Attila hakkýnda bildiðimiz birçok kaynak var aslýnda. Sözgelimi uzunca bir zamanýn efsane kitabý niteliðindeki G. Gardonyi’nin çalýþmasý; Tanrýnýn Kýrbacý Attila’yý örnek verebiliriz. Hakeza çokça bilinen G.Nemeth’in Attila ve Hunlar adlý kitabýný, M. Neagoe’nin Timur ve Cengiz Han’ý da incelediði Üç Bozkýrlý adlý daha çok popüler tarih okurlarýnýn bildiði kitabýný, M. Brion’un yine ayný biçimde popüler kitaplar arasýnda duran Tanrýnýn Kýlýcý: Attila adlý kitabýný, tarihe dair stratejik çözümlemeler yapan W. Roberts’in Attila’nýn Lidelik Sýrlarý adlý kitaplarýný sayabiliriz. Bu kitaplara ek olarak bir de çok özel okurlarý dýþýnda fazlaca bilinmeyen Peyami Safa’nýn Attila adlý romanýndan söz edebiliriz.
C. Kelly’nin kitabýnýn son bölümlerinde geçen III.Valentinianus’un kardeþi Honoria ve Attila Ýliþkisini okurken Peyami Safa’nýn hýzlý ama bir o kadar da içi dolu Attila’sýný ve Onorya’yý hatýrlamamak elde deðil elbette. Sürgün kraliçe Galla Placidia’nýn tek kýzý, Attila’ya yüzüðünü gönderen hýrslý ve akýllý bir kadýndýr Honoria/Onorya. O kadar ki, Safa’nýn romanýna bakacak olursak, Onorya Attila’nýn Doðu’dan Batý’ya kadar Roma’ya yaptýðý tüm seferlerin de yegane sebebi gibidir.
Attila’ya Batý’dan bakan kimi araþtýrmacýlarýn onu ‘Tanrýnýn Kýlýcý’ ya da ‘Tanrýnýn Kýrbacý’ olarak tarif etmeleri ise oldukça düþündürücü. Zira ona yüklenen bu imgeler, Batýlýlarýn gözünde de onu Tanrýsal bir terbiyenin aracý haline getiriyor. Bu bakýmdan Romalý tarihçi Marcellinus’tan Homeros’a, Herodot’a, Vegetius’a ve C.Kelly’nin çokça faydalandýðý Romalý devlet adamý ve tarihçi Priscus’a kadar pek çok tarihçinin Attila’yý kimi zaman gizli kimi zamanda açýk biçimde tam bir kabalýk içinde tarif etmeye uðraþýrken ayný zamanda bir kýskançlýk ve hayranlýkla ele alýþýný sanki derinde kalan bir yarayý sürekli kaþýmak gibi deðerlendirebiliriz.
ÖTEKÝ ÝÇÝN ÝLK YALAN
Kendilerinin dýþýnda saydýklarý insanlar için ilk yalaný Homeros söyledi belki de; o kadar ki, kyloplarý anlatýrken sözgelimi ya da Odysseia’da anlattýðý hem açgözlü hem acýmasýz hem de çirkin Polyphemus’u tek gözüyle nitelendirirken... Homeros’un kurup kurguladýðý bu yalaný gün geldi Herodotos Ýskitleri kötüleyerek sürdürdü. O kadar acýmasýz, çirkin ve vahþiydiler ki Ýskitler, ölümüne sürdükleri atlarýnýn üzerinde bir yandan daha nerelere saldýracaklarýný düþünürken bir yandan da öldürdükleri düþmanlarýnýn kafataslarýndan þarap içerek çirkin zafer naralarý salýyordu.
Sonra bu kadim yalaný Marcellinus adlý Romalý bir baþka tarihçi sürdürdü ve þöyle yazdýðý geçti tarihin kayýtlarýna; ‘... Öylesine çirkin ve çarpýktýrlar ki, iki ayaklý canavarlar veya köprü korkuluklarýna konulmak için aðaç kütüklerden kabaca yontulmuþ heykel sanýlabilirler. Ne kadar tiksindirici olsalar da insan biçimindedirler, fakat yaþam biçimleri o kadar vahþidir ki, ne ateþe ne de lezzetli yiyeceklere ihtiyaç duyarlar; sadece yabani bitkilerin köklerini ve her tür hayvanýn yarý çið etini yerler. Bu etleri de azýcýk ýsýtmak için kalçalarý ile atlarýnýn sýrtlarý arasýna yerleþtirirler. Baþlarýný sokacak binalarý yoktur ve günlük hayatlarýnda binalardan mezarlarýymýþ gibi uzak dururlar. Çoðunlukla daðlarda ve ormanlarda amaçsýzca dolaþýr ve daha beþikteyken soðuða, açlýða ve susuzluða dayanmayý öðrenirler. Keten bezinden veya tarla faresinin derilerinin bir araya getirilip dikilmesiyle yapýlan elbiseler giyerler....’
Homeros’tan Herodotos’ a ve ondan da Marcellinus’a dek süren bu kadim yalan baþka bir anlamda da kendilerini kendilerinde olmayanlardan ayrý ve üstün gören Yunan ve Roma kalýtýnýn hep süregelsin ve öylece kalsýn istedikleri bir çirkin algýnýn da temelini teþkil etmekteydi. Bu temele göre býrakýn Hunlarý, bu çirkin topluluðun atlarý bile çirkin ve korkunç yaratýklardý. Baþlarý eðri, gözleri pörtlek, burunlarý dar, kaburgalarý aþýrý büyük, toynaklarý alabildiðine geniþ, kuyruklarý ve gür yeleleri korkunç olsun diye taranmýþ, zayýf bedenli, týpký yarý hayvana benzeyen binicileri gibi garip yaratýklardý.
BÝR STRATEJÝ USTASI
Oysa gerçek hiç de böyle deðildi, Mundiuch’un oðlu Attila her þeyden önce bir kralýn oðlu olarak doðmuþ, biri latince diðeri gotça olmak üzere iki dil bilen, tam bir strateji ustasýydý ve bütün baþarýsýný da öncelikle bu ustalýðýna ve sabrýna borçluydu. Hiç de hinoðlu hin olmayan bir kraldý Attila. Dünyanýn ve kendi gerçekliðinin farkýnda olan, yakýn çevresinde olup bitenleri sürekli olarak izleyen düþünen, hile ve entrika kurmaktan çok, büyük topraklarda dönen hile ve entrikalardan yararlanan, fetihçi olmaktan öte bir rahatsýz edici ve rahatsýz ettiklerinin korkularýndan yararlanmasýný bilen alýþýlmamýþ bir devlet adamýydý.
Þimdilerde Alfa Yayýnlarý Tarih dizisinden çýkan Christopher Kelly’nin çalýþmasý Attila, Hunlar ve Roma Ýmparatorluðu’nun Çöküþü adlý kitap, Attila’yý tam da olduðu gibi yeniden anlatmasý bakýmýndan hayli önem taþýyor. Turhan Kaçar çevirisiyle yayýmlanan kitap, adeta bir romanýn bölümleri gibi birbirine eklenen üç bölüm boyunca bir yandan Hunlarýn kökenlerine iliþkin tartýþmalý tarihi bilgileri yeniden ele alýrken öbür yandan da Attila ve Hunlar hakkýndaki Batýlý ezberleri, Roma’nýn saray adamý olan Priscus’un anlatýmýyla tartýþmaya açýyor.
Böylece hayatlarý seleflerine ve haleflerine entrika kurmakla geçen Doðu ve Batý Roma imparatorlarýnýn karþýsýnda tam bir söz ve prensip adamý olarak duran Attila’nýn nasýl da hak edilmiþ bir kýlýç ya da kýrbaç darbesi olarak Roma’nýn suratýna düþtüðü daha net bir biçimde ortaya çýkýyor...