Türkiye'nin küreselleşen gücünü engellemenin aracı olarak terör

Prof. Dr. Metin Aksoy/ Selçuk Üniversitesi Rektörü
2.02.2024

NATO komutanlarının Avrupa'da gerçekleştirdiği seminerlerde yakın gelecekte Rusya'nın Avrupa'ya saldıracağını belirtmeleri, ABD'nin eski başkanı Trump'ın üçüncü dünya savaşının eşiğinde olduğumuzu açıklaması ve ABD'nin Çin ile hegemonik rekabete hazırlanma gereksinimi ABD'nin Orta Doğu'yu kendi çıkarları çerçevesinde yeniden şekillendirme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle tıpkı 1990'lı yıllarda olduğu gibi Türkiye'nin terör gündemine hapsolması arzulanmaktadır.


Türkiye'nin küreselleşen gücünü engellemenin aracı olarak terör

7 Ekim'de başlayan İsrail-Filistin Savaşı, Orta Doğu'daki normalleşme sürecinin sekteye uğramasına neden olmuştur. İsrail'in Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği mezalim savaşın bölgede yayılması riskini arttırırken, devlet ve devlet dışı aktörlerin askeri hareketliliğini de yoğunlaştırmıştır. Husilerin Kızıldeniz'de ABD donanmasına ait askeri gemiler ile İsrail'e giden gemilere saldırılarda bulunması, İsrail ordusunun Lübnan ve Suriye'de saldırılar düzenlemesi, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin açıklamalarında daha fazla askeri unsurlara yer vermeleri ve Orta Doğu'da bulunan ABD üslerine yönelik saldırıların yoğunlaşması bölgedeki şiddet sarmalının daha önce görülmedik bir seviyeye yükseldiğini göstermiştir. Öyle ki, Ürdün'ün kuzeydoğusunda bulunan ABD üssüne gerçekleşen saldırıda 3 Amerikan askerinin ölmesi ve en az 34 askerin yaralanması, Orta Doğu'daki şiddet sarmalının hegemonik gücün prestijini ve caydırıcılığını ortadan kaldırabileceğini ima etmektedir.

NATO komutanlarının Avrupa'da gerçekleştirdiği seminerlerde yakın gelecekte Rusya'nın Avrupa'ya saldıracağını belirtmeleri, ABD'nin eski başkanı Trump'ın üçüncü dünya savaşının eşiğinde olduğumuzu açıklaması ve ABD'nin Çin ile hegemonik rekabete hazırlanma gereksinimi ABD'nin Orta Doğu'yu kendi çıkarları çerçevesinde yeniden şekillendirme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bölgenin şekillendirilmesinde ABD için elzem olan unsurlar sarsılan prestij ve caydırıcılığını yeniden inşa etmek ve İsrail'in güvenliğini sağlamaktır. ABD'nin ifade edilen unsurlar çerçevesinde bölgeyi şekillendirme girişiminin başarılı olabilmesi için son yirmi yıllık süreçte gücünü küreselleştiren Türkiye'nin yeniden Washington yörüngesine hizalandırılması gerekmektedir.

Türkiye'nin küreselleşen gücü

Son yirmi yıllık süreçte milli kalkınma stratejilerinin izlenmesi Türkiye'nin altyapı sorunlarını gidermesini ve ekonomideki tarım, sanayi, turizm gibi sektörlerde önemli atılımlar gerçekleştirmesini sağlamıştır. Milli kalkınma stratejilerine ek olarak yerlilik, millilik ve otonomi ilkeleri üzerinden şekillenen savunma sanayii politikalarıyla Türkiye güvenlik alanında Batı'ya –özelde ABD ve NATO'ya- olan bağımlılığını azaltmıştır. Milli kalkınma stratejilerinin uygulanması ve savunma sanayiinde Batı'ya olan bağımlılığın azaltılmasıyla Türkiye kendini önceleyen özerk bir dış politika icra etme yeteneği kazanmıştır. Başka bir ifadeyle, güç kapasitesinin artmasına bağıtlı olarak Türkiye küresel güçlerin yörüngesine hizalanan bir ülkeden ziyade egemenliğini ve ulusal çıkarlarını muhafaza eden, normatif ve akıllı güç stratejilerini benimseyen ve uluslararası sistemde istikrarlaştırıcı güç olarak hareket eden bir ülke haline gelmiştir.

Suriye'nin kuzeyinde ABD tarafından oluşturulmak istenen terör koridorunu engellemesi, Rusya-Ukrayna Savaşı hususunda Batı tarafından yapılan baskılara rağmen tarafsızlık politikasından ödün vermemesi, Tahıl Koridoru Anlaşması'ndaki arabuluculuk rolü ile dünyadaki gıda krizinin derinleşmesini önlemesi, 2020 Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan'a destek vererek Karabağ sorununun çözülmesini sağlaması gibi unsurlar Türkiye'nin uluslararası sistemde özgül ağırlığının arttığını -başka bir ifadeyle gücünün küreselleşmeye başladığını- belirtmiştir. Özellikle İsrail-Filistin Savaşı'na yönelik uyguladığı insanı merkeze alan, uluslararası hukuk ve değerleri önceleyen, İsrail'in mezaliminin durdurulmasına yönelik adımlar atmaya dayanan normatif politikası Türkiye'nin uluslararası düzeydeki özgül ağırlığının daha da hissedilmesine neden olmuştur.

Güç kapasitesindeki artış ve özerk politikalar icra etmesi Türkiye'nin soydaşlarının ve ümmetinin umudu olmasını beraberinde getirmiştir. Bu durum ABD ve İsrail'in kendi çıkarları çerçevesinde Orta Doğu'yu yeniden şekillendirme sürecini zorlaştıracak aktör olarak Türkiye'nin öne çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bölgeyi şekillendirme sürecinin başarıya ulaşması için ABD ve İsrail'in Türkiye'yi kendi saflarına çekmesi ya da Washington yörüngesine hizalaması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Söz konusu aktörlerin bu noktada benimsedikleri politikanın ise terör örgütlerini kullanma olduğu görülmektedir. ABD ve İsrail, tıpkı 1990'lı yıllarda olduğu gibi Türkiye'nin terör gündemine hapsolması vasıtasıyla bölgeyi yeniden şekillendirme sürecini başarıyla gerçekleştirmeyi arzulamaktadır. Çözülme sürecinde olan PKK ve DEAŞ'ın son iki ay boyunca terör eylemleri gerçekleştirmesi bu varsayımı somutlaştırmaktadır.

PKK'yı işlevsel bir aktör haline getirme

Türkiye'nin 2015 yılından itibaren önce yurt içindeki teröristleri etkisiz hale getirmesi, daha sonra ise "terörü kaynağında yok etme" konsepti kapsamında Suriye ve Irak'ta başarılı sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmesi PKK'nın çözülme sürecine girmesine sebep olmuştur. Öyle ki, PKK'nın Türkiye'de terör saldırısı gerçekleştirme kapasitesi önemli ölçüde zayıflarken, terör örgütünün 1980'li yıllardan itibaren Irak'ın kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı stratejik alanların kaybedilme riski ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen konjonktür PKK'nın terörist temin etmesinde ve lojistik faaliyetlerini sürdürmesinde zorluk yaşamasına ve daha önce girişmediği türden terör saldırılarına girişmesine yol açmıştır. Nitekim terör örgütünün 1 Ekim 2023 tarihinde İçişleri Bakanlığı önünde gerçekleştirmeye çalıştığı terör saldırısı PKK'nın konseptindeki değişimi simgelemiştir.

7 Ekim'de başlayan İsrail-Filistin Savaşı'nın bölgedeki şiddet yoğunluğunu arttırması ve Türkiye'nin İsrail'in mezalimine karşı güçlü tepki göstermesi, PKK'nın gerçekleştirmek istediği eylemler için kolaylaştırıcı bir zemin hazırlamıştır. Nitekim ABD ve bölgedeki vekili İsrail nezdinde Türkiye'nin Gazze hususundaki girişimlerinin önünü kesmek ve bölgeyi yeniden şekillendirme sürecinde Türkiye'nin bir engel olmaktan çıkarılması için terör kartına başvurma ihtimali kendisini göstermiştir. PKK'nın ise Suriye ve Irak'ta son yıllarda yaşadığı hezimeti/yenilgiyi sonlandırma ve küresel aktörler için hala daha işlevsel bir aktör olduğunu kanıtlama ihtiyacı ABD ve İsrail'in amaçlarıyla örtüşmüştür. İki taraf arasındaki Türkiye özelinde ortaya çıkan örtüşme, TSK'nın Irak'taki üs bölgelerine yönelik PKK saldırılarının artmasına neden olmuştur. Neticede PKK'nın 22-23 Aralık 2023 ve 12 Ocak 2024 tarihlerinde gerçekleştirdiği terör saldırılarında 21 askerimiz şehit düşmüştür.

PKK'nın 1980'lerden günümüze kadarki süreçteki saldırıları analiz edildiğinde, terör örgütünün hava koşulları nedeniyle kış aylarında terör saldırılarını azalttığı görülmektedir. Kış ayları terör örgütünün kış üslenmesine geçtiği ve hava koşullarının iyi olduğu aylarda yapmayı planladığı terör saldırılarına hazırlandığı dönemlerdir. Ancak Aralık 2023-Ocak 2024 arası dönemde gerçekleştirilen terör saldırıları PKK'nın konseptini değiştirdiğini göstermiştir. ABD'nin 2014 yılından itibaren PYD'ye askeri eğitim ve teçhizat yardımında bulunması PKK'nın konsept değiştirmesini kolaylaştırmıştır. PYD ve PKK arasındaki geçişkenlik, ABD'nin PYD'ye verdiği silahların PKK'nın gerçekleştirdiği saldırılarda kullanılması sonucunu doğurmuştur. PKK'nın daha önce kullanmadığı termal ve kızıl ötesi sistemlerden, kışa dayanıklı materyallerden ve istihbarata karşı koyma araçlarından son saldırılarda yararlandığı belirlenmiştir. Yeni unsur ve araçlardan faydalanmaya ek olarak PKK'nın son saldırılarda istihbarat desteğinden yararlanma ihtimali de söz konusudur.

Bahse konu olan unsurlar PKK'nın gerçekleştirdiği terör saldırılarının mahiyetinin basit bir terör saldırısından daha farklı bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir. Terör saldırılarının zamanlaması İsrail'in mezalimiyle Orta Doğu'daki şiddettin yoğunlaştığı, Türkiye'nin kademeli bir şekilde 2021 yılından itibaren sınırları içerisindeki Mossad üyelerini tutukladığı ve Biden'ın Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki faaliyetlerinin ABD'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu açıkladığı bir döneme tekabül etmektedir. Bu dönemde ABD ve İsrail, bölgede giriştikleri faaliyetler hususunda masada ve sahada engelleyici bir rol oynaması nedeniyle Türkiye'nin tıpkı Ak Parti hükümetleri öncesinde kendisine biçilen rolü oynayan bir ülke konumuna getirme zorunluluğunun aciliyetini hissetmiştir. PKK'nın bu aciliyet kapsamında ABD ve İsrail tarafından yeni araç-gereç ve yöntemlerle donatılarak işlevsel bir aktör haline dönüştürülmüş olması muhtemeldir. ABD ve İsrail nezdinde PKK'nın işlevsel bir aktör olması Türkiye'nin terör gündemi nedeniyle siyasi istikrarını koruma amacıyla içe kapanan, bölgenin şekillendirilmesine yönelik faaliyetleri engellemeyen ve hem bölgesel hem de küresel düzeylerde Washington yörüngesine hizalanan bir aktör konumuna indirgenmesini sağlayabilecek bir yöntem olarak görülmektedir.

DEAŞ'ın dirilmesi

Türkiye'nin iç siyasi istikrarının bozulması ve terör gündemine hapsedilmesi hususunda kullanılabilecek bir diğer terör örgütü ise DEAŞ'tır. 2013 yılında kurulan DEAŞ kısa bir süre içerisinde Suriye ve Irak'ta önemli bölgeleri ele geçirmiştir. DEAŞ ile mücadele için ABD öncülüğünde 2014 yılında oluşturulan uluslararası koalisyona Türkiye İncirlik Üssü'nün kullanılmasına izin vererek katkıda bulunmuştur. Uluslararası koalisyona verdiği katkıya ek olarak Türkiye, Fırat Kalkanı Operasyonu'nu (2016) başarıyla gerçekleştirerek, DEAŞ'ın gücünün/direncinin kırılmasına yol açmıştır. El Bab yerleşim yerinin terörden arındırılması ve örgütün sözde lideri Bağdadi'nin 2019 yılında öldürülmesi neticesinde DEAŞ'ın etkinliği minimum seviyeye inmiştir. 30 Aralık 2023 tarihinde 37 ilde gerçekleştirilen "Kahramanlar-38" adlı operasyonda 189 kişinin yakalanması gibi DEAŞ'a karşı etkili adımların atılması, DEAŞ'ın Türkiye'de terör saldırısı yapma kapasitesini yitirmesine neden olmuştur.

Ancak tıpkı PKK örneğine benzer şekilde DEAŞ 28 Ocak 2024 tarihinde Santa Maria Kilisesi'nde gerçekleşen ayin sırasında terör saldırısı düzenlemiştir. Bu saldırı 2017 yılında gece kulübüne yapılan saldırıdan günümüze DEAŞ'ın düzenlediği ilk terör saldırısı olarak kayıtlara geçmiştir. Kilise saldırısının zamanlaması özellikle PKK'nın saldırıları sonucunda Türkiye'nin gündemine terörün yerleştiği ve muhalif çevrelerce Suriye ile Irak'taki TSK'nın varlığının sorgulandığı bir döneme tekabül etmesi nedeniyle oldukça manidardır. Kilise saldırısının mahiyeti DEAŞ'a ek olarak bölgedeki mevcut konjonktür üzerinden değerlendirildiğinde iki aktörün –ABD ve İsrail- böylesi bir saldırıdan yararlanabilecekleri veya böylesi bir saldırı ile Türkiye'ye mesaj verebilecekleri ileri sürülebilir. ABD 2016 yılında DEAŞ'a karşı uluslararası koalisyonun kurulmasına öncülük etmiş olsa da, ABD eski başkanı Donald Trump'ın DEAŞ'ı Obama yönetiminin kurduğunu açıklaması bahse konu olan varsayımı somutlaştırmaktadır.

Kilise saldırısının ABD ve İsrail özelinde ortaya çıkarabileceği olumlu etkileri sıralamak gerekirse, ilk olarak İsrail açısından saldırı Orta Doğu'daki ayrılıkçı, ırkçı ve dini çatışmaları körükleyerek İsrail-Filistin Savaşı'nın yayılmasını kolaylaştırabilecektir. 7 Ekim'den günümüze Türkiye savaşın bölgede yayılmasını istememektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail-Filistin Savaşı'nın "Haçlı-Hilal Savaşı"na dönüştürecek söylemlerden kaçınılması gerekliliğini vurgulayarak, savaşın dünyada ortaya çıkaracağı nefret suçlarının önüne geçmeye çalışmıştır. Ancak İsrail'in amacı çerçevesinde savaşın bölgede yayılabilmesi için dinin özne olduğu yeni çatışma alanlarının ortaya çıkması gerekmektedir. Kilise saldırısı özelde Türkiye genelde dünyada Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilecek potansiyele sahiptir. Bu durum toplumlar arasındaki husumetleri körükleyerek İsrail-Filistin Savaşı'nın bölgede yayılma riskinin artması, söz konusu riske bağıtlı olarak ABD'nin İsrail'e yönelik desteğinin yoğunlaşması ve MİT'in Mossad üyelerine yönelik operasyonlarına karşı uyarıcı bir mesaj niteliğine haiz olması hususları kapsamında İsrail için olumlu çıktılar üretebilecektir.

Saldırının ikinci işlevi ülke gündemine terörün yerleşmesini sağlayarak, Türkiye'nin dış politikadaki etkinliğini azaltacak potansiyele sahip olmasıdır. 7 Ekim'den itibaren bölgede ortaya çıkan pratikler ABD ve İsrail'in prestijlerinin ve caydırıcılıklarının ortadan kalktığı bir tablo oluşturmuştur. Mevcut konjonktürün ABD ve İsrail açısından oldukça olumsuz olması, söz konusu aktörlerin Orta Doğu'yu kendi çıkarları ve güvenlikleri çerçevesinde dönüştürme gerekliliğini hissetmelerine yol açmıştır. Türkiye'nin Irak ve Suriye'nin kuzeyindeki varlığı, İsrail-Filistin Savaşı bağlamında ortaya çıkan normatif gücü ve kendini önceleyen özerk politikası, ABD ve İsrail'in bölgeyi şekillendirme girişimlerini zorlaştıracak unsurlardır. Bu nedenle ABD ve İsrail terör saldırıları sonrasında yalnızca iç siyasi istikrarını korumaya çalışacak bir Türkiye istemektedir.

Üçüncü olarak saldırı son dönemlerde Türkiye ve Irak tarafından sürekli vurgulanan "DEAŞ'ın etkinliğinin minimum seviyeye indiği" iddiasının çürütülmesinde kullanılmak istenmektedir. Türkiye'nin, ABD'nin PKK/PYD'ye yaptığı yardımlara son vermesine ve Irak'ın ulusal güvenliği ile istikrarı için uluslararası koalisyon güçlerinin ülkeden çekilmesi gerektiğine yönelik açıklamaları DEAŞ'ın bir tehdit olmaktan çıktığı tespitiyle beslenmiştir. Ancak kilise saldırısının Türkiye'de gerçekleşmesi, bölgesel güvenliğin sağlanmasında ABD'nin askeri varlığının ve PKK/PYD'ye yaptığı yardımların önemli bir faktör olduğunun ABD tarafından ileri sürülebilmesine zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla ifade edilen bu üç unsur bağlamında kilise saldırısı ABD ve İsrail'in bölge politikalarını olumlu yönde etkileyen bir gelişme olarak kendisini göstermiştir.

Türkiye Yüzyılı ve Türkiye'nin küreselleşen gücü

Ancak özelde terör örgütlerinin genelde ise onları bir aparat olarak kullanan ABD ve İsrail'in göz ardı ettikleri iki önemli husus mevcuttur. Bir kere Ak Parti hükümetleriyle birlikte Türkiye hem devlet aklı düzeyinde hem de Türk Milleti nezdinde etki alanını sınırlarının içine hapsetmekten vazgeçmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin kendi çıkarları çerçevesinde örneğin Irak'ta, Suriye'de ve Libya'daki varlığı Türk karar alıcılar ve Türk Milleti için aşılmış bir eşiktir. Bu bakımdan Türkiye'nin bahse konu eşiğin altına dönmesi düşünsel ve pratik olarak mümkün değildir ki bunun en bariz göstergesi Türkiye Yüzyılı vizyonudur. İkinci olarak Türkiye son 20 yıldaki atılımlarıyla bir alana odaklanırken güç unsurlarını diğer alanlardan bu alana kaydırmak zorunda kalan bir ülke değildir. Bir başka deyişle terörle mücadele eden Türkiye aynı zamanda ve tüm gücüyle, bölgesel ve küresel politikanın önemli alanlarında varlık göstermeye devam edebilecek kabiliyettedir.