Cemevinin ibadethane, semahın da ibadet olarak resmen kabulü yönünde adımların atıldığı, cemevi ile caminin bir arada bulunacağı kompleksin temelinin atıldığı bu günlerde, bu meseleye ışık tutma istidadını da haiz kapsamlı ve kaliteli bir doktora yayınlandı. Konuya bihakkın vakıf olduğunu ispatlayan Muharrem Varol’un titiz ve ciddi bir emek mahsulü olan tezi Islahat Siyaset Tarikat Bektaşiliğin İlgası Sonrasında Osmanlı Devleti’nin Tarikat Politikaları (1826-1866) ismiyle Dergâh Yayınları’ndan çıktı.
Arşiv belgelerini esas ittihaz edinerek hazırlanmış ve çoğunun özeti verilen bu tezdeki asgari yirmi, yirmi beş civarındaki belgeyle birkaç çalışma daha yapılabileceğini iddia etmek mübalağa olmayacaktır. Konu bağlamında bilhassa Selanik’le alakalı belgelerin çarpıcı ve zengin bir muhtevaya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yazar Meclis-i Meşayih’in 1866 tarihli ilk nizamnamesine de ulaşmış ve başka çalışmalarda kullanılan 1917 tarihli nizamnameyle aradaki farklara da işaret etmiş.
Çalışma, Bektaşiliğin ilgasından sonra devletin tarikatlara yaklaşımını ve tarikatların Tanzimat devrindeki dönüşümünü merkeze alıyor. Merkez-çevre ilişkilerine örnek olarak da Yanya, Selanik ve Edirne ayrıntılı şekilde incelenmiş.
Mesele şudur: Osmanlı Devleti’nin başına çeşitli gaileler açan ve çok zaman önce miadını doldurmuş olan Yeniçeriliğin ilgasıyla birlikte onunla yakın bağlantısı olan Bektaşilik de ilga edilmiş, bilhassa İstanbul ve merkeze yakın olan yerlerdeki Bektaşî şeyhleri takibata maruz kalmış, şeyh ve dervişlerin bir kısmı sürgüne gönderilmiş ve daha da önemlisi mal
varlıkları müsadere edilmiştir. Merkezden uzaklaştıkça takibatın şiddetinde azalma gözlemlenmiştir.
BEKTAŞİLİĞİN İLGASI VE SONUÇLARI
Bektaşîliğin ilgasında ve takibat sürecinde sıkça ifade edilen husus, onun Yeniçerilikle ilgisinden ziyade dinî algısıdır. Yazışmaların hemen hepsinde bahs ve temas edilen vakıa dinî mübalatsızlık(kayıtsızlık)tır. Bazı Sünnî tarikat şeyhlerine dair yazışmalarda da dince takbih edilen (kınanan) fiillere yer verilmişse de namaz kılmamak, oruç tutmamak, içki içmek gibi İslam’la kabil-i telif olmayan eylemler hep Bektaşî şeyh ve dervişlerine atf ve izafe edilmektedir.
Devlet, Bektaşî tekkelerinde namaz kılınmadığından yakınmaktadır. Devlet tekkeyi, mescid işlevini de haiz, namaz kılındıktan sonra zikir yapılacak mekân olarak addetmektedir. Bu sebeple Bektaşîliğin ilgasından sonra yıkılmayan Bektaşî tekkeleri ya mescid, cami ve medreseye çevrilmiş ya da başka ama Sünnî bir tarikat şeyhine “tahsis” edilmiştir.
Bektaşîliğin ilgasından sonra iki temel gelişmeyle karşılaşılmaktadır. Birincisi tarikatların mevcudiyetini ve ağırlığını sürdürmesi ama artık başta Nakşîbendilik olmak üzere Sünnî tarikatların öne çıkması. Diğeri de devletin gerek Şeyhülislamlık, gerek Evkaf Nezareti gerekse de Meclis-i Meşayih kanalıyla tarikatları bilhassa malî açıdan gözle görülür bir şekilde kontrol etmesidir. II.Mahmud’un ve Tanzimat’ın merkezîliği esas aldığı düşünüldüğünde tarikatların da merkezî bir murakabeye tabi tutulması anlaşılır bir durumdur. Bu tatbikatın tekke ve tarikatların bugünkü tabirle “sivil toplum kuruluşu” vasfına zarar verdiği, devletle daha da bütünleştiği bir hakikatse de Şeyhülislamlık ve merkez tekke şeyhlerinin de bir intizamı istediği söylenebilir. Devletin vakıfların gelirlerini tek elde ve kendisinde topladığı, bunların hatırı sayılır bir kısmını kendi ihtiyacı için kullandığı, vakıf gelirleri olan tekkelerin bu gelirlerini aza indirdiği bir vakıa ise de vakfı olmayan birçok tekke de bu sayede devlet yardımına mazhar olabilmiştir. Tüm bunlara rağmen tekkelerin yardım talebine menfi yaklaşılmamaya çalışılmış, tekke gelirleri vergiden muaf tutulmuş, şeyhler madden desteklenmişlerdir.
TANZİMATLA GELEN DÖNÜŞÜM
Devlet, kendi idaresine ve siyasetine taalluk eden (ilgilendiren) işlere tedahül ve tecavüz etmediği, gayriahlâkî tutumlara düçar olmadığı müddetçe hemen hiçbir tarikat şeyhine karışmamış, onları dualarına ihtiyaç duyulan muhterem ve mübarek insanlar şeklinde vasıflandırmıştır.
Tarikatlarda Tanzimat’la daha da belirgin hale gelen dönüşümün tekke merkezli olduğu söylenebilir. İstanbul ve Rumeli’de tekke, bir tarikatın merkezinde yer almaktadır. Talepler esas itibariyle tekke merkezlidir. Tekke geliri, sosyal bir işleve yöneliktir. Bu sebeple tekkenin tamir ve tadilatıyla, taamiyesiyle(gıda) ilgili her talep gerçek ve makul olmak kaydıyla kabul edilmektedir. Ancak çalışmadaki verilerden Doğu bölgelerindeki tarikatlarda ise tekkeden ziyade şeyhin ön plana çıktığı görülmektedir. Mahut tarikat-şeriat tefrikinde şeriata daha mütemayil olan Nakşîbendiliğin Halidî kolunda da görüldüğü üzere tarikat tekkeyle değil, şeyh ve ona bağlı bir müntesip zümresiyle tebellür etmektedir (belirmek). Kırım Harbi’nde de görüldüğü üzere bu tarikatlar ciddi bir muharip güçle devlete destek de olabilmektedirler. Kuleli Vakâsı’nda da görüldüğü üzere Halidiler kimi zaman “tehlikeli” işlere de bulaşabilmektedirler.
Tekkelerin ve şeyhlerin Tanzimat’la yaşadığı dönüşümde manevî değer ve veçhe yerini, karmaşık sosyal olgu ve olaylara bırakmaktadır. Şeyhlerin talepleri ve eylemlerinde ne yazık ki hep dünyevî hadiseler öne çıkmaktadır. Devletin Tanzimat’la ritmi artan merkezileşmesi ve modernleşmesinin zaruri ve tabii bir neticesi olarak devletin tarikatların desteğine duyduğu ihtiyaç onları sosyal ağırlıklı müesseseler haline getirmiştir.
Bu çalışmada gerçekliği, reddi ve tevili imkânsız belgelerle de gösterildiği üzere birçok şeyh ahlakî redaetle (kötülük) de malüldür. Bu kısa tanıtım yazısında biraz da maslahat icabı temas etmek istemediğimiz bu hususlarla ilgili belge zenginliği bakımından da bu çalışma hayli mühimdir.
Islahat Siyaset Tarikat
Muharrem Varol
Dergâh Yayınları