Bir köpek ve yıldızlar çok şey öğretir
ABONE OL
Garip şey; P. Heller’in ilk romanını okurken karakterlerin resmini görür gibi oluyor okur. Hig sözgelimi, onca partal giysinin içinde, yanında köpeği Jasper’le birlikte dağ, tepe aşarken ya da altında tek tük canlıların göze çarptığı gökyüzünde amaçsızca uçarken bile sanki bir varolma çabasını ortaya koymak istercesine canlı biçimde gözünüzün önündeki bir fotoğraf haline gelebiliyor. Hakeza Bagley’de öyle. Bütün acımasız korunma güdüsüyle, kirli sakalı ve her türlü silahı kullanmaya yatkın yorgun ve yaşlı parmaklarıyla insan olarak canlı kalabilmek için önüne çıkan her insanı rahatlıkla öldürebilecek kadar acımasızlaşabilen Bangley’de öylesine canlı bir fotoğrafı ortaya koyabiliyor, evet…
Köpek ve Yıldızlar’ın bizim görmediğimiz öbür kadın kahramanı- belki asıl kahraman- Melissa’da Hig’in ya da Bangley’in inadına deyimiyle ‘Higs’in yanı başında gezip dolaşıyor sanki. Cima ve Büyükbaba ise başka bir konu.
New York’ta doğup büyüyen ve Darhtmouth Koleji’nden mezun olduktan sonra Iowa Üniversitesi Yazarlık Atölyesi’nde eğitim alan Heller’in bu ilk romanında dikkati çeken bu canlı anlatım başarısını onun ödüllü bir macera yazarı olmasında ve yazmanın dışında birkaç şeyi de severek yapmasında aramak gerekiyor. Zira Heller aynı zamanda Bloomberg Businessweek, Outside, Men’s Journal, National Geographic Adventure gibi bilinen dergilerde epeyce şiirsel yanlarında olan denemeler ve makaleler yazıyor. Biyografisinden öğrendiğimiz kadarıyla Heller’in daha önce yayınlanan kurgu dışı dört macera kitabı da var.
Doğayı tanımanın; onca ağaç, kuş, çiçek, balık adını bilmekten de öte, her bir çiçeğin açma zamanını, ağaçların meyve verme dönemini, börtü böceğin huylarını, kuşların nerede ve hangi mevsimde göğün hangi parçasında nasıl uçtuklarını bilen bir yazar olarak Heller öylesine saf ve kuvvetli bir anlatımla konuşuyor ki, o ağaçları, çiçekleri, kuşları adeta seyreder gibi okuyorsunuz Köpek ve Yıldızlar’ı.
BİR YALNIZLIK ROMANI
Yalnız başına kalmış bir insanın romanı bu. Batı’da yaşanan bir büyük salgın sonrasında insan ırkının büyük çoğunluğunun öldüğü bir zamanda kurgulanmış. Hayatı Colorado’da geçen amatör pilot Hig bu felaketin ardından terk edilmiş bir havaalanında yaşamaya başlıyor. Eski model Cessna tipi bir uçağı- bir canavar’ı- olan Hig, önceleri amaçsızca sonrasında ise aynı havaalanında birlikte yaşamaya başladığı yaşlı Bagley’e savunma stratejisini şekillendirmek için kullanacağı bilgiler vermek üzere uçsuz bucaksız gökyüzünde uçup duruyor. Öylesine güzel uçuyor ki Hig, kimi zaman döne döne alçalırken gözünün önünde ağlaya ağlaya ölen sevgili karısı Melissa’nın saçlarını hatırlıyor. Kimi zaman yanındaki tek koltuğa oturttuğu ‘kopilot’’u köpek Jasper’in ısıttığı battaniyeden yayılan koku ile çocukluğuna götürüyor bizi.
Sürekli etrafı kontrol ediyor Hig. O koca salgından arta kalan başkaları var mı diye. Hig’in ister gökyüzünde uçarken ister havaalanının kirli, soğuk, gri genişliğinde düşünürken isterse var olduğunu hissedebilmek için yalçın kayalara tırmanarak balık tutarken ya da hasbelkader canlı kalmış ağaçlara sarılıp ağlarken dile getirdiği gerçekliğe bakarak şöyle bir detayın ayrımına varabiliyoruz; İnsan için insan olarak kalmak – ne kadar süre için sağ kalacağını bilemese de- her zaman mümkün.
Hig’in bu şiirsel varoluş mücadelesinden anlaşılan o ki; tek komşusu, dayanağı, koruyucusu hatta dostu acımasız Bagley gibi bundan sonraki her şeyi hayatta kalmaya endekslemiş olsa bile insan eğer isterse büyük felaketlerden sonra da insan olarak kalabiliyor.
Bir şekilde sağ kalan bu insan daha yüzünü bile görmediği çocuğunu karnında taşırken ölen sevgili karısının – Melissa’nın- yüzünü düşüne düşüne yağmacı olmayabiliyor sözgelimi. Sırf yaşamak için önüne çıkan her canlıyı rahatlıkla öldüremeyebiliyor. Bundan da öte, yüksek dağ doruklarına tırmanarak beyazlığını yitirmemiş ve kirlenmemiş bir avuç kar topağını ellerinin arasına alırken kendinden başlayarak bütün insanlık adına ağlayabiliyor.
SATIR ARALARINDA TOPLUMSAL ELEŞTİRİLER
Kahramanımız Hig işte tam da bu haldeyken yanındaki tek canlı diye avunduğu sevgili köpeği Jasper’i izliyor, onunla konuşuyor, ona anlatıyor, onu dinliyor ve onu kaybettiği günün akşamından sonra tam üç gün Jasper’in cesedine sarılarak ağlıyor. Ağlamaktan, acıdan ve yalnızlıktan yorgun düştüğünde ise alıp başını gidiyor, tıpkı dünyanın ve ülkenin eski görkemli zamanlarında yaptığı gibi, balık tutarak avunmaya çalışıyor.
Heller bu şaşırtıcı kurguyu çatarken ilginç biçimde de bizi öncesi ve sonrasıyla tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir Amerikan gerçeğine de itekliyor. Dipte bir yerlerde yerleştirilmiş haldeki, yırtınmadan ve çokça öfkelenmeden dile getirilen petrol ve enerji düşkünlüğü eleştirisi, rayından çıkmış ama bir o kadar da kanıksanmış Amerikan tüketim tarzı, salgından çok çok önceden kendini gösteren toplumsal yalnızlaşma ve yabancılaşma, kontrolden çıkan toplumsal denge, bireysel var oluş düşüncesi ve en önemlisi de böylesi bir ortamda kadın ya da erkek hemen herkesi kurtaracak tek şey hükmündeki aşkın altını çiziyor.
Bir insanı ölesiye sevmenin, onun varlığının ve yokluğunun ilkin doldurduğu ve ardında boşluk bırakarak ölüp gittiği bir gerçekliğin insanın içine düşen çapını sorguluyor.
Heller’in bu başarılı ilk romanını okurken dikkati çeken bir başka şey ise yazınsal başarının altında yatan ana nedenler hakkında okura gösterdiği yol. Zira Heller romanı okuyan hele de yazmaya hevesli amatörlere başarılı bir yazıya ulaşabilmenin yollarını da gösteriyor. Yazınsal anlamda iyi bir şey ortaya çıkarabilmek için her şeyden önce bir şeyi- sözgelimi Heller’in yaptığı gibi uçmayı, ya da balık tutmayı ya da marangozluğu- çok ama çok iyi bilmek gerekiyor. İyi bir yazı her şeyden önce oraya buraya sırnaşıp tırmanarak, araya adamlar kadınlar koyarak değil bir şeyi- her ne olursa olsun- bir şeyi çok iyi bilmeyi önceliyor çünkü.
Başarılı şiirsel çeviri için İlke Doğan’ a ayrıca teşekkürler.

Köpekler ve Yıldızlar
Peter Heller
Kolektif Kitap