Bir dostla yüz yüze oturmak
ABONE OL

Yerde tutuyor’’ ifadesini bilinçli olarak kullandım. Bizde büyük ihtimalle metafizik bağlamı yüzünden felsefe, bulutların hizasında bir yerlerde uçar durur. Yüksektedir yani, yerde gezinmez felsefe. Çok okumuşlara, kitaplarla hemhal olmuş kişilere, ağır ritimde, dokunaklı ve hikmetli konuşanlara da ‘’filozof’’ denir toplumumuzda. Filozof da tıpkı felsefe gibi yukarılardadır cemiyetimizin nazarında... Ve yukarıda olan her şey, bizim için biraz Frenk, biraz dışarıdadır... Bendeniz Özkan Gözel’i bir Türk düşünürü olarak coşkuyla selamlarken, onun aracılığıyla günlük yaşamımıza sirayet eden felsefeye de ‘hoş geldin’ demek istiyorum. Özkan Bey’in değişik dergilerde yayımlanmış yazılarının başlangıçlarında epigraflar şeklinde yer alan türkü sözlerine baktığımızda bile bu ‹›yerli›› duruş izlerine rastlarız. Benzeri parmak izlerini Sabri Ülgener ve Ahmet İnam hocalarımızda da hemen fark edebileceğimiz gibi, (aslında Tanpınar’da dahi vardır bu hüküm, bizde romanın olmayışını türkülerimizin oluşuyla açıklar Beş Şehir’de) Özkan Gözel’in Türkçe dili ve Türk’ce düşünüşten içtiği sütle yürüdüğünü düşünüyorum. Düşünce onun için hayatı yaşama biçimi, seküler şekliyle dünyayı bir ağacın altında durdurup ‘’işte şimdi düşünmeye başlıyoruz’’ demiyor. Hayatın içinde düşünmek onun felsefesi... Benim buradaki en büyük endişem okurlarının bu yerliliği ‘’sosyoloji’’yle karıştırmaları ihtimalidir.   

Özkan Gözel felsefesini günlük hayatla içiçeliğin yanı sıra, sevecenliğiyle de tanımlayabiliriz. Kitap, sevgili annesine ithaf edilmiş. Kapağı hemen açtığınızda çarpıcı başlıklar var. ‘’İç alemimiz işgal altında’’ diye yükselen itirazı, ‘’aşırı iletişimin anaforunda’’ çarpılan bilinç, ‘’mecburi yalnızlık’’tan ‘’gönüllü yalnızlık’’a giden süreçler eşliğinde yazarın istiğrakla aradığı şey; ‘’yeryüzünde tutunmanın yolları’’dır aslında...

AŞIRI İLETİŞİM

Gök ile yer arasındaki akıl almaz mesafe giderek açılırken, gökte yıldız aramanın giderek zorlaştığı ve aynı anda yeryüzündeki kuyulara yuvarlanıvermenin de işten bile olmadığı zorlu bir seyir defteridir bu. Özkan Gözel’in son kitabını Oğuz Atay ve Tutunamayanlar’ını da anımsayarak okudum. Zaten kitap müthiş bir edebiyat galerisi aynı zamanda. Şair olduğu için mi? Büyük ihtimalle.

Ama şu izlenimimi de söylemesem olmaz. Özkan Gözel’in felsefesi aynı zamanda bir teselli arayışı içeriğiyle yol alıyor. Annesine adadığı son kitabında, eve geri dönmeye çalışan bir çocuğun hicranını da duyumsadım ben. Dünyaya koparak düşen insanın, parçalanmanın verdiği o derin savruluş, sarsılış ve unutkanlıklar içinden yol alarak, ‘’raciun’’ sayesinde bütünleşmeye dair yatkınlığı, arzusu ve üslup bilmezliği, hatta yetimliği, içli yalnızlığı şeklinde hissedebileceğimiz varoluş macerası...

MEVCUT DURUM

Makalelerinde sürekli ‘’mevcut durum’’a atıf yaparak sorular sorması, Gözel’i bir düşünür olarak her daim güncel kılıyor. Modern insan için; ‘’iş başa düşmüştür’’. Bu hem derin bir telaş hem de çıkış yoludur aslında, ‘’iş başa düşsün ki, baş düşünebilsin’’ şeklinde özetlenebilecek bir sarmaldır bu...

Kitabı, felsefeyi kalbimize ve hüznümüze çağıran haliyle bir dostla yüzyüze konuşmak şeklinde de okudum... Ve şu iki mısranın açılımı eşliğinde; ‘’Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı/ Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak’’     

DÜNYA İLE İLİŞKİMİZ

“Evet, bizi aşkın olanla temasa sokan müstesna olaylar vardır hayatımızda. Gönlü uyandıran ve zihni teyakkuz haline sokan olaylar… Hiç olmazda bu gibi olaylar vesiylesiyle “dünya ile ilişki”mizi önce gözden , sonra da elden geçirme basiretini ve yürekliliğini gösterebilmeliyiz ta ki şekvacı olduğumuz Mevcut Durum’un –fiilen olmasa bile- kalben ve zihnen dışına çıkmamız mümkün olabilsin.”