Ağustos böcekleri ve zeytinli bilmece
ABONE OL

Müjde Alganer yeni romanında annelik, kadınlık ve hayata değer katma çabalarını dert ediniyor. Ziziro hayata tutunmakta zorluk çektiğini düşünen genç bir kadının annesiyle geçmişinde yaşadığı diyaloglar, hesaplaşmalar, sorgulamalarla dolu sarmal kurgu şeklinde devam eden bir roman. Gerçek kokan bu romanın içinde gerçeküstü denebilecek motifler de var. Ağustosböcekleri ve kahramanın evinde beslediği zeytin ağacı ile iç içe geçen metaforlar var. Tabii bir de zeytinli bilmece…

Ziziro ne anlama geliyor?

Ziziro Kıbrıslıların kullandığı bir kelime. Aslında ağustosböceğine verilen isim. Biliyorsunuz ağustosböcekleri Akdeniz ikliminin bulunduğu bölgelerde özellikle yaz aylarında biteviye ses çıkarırlar. Zızızızı şeklindeki bitimsiz sesleri kulaklarda çınlar durur. İşte ziziro namı diğer ağustosböceğidir. 

Bir bakıma Ziziro kahramanın da adı o halde?

Evet. Zihni geçmişle ve bugünle hesabını bitirememiş,  susmak bilmeyen, soru sormaktan bitap… Ayrıca tıpkı o meşhur hikâyedeki gibi çalışmayı erteleyen, yumurta kapıya dayanmadan harekete geçmeyen kişilik yapısını simgeliyor bu kelime aslında.

Karakterimizin adı Diren. Mutsuz bir ailenin çocuğu. İkinci önemli karakter ise annesi Müjgan. Aralarında kitap boyunca geçen diyaloglar oldukça canlı. Anne, özgür ruhlu, değişik bir kadın. Belki de genç bir kadının anne figürüyle hesaplaşması var diyebilir miyiz?

Aslında özünde bir anne kız rekabeti yok. Daha ziyade, ergenlik dönemlerinin anlatıldığı yerlerde karakterin kendini en yakınları üzerinden tanımlama çabası var.  Bu dönemler ebeveynlerin beğenilmediği, çokça eleştirildiği zamanlar. Gençler açısından önemli zira ebeveynlerin takkesi bu dönemde çokça düşer. Hepimizin bir zamanlar annemizle derdi olmuştur. Onu yargılarken, onun hayat seçimleri ve hayat görüşleri arasında kendimize ait sesi, doğruyu yanlışı anlamaya, bulmaya çalışırız. Birey olma savaşı verilir bu manada. 

Aslında karakterler bir yandan da kodları kıran özelliklere sahipler. Sadece anne değil, diğerleri de…

Evet aslında karakterin anneliği sorgulamasının nedeni de bu. Zira annesi çok da anneliğe soyunmayan, sivri dilli, hem gerçekçi, hem biraz fantastik, hayatı kendince ciddiye almama yöntemleri geliştirmiş, “tipik”, “mükemmel” anne olmayı kendine hedeflememiş bir kadın. Olduğu gibi bir kadın. Protest kızını da bildik yöntemlerle yetiştirmemiş. Hayatlarındaki olumsuzlukları başka bir şeye evirirken kızına da devamlı akıl vermiş ama bu akıl sıradan bir akıl değil. O yüzden “annem yaşanmışlıklardan çıkardığı dersleri bana hap yapıp vermeye çalışırdı” diyor Diren. “Tabii ben hapı yuttuğumda etkisi görülmezdi ancak yaşayınca öğrenirdim. Annem mükemmel olmaya çalışmazdı. Bunu da açıkça söylerdi. O yüzden ağız tadıyla suçlamama izin bile vermezdi” diyerek bu gerçeği dile getiriyor.

Anne karakteri hiç kalemi olmamasına ve mutlu bir evlilik yapmamasına rağmen iki çocuk yapmış. Bu da karakterin merakla üzerinde durduğu roman boyunca devam eden bir izlek.

Evet hayatımız çelişkilerle dolu değil mi? Anneniz sıra dışı olduğunda, sıradan bir toplum içinde acı çekmek kaçınılmaz aslında. Dediğin gibi annesinin hayat kararları Diren için her ne kadar annesini ciddiye almasını yeterince sağlamasa da çok önemli. Elbette bu kararlar özellikle kendisiyle ilgili bir dönüm noktasında, o hayati kararın aşamasında daha çok su yüzüne çıkıyor. Daha fazla spoiler vermeyeyim.

Ben başka bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum aslında. Diren’in matematik hocalığına ve bazı olayları matematik perspektifiyle anlatmasına. Kitabın başka önemli bir özelliği de bu bence. Bu matematik izleğinin bir amacı var mı?

Aslında ben deneysel yazına sıcak bakıyorum. Bundan önceki kitaplarımda da hep kendimce farklı yollar seçtim, belki de boyumdan büyük işlere kalkıştım. Burada, mesleki deformasyonların aslında insanların hayatlarını nasıl etkilediğini göstermekti yola çıkış sebebim. Bir sıra dışı matematik öğretmeni acaba olayları mesleki bakışla ifade etseydi ne yapardı sorusunu esas aldım ama anlaşılmayacak denklemler de yok aslında. Bu çabayı merkeze yerleştirmedim.

Bu kadar gerçek kokan bir romanın içinde gerçeküstü denebilecek motifler de var. Ağustosböcekleri ve kahramanın evinde beslediği zeytin ağacı ile iç içe geçen metaforlar var. Tabii bir de zeytinli bilmece…

Evet aslında ağustosböceği birçok şeyin katmanının oluşturuyor. Evde besledikleri meyve vermeyen zeytin ağacı ise aslında romanın en önemli sorusuna zemin hazırlıyor. Keza zeytinli bilmece de. Bu motifler, metaforlar  “Hayata değer katanlar aslında kimlerdir?” sorusuna zemin oluşturuyor. Sanırım cevabı “anne gibi olmayanlar” olarak verebilirim.

Kitapta unutulmuş kelimelere yer veriyorsunuz. Çünkü karakter de öyle, dilin ve matematiğin bir bütün olduğuna inanıyor. Bu arada Anne Kıbrıslı ve biz çok sık olmasa da arada Kıbrıs deyimleri ve ağzı ile karşılaşıyoruz. Ayrıca gergin sayılabilecek atmosferleri eğlenceli bir dille anlattığınızı da söyleyebilirim. Bu konuda ne söylemek istersiniz? 

Aslında hikâye ve hikâyenin anlatılma biçiminin yani yapısal özelliklerin diyelim buna, birbirlerini beslemesi gerektiğini düşünüyorum. Dil, kelime seçimleri, cümle kuruluşları da romanın ruhuna ait sistematik öğeler. Bunu ne kadar başarabildiğimi bilmiyorum.