiştim.” derdi. Ve orada “Tek dağ mezar olana kadar çarpışacağım.” diye yemin etmiş.”
 
TİMSAL KARABEKİR KİMDİR?
 
Kazım Karabekir’in üçüncü kızıyım. İkiz ablalarımdan sonraki üçüncü kızı olarak 1941 doğumluyum.  Yedi yaşındayken doğum günümde babamı kaybettim. Bana anaokulu diye baba okulu açan ve beni ilk eğiten kişi babamdır. Bu evin her duvarında babamla anılarım vardır. Babam kendi evlatları dışında 6 bin yetime de baba olmuştur. Tüm evlatlarına vatan ve Allah aşkını vermiştir.
 
Çanakkale Zaferi’nin 104. yıldönümü. Kazım Karabekir bu cephede önemli bir görev alıyor. O süreçlerde neler yaşanmış, size neler aktardı?
 
Allah Türk’ün kurtulmasını istemiş ki daha okul çağından beri birbirlerini tanıyan güzel insanlar, okul bittiği günden itibaren kendilerini savaşın içerisinde buluyorlar. Kazım Karabekir, okulunu bitirdikten hemen sonra kanlı çete savaşları oluyor ve Balkan Savaşı başlıyor.
 
Osmanlı’nın en zor dönemlerinde Karabekir’i Edirne müdafaasında Şükrü Paşa’nın kurmayı olarak görüyoruz. Edirne düştüğü zaman bir müddet Bulgarlara esir düşüyor. Kendisinin çok güzel bir sözü var: “Hür öl, esir yaşama”. Esaretin ne kadar bir zül olduğunu bizlere anlatmaya çalışıyor.
 
Onun hemen akabinde Çanakkale yaşanıyor, Çanakkale Türk’ün destanıdır. Bir adım daha geri gidersek; Sarıkamış faciasını yaşıyoruz. Sarıkamış faciasında o kadar çok askerimiz şehit oluyor ki eğer o insanlar şehit olmasaydı; Çanakkale’de Osmanlı askeri olarak savaşacaklardı. Belki bir okul mezun verecekti. O dönem ne bir üniversite ne bir lise ne de bir ortaokulda hiçbir öğrenci mezun olmadı. Onların Çanakkale’de can vermesi bizim burada varlığımıza sebep. Çanakkale bir destandır.
 
“ATEŞ ETMEYİ REDDEDEN MÜSLÜMAN HİNTLERİ KURŞUNA DİZDİLER”
 
“Çanakkale Geçilmezdir” diyerek Türk askeri bir destan yazmıştır. Kazım Karabekir’i de Çanakkale’de görüyoruz. Karabekir, Kereviz Dere mevkiinde Fransızlarla savaşıyor. Anılarında diyor ki: “Kereviz Dere’de su değil kan akıyordu.”
 
Çanakkale dediğimiz zaman insanın yüreği farklı çarpıyor. Kanlı ve çok ıstıraplı…  Yedi düvel Türk’ü boğmak üzere Çanakkale’ye gelmiş. Hatta neden geldiğini bilmeyen, İngilizlerin bir sömürgesi olarak gelen Müslüman Hintli askerler, ezan okunduğu zaman namaza duruyor, Türk askeri de namazda “Öldürmem, din kardeşim” diyor. İngilizler de “Türkleri öldürmezsen biz seni öldürürüz” diye onları kurşuna diziyor.
 
Burada bir de Nusret mayın gemisini görüyoruz; sabaha kadar mayınladığı Çanakkale’ye gelip çarpan her zırhlı ya batıyor ya da kaçıyor. Koca Seyit Onbaşı, normal bir adam olmasına rağmen 276 kiloluk bir mermiyi sırtlayıp bir savaş gemisinin batmasına neden oluyor. Daha sonra ikinci kez denediğinde kaldıramıyoruz. Bu bir yürek işi, Allah’ına iman, vatana aşktır.
 
“KARA KEDİ DENEN BOMBA, ÇADIRINA DÜŞTÜ”
 
Kazım Karabekir, Kereviz Dere cephesinde neler yaşıyor?
 
Babam, Kereviz Derenin nasıl ıstırap olduğunu anılarında anlatırdı. Fransızlarla savaştığı zaman çadırına “kara kedi” denilen bir Fransız yapımı parçası çok tehlikeli bomba düşüyor. Eğer çadırının içinde olmuş olsaydı, kesin ölümüne neden olacaktı.
 
Müzecilik fikri babamız için ne kadar önemli bir şeyi ki; oradaki anılarını bizzat alıp getirmiş, gençler neler yaşandı görsün diye…
 
Çanakkale denince yine yürekleri burkan bir anısı var. Kereviz Dere mevkiinde Fransızlarla savaşırken Kurban Bayramı oluyor. Kurban Bayramı’nda askere bir kutlama mesajı yazıyor ve diyor ki, “Yarın mübarek Kurban Bayramı ama bu yıl düşmanın zulmü nedeniyle Osmanlı’da hiç kimse hac görevini yapamıyor. Gelecek yıl muzaffer olarak Allah’ın huzurunda görevimizi yapacağız.”
 
Ve şöyle bir satırı da benim yüreğimi burkar: “Bugün her evde tekbirlerle kurbanlar kesilirken biz de Çanakkale’de verdiğimiz kurbanlara bir Fatiha okuyalım. Allah bizi de ya şehitlik ya da gazilikle şereflendirsin. Mübarek kurban bayramınız kutlarım.”
 
Bunun altındaki imza kaymakam mevki olarak bitiyor. Ama kaymakam bugünkü anladığımız anlamda değil, askeri bir rütbe olan yarbay anlamına geliyor. Üç dakika sonra öleceğini bilen evlatlar gül bahçesine girer gibi ölüme koşuyorlar. Bizler ölürken başka kuvvetler gelecek ve düşmana onlar karşı koyacaklar, vatanın her noktasından bu gencecik evlatlar bugün bizim şuradaki özgürlüğümüz için can verdiler. Çanakkale’yi rahmetle ve minnetle anıyorum. Nur içinde yatsınlar, Çanakkale bir destandır.
 
Kazım Karabekir’in anılarına dönersek Çanakkale’den yarbay mevkiinde madalyalarla Çanakkale’den ayrılıyor, ayrıldıktan sonra da Irak cephesinde Kut'ül Amare’de savaşıyor. İngilizlere karşı çok büyük zaferler elde ediyorlar. Fakat Ruslar yurdumuzu terk ederlerken yerlerini ve silahlarını Ermenilere bırakırlar, hatta yerli Ermenilere Rusların 40 yılda yapmadığı kadar zulmü Ermeniler kardeş bildikleri Türklere yaparlar.
 
Kazım Karabekir yine anılarında kurtardıkları yerleri şöyle anlatıyor: Erzincan, Erzurum, Sivas, Sarıkamış, Kars ve ötesi. Ötesi dediği yer Nahçıvan’dır. Nahçıvan’daki canlarımız da çok ıstırap çekiyorlar. Kazım Karabekir bütün doğunun kurtuluşundan sonra Nahçıvan’a geçiyor ve orduyu teşkilatlandırarak kurtuluşu sağlıyor. Amacı Bakü’ye kadar gitmek fakat İran Tebriz’deyken Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanıyor ve geri dön emri alıyor. Geri dönerken de önemli bir cümlesini nakletmek isterim: “Batum’da gemiye binerken burada bulduğum hafif Japon toplarını geminin şaftına yükledim ve Trabzon’a bıraktım.” Bu önemli bir cümle, bir milli mücadele dönemi var ki Anadolu silahlanıyor.
 
Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra Kazım Karabekir doğu cephesinden İstanbul’a geliyor. Peki, Reşit Paşa gemisinde yaşadıklarını bizimle paylaşır mısınız?
 
Kazım Karabekir, Reşit Paşa gemisiyle İstanbul Boğazı’ndan girdiği zaman gördüğü manzaradan dolayı çok acı çeker. Türk askeri “Çanakkale Geçilmez” diye destan yazmış ama uğursuz bir Mondros Ateşkes anlaşmasıyla Çanakkale geçilmiş. Babam, Reşit Paşa gemisiyle İstanbul’a girdiği zaman Tarabya önlerinde çok büyük bir acı çeker. Bir Türk gemisinde; İngiliz zabit Türk zabitine emir verir, “Bayrağını indir, yerine İngiliz bayrağını as” diye. Babam şahit olduğu bu an için “Hayatımda hiç bu kadar acı çekmemiştim.” derdi. Ve orada “Tek dağ mezar olana kadar çarpışacağım.” diye yemin etmiş.
 
KAZIM KARABEKİR’DEN 101 YILLIK UYARI
 
Kazım Karabekir, Kasım 1918 yılında İstanbul’a gelir gelmez yani 101 yıl önce bize önemli bir uyarıyı yapıyor. Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’nın yanına çıkıyor. Bize şöyle aktardı: “Paşam, ben size doğuda Ermeni mezalimini içeren vesikalar gönderdim, niye bastırmadınız? İleride Ermeniler bunun tersiyle Türkleri suçlayacak.”
 
Abdullah Paşa’nın ise gelen vesikalardan haberi yokmuş, babama “Buldurdum” demiş. Daha sonra bunlar risale olarak basılmış. Risaleler devletin bütçesinde yeterli para olmadığı için Fransızcaya çevrilip tekrar basılmamış. Eğer 101 yıl önce yapılan bu uyarıya kulak verseydik. Bugün bunlarla uğraşmayacaktık.
 
“HER BİRİ CANLI CANLI BİRER KAZIĞA OTURTULMUŞTU”
 
Kazım Karabekir, “yetimlerin babası” olarak da biliniyor. Hatta sadece yetim Türk çocuklarına değil, Ermeni yetimlerini de babalık yapıyor. Bu başlığı biraz açabilir miyiz?
 
Kazım Karabekir’in çok iyi bir kumandan olduğunu görüyoruz. Kanlı savaşlar sırasında şehit olan askerimizin evlatlarına sahip çıkıyor. Çünkü o evlatların, anaları-babaları hunharca öldürülmüş. Kazım Karabekir’in gözlerinin gördüklerini anlatamadım, çok büyük acılar yaşanıyor. Anlatmak da gerek değil mi…
 
Mesela babam Erzurum’a gidiyor, “Erzurum’a girdiğim zaman insanlar gülerek beni karşılıyor, dişlerini görecek mesafedeyim. Biraz daha yaklaştığım zaman ortada bir tuhaflık hissettim. Bu insanlar hiç kımıldamıyordu, daha da yaklaştığım zaman dehşetle gördüm ki her biri canlı canlı birer kazığa oturtulmuştu. Istıraptan çehreler kasılmıştı. Allah benim gözümün gördüklerini dünya üzerinde hiçbir göze göstermesin.” diyor.
 
“ERMENİ YETİMLERE SAHİP ÇIKTI”
 
Biz bu acıları kendi toprağımızda yaşadık. Sonra birtakım insanlar, Osmanlı’nın zorunlu göçünü bize sözde soykırım olarak yapıştırmaya çalışıyorlar. Bunun böyle olmadığının en büyük kanıtı Ermeni yetimlerin babama yaptığı resimdir. Babam yetim kalmış Ermeni evlatlarına sahip çıkıyor. Onlara gerçek bir baba oluyor. O çocuklar da bir şükran ifadesi olarak babamın portresini karakalemle çiziyor. O karakalem resmin altındaki yazı “Yetimlerin babası Kazım Karabekir Paşa Hazretleri, imza: Trabzon Ermeni Yetimleri tarafından” bu soykırım yalanına tokat gibi cevaptır.
 
“HER KAHIRDAN BİR LÜTUF DOĞAR”
 
Babam her gününü günlüklere yazmış. Mesela bu köşkün acı bir kısmı vardır. Milli mücadele dönemi, cumhuriyetin kuruluşu, çok partili rejime geçme ve Kazım Karabekir’in Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurması, daha sonra partinin kapatılması yüzünden babam bu evde uzun yıllar göz hapsinde yaşadı. Mevlana’nın dediği bir laf var: “Her kahırdan bir lütuf doğar”. Onun hak yeri burada göz hapsinde olmasıyla, masasının başında belgelere dayalı olarak yazdığı tarihi kitaplarda lütuftur.
 
“TARİHİNİ BİLMEYENLERİN COĞRAFYASINI BAŞKALARI ÇİZER”
 
Çanakkale Zaferi’nin 104. Yıldönümü nedeniyle neler söylemek istersiniz?
 
Çanakkale ruhunu kaybetmememiz lazım. Çanakkale turistik bir gezi yapılabilecek bir yer değil. Çanakkale’de bastığımız her toprakta şehitlerimizin kanı var. Bunun farkına vararak gezmemiz lazım. Çanakkale’de mucizeler yaşanmış. Orada o kadar insan, kendilerini ortaya koymuşlar. Mesela pek çok insan bilmez, Fevzi Çakmak Paşa’nın kardeşi Nafiz Bey orada şehit düşmüştür. Çanakkale Allah’ın bir lütfu ki, zaten İstiklal Harbimizin de giriş kapısıdır. Yaşadıklarımızı asla ve asla unutmamamız gerekiyor. Kars’ta bir muhtar paşa konağında bir yazı var: “Tarihini bilmeyenin coğrafyasını başkaları çizer.” Dolayısıyla evlatlarımızın da kendi tarihini en az bir tarihçi kadar bilmeleri zorunludur.