Büyülü benzetmeler ormanı
ABONE OL
20. asrın ilk çeyreğinde Avrupa edebiyatını müthiş etkileyen iki büyük romancı var, Marcel Proust (1871-1922) ve Franz Kafka (1883-1924). Polonyalı Bruno Schulz (1892-1942), bu iki anlatma ustasının yolundan gitmek arzusunda olan bir yazar. Ondan geriye kalan neredeyse bir tek eser Tarçın Dükkânları (1933). Kendi ülkesi dışında pek geç tanınan Schulz. “Kafka’nın Lehçedeki ruh ikizi olarak” anılıyor. Yazdıklarını okuyunca, yolundan gittiği ve tesirinde kaldığı yazarlardan farklı yetenekleri olduğunu anlıyoruz. Dünya klasiklerinin hemen çoğunu yeni çevirileriyle yayımlayan Aylak Adam Yayınları arasında çıktı Tarçın Dükkânları. Yazıldığı dilin incelikleriyle örülmüş, böyle işçiliği zengin bir nesri çevirmek kolay değildir. Eseri Lehçe aslından Türkçeye çeviren Neşe Taluy Yüce, metnin tadını kaçırmadan işini hakkıyla yapmış görünüyor. 
 
İçinde doğup büyüdüğü kasabayı, orada süregelen hayatı merkezine kendisini ve biraz da ailesini koyarak anlatıyor yazar. Fakat burası, anlatıcının muhayyilesi ve fantezileri sayesinde, bildik kasabalardan farklı, fazla imkânların mekânı olmaktadır. Öyküler bir çocuğun gözünden anlatıldığı için, düşle gerçeklik arasında gidip gelen/salınıp duran bir düzlemde şekillenir varlıklar, renkli bir camın/iri bir pencerenin ardından görülür tabiat, anbean değişen bir büyük sahnede yaşayıp durur insanlar. Gizemli, düşsel bir hayatın ardına düşen yazar, gerçeğin çeşit çeşit görülebileceğini gösteriyor. 
 
Çevremizi kuşatan kâinatı, içinden geçilen hayatı; taze bir dil ve üslûpla anlatma arzusuyla vücut bulmuş metinlerden oluşuyor Tarçın Dükkânları. Gece ve gündüz, ay ve güneş, yıldızlar ve samanyolu, bulut ve yağmur, rüzgâr ve fırtına, soğuk ve kar, aydınlık ve karanlık, sokak ve cadde, ev ve odalar, ağaç ve orman, bahçe ve avlu, kent ve meydan, yaz ve ilkbahar… velhasıl baştan başa tabiat ve çevre özgün ve özgür betimlemelerle, derin yüzleriyle, görkemli ve uzak cepheleriyle görünür oluyorlar. Bütün varlıklar ve nesneler, yeni bir ışıkla, gümüş rengi bir aydınlıkla parıldayıp adeta yeni bir hacim, şekil kazanıyorlar, boy atıyorlar, cihanın “tutuşan güzelliği”ni sanki tılsımlı bir aynada seyrediyoruz. Bu büyülü evrende acayip hallere dûçar olan insan; baba Yakup (metinlerin çoğunda bu baba karakteri baskın bir unsur), oğul Josef (anlatıcı), bir anne, bir hizmetçi, gönülçelen bir kız,  imparatorlar, fatihler, diktatörler. İnsan hakkında birçok şeyi “imalar ve dokundurmalar”la, “üstü kapalı söylemler”le yeni sözcelerden okuyoruz. Bir de yeni benzetmelerle. Örnekse, hanımlar ilkbaharda şöyle resmediliyor: “Masalar, kahvenin önündeki kaldırıma çıkarılmıştı artık. Açık renkli elbiseleriyle bu masalara oturan hanımlar, dondurma yermiş gibi rüzgârı yudum yudum yutuyorlardı. Etekleri hışırdıyor, alttan esen yel, küçük, öfkeli bir köpek gibi ısırıyordu onları; hanımların yüzleri kızarıyor, esen kuru rüzgârdan yanakları yanıyor, dudakları çatlıyordu.” S. 145) 
 
ÖTEKİNE DAİR VEHİMLER
 
Neredeyse salt “anlatma” keyfiyetiyle kaleme alınan bu metinleri öykü olarak, deneme gibi, az biraz günlük gibi okuyabilirsiniz. Bana, bir romanın parçaları/ bölümleri gibi geldi, öyle okudum. Doğrusu, okudukça gerçekliğin üstünde, farklı yönlerinde görülen ve kurulan yaşantıların izdüşümleri gibi göründü.  “Öykü” diye takdim edilen bu metinlerde dörtbaşı mamur bir “hikâye” yani düzenli bir gerçeklik çizgisinde yaşananlar, yaşamalar yok. İnsanın suya yansıyan bölük pörçük macerası. Bütün metinlerde anlatıcı kahramanın (bir çocuk/delikanlı) yaşadıkları, hayalleri, düşleri, yaşadım zannettiği fantezileri, ötekine dair vehimleri var. Hayatın görünen ve görünmeyen, yaşanan ve yaşan(a)mayan, inanılan inanılmayan bütün cepheleriyle, içiyle dışıyla, hayalin uzanabildiği en uç, en derin köşeleriyle yoklama teşebbüsleri. 
 
Dilin sınırsız imkânlarını yoklamaya sanki ant içmiş bir yazar var karşımızda. Bu şaha kalkmış hırslı anlatma şehveti, çokça hülyalara bürünmüş, fanteziye heveslenmiştir. Filizli, yapraklı, çok yerde çiçeklenmiş çeşit çeşit, öbek öbek benzetmelerle akış, insicam, anlam, olay, somut gerçeklik geri plana atılmış, alt katmanlara saklanmıştır. Yer yer içinde neredeyse hiç “anlatı” öğesi bulunmayan şiir tadında cümleler akıp gidiyor; paragraflar, bölümler, sayfalar dolduruyor. Bu “düzyazı şiir”in en büyük dayanağı benzetmeler. Allı pullu, akla hayale gelmesi zor, hayalin derinliklerinde bulunmuş, gerçeğin üstünden/ötesinden getirilmiş nice teşbihler, bu nesri nakış nakış süslüyor ve çok yerde de zengin çağrışımlara davet ediyor okuru. 
 
KAFKA ETKİSİ
 
İnsan hâllerinin anlatılışında, gerçeküstücü bakış ve düş gücü bakımından Kafka etkisi görülse de, yazarın üslubunu belirleyen usta Proust. Bu öykülerin, Kayıp Zamanın İzinde yazarının ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra ve o büyük eserin henüz Avrupa’da yankılandığı senelerde yazıldığını akıldan çıkarmayalım.
Bazı kitaplar böyledir, daha adıyla sizi kendisine çeker, genel geçer kimi kusurlarına rağmen son sayfayı okuyana kadar elinizden bırakamazsınız. Hatta bazı yerlerini tekrar tekrar okuma arzusu duyarsınız. Yorar fakat sevdirir, günlerinizi işgal eder lâkin vazgeçemezsiniz. Tarçın Dükkânları da benim için böyle oldu. Her elime alışta/okuyuşta, damağımda tatlı bir acılık, genzimde yakıcı bir hoşluk bıraktı.
 
ZOR BİR KİTAP
 
Merak duygusunu tatmin için macera arayan genel okuyucuya göre zor bir kitap. Tatsız tuzsuz, anlaşılmaz bulunabilir; hatta saçmalıklarla, ıvır zıvırla dolu denebilir. Schulz da bunun bilincinde. Bir avuç nitelikli okur için yazmış öykülerini. Edebî metnin tadını bilen, okumayı bir hazza dönüştürenler için. Şöyle diyor: “Bu öykünün muhatabı olan gerçek okur, ancak gözlerinin içine bakıp derinlere ışık saçtığım anda beni anlayacaktır. Bu kısa ama güçlü bakıştan, elini şöyle bir tutuştan, söylediğimi yüklenecek, anlayacak ve bu derin kabulün heyecanıyla gözlerini yumacaktır. Zaten bizi ayıran bu masanın altında, hepimiz, gizlice el ele tutuşmuş değil miyiz?” (s. 113)
Yazıyla “anlatma”nın ne menem bir sanat olduğunu iyice kavramış ve buna yetenekli bir yazarın güzelliğin yakasını bırakmayan cümleleriyle kurulmuş bir anlatı ziyafeti sunuyor Tarçın Dükkânları. Kitaptaki öykülerin, yazma uğraşıyla iştigal edenler için imkânlı metinler olduğunu ve okunması gerektiğini düşünüyorum.