Hammer tarihi ve 1967’deki özet yayın...
ABONE OL
‘’Hüvel Hay…’’ 
 ‘’Merhûm ve mağfûr ve rahmete muhtâc, Yûsuf bin Hammer’’...
 
 Avusturyalı ünlü diplomat ve tarihçi Josepf Freiherr von Hammer, Viyana’nın Viedling Köyü’ndeki bir Hıristiyan mezarlığında yatıyor. Hem de bir Osmanlı paşası gibi, tek ve tenha bir heybetle. Hammer’e çok uzun yıllar, şarkiyatçı olması hasebiyle tırnak işareti koyarak mesafeyle durmuş birisiydim... Ta ki; Müslümanlığını kabir taşına geçirtecek kadar sarih bir şekilde mühtedi Müslüman olduğunu öğreninceye kadar... Hidayete ermiş. Hidayet hediye demek. Her ne kadar dine giriş iradidir desek de, Allah’ın bahşettiği bir lütuftur.
 
1774-1856 yıllarında yaşamış Hammer, Doğu dillerini çok iyi bilen bir kişi olarak henüz 25 yaşındayken elçilik tercümanı olarak Türkiye’ye İstanbul’a geldi. Kısa süre sonra Mısır’a oradan da İngiltere’ye geçmiştir. 28 yaşında yeniden İstanbul’a döndüğündeyse artık Elçilik sekreteridir. Hammer’in en büyük özelliği, adeta bir kayıt makinası gibi, bulunduğu yöreyi, bitki örtüsünden mahalle mimarisine kadar, akarsu kayaklarından nüfus yapısına kadar ayrıntılarıyla not etmesidir. Mesela Çamlıca hakkında aldığı notlar, bugün bile ayrıntılarına ve dikkatine hayret ettirecek boyuttadır. Arapça, Farsça, Osmanlıca bilir. Hafız’ın Divanını tercüme edebilecek kadar bir Farsçadır bu. Yedi Askı şiirlerini okuyup tercüme edebilecek kadar bir Arapçadır bu. Çamlıca›daki ağaçların cinslerini ve akan suların nefaset farklılıklarını doğma büyüme Üsküdarlı birisi olarak ben bile onun kadar ayrıntılı bilemem...
 
ÖZETİN DEĞERİ
 
İşte bu Hammer’in kaleme aldığı çok önemli eseri Osmanlı Devlet Tarihi de benzeri bilimsel dikkat ve emek verilmiş ayrıntılarla doludur... Hammer’in diplomatik hafıza şeklinde çalışıyor oluşu onu kısa zamanda konsolosluklardan Dış İşleri Bakanlığına ve oradan da saray tercümanlığına kadar yükseltmiştir. Tarihçilerin bilimsellik kriterlerine uyan ilk Osmanlı tarihidir Hammer’inkisi. Kuruluşundan Yaş Antlaşmasına kadarki tarihi süreçleri anlatır bu devasa eserinde. Eserin Mehmet Ata tarafından yapılmış tek çevirisi Osmanlıcadır. 1967 yılında Milliyet gazetesinin kültürel eki olarak fasiküller halinde okuyucuya sunulana kadar, adeta kayıptır bu mühim eser. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlerinden Abdülkadir Karahan’ın, Mehmet Ata tarafından gerçekleştirilmiş tercüme ile Fransızca orijinal nüshayı karşılaştırarak ortaya çıkarttığı özet, o günlerde büyük ilgiyle karşılanmış...
Eniştem Prof. Ahmet Yörük beyefendinin Yakplu’daki konağının geniş kütüphane katında rastladığım Filiz Kitapevi’nde ciltlenmiş bu fasiküller beni ziyadesiyle heyecanlandırdı. Her şeyden evvel kitap 50 yıllıktı. Özetti. Özetin değerini bilmeyen nesilleriz. Tercümelerimiz yetersiz veya çok zayıf. Hatta bazen tercümeler de açıklama ve şerh istiyor. Ama biz ne şerh geleneğimizi sürüdürüyoruz ne de özete değer veriyoruz... 1967’de böylesine değerli bir eserin özeti yine değerli bir ilim adamı tarafından gerçekleştirilmiş... Orijinali 18 cilt ve 4 bin sayfanın üzerinde olan bu eseri peyderpey okuruna kazandırmak isteyen bir gazete, aynı zamanda kültür yayıncılığı da yapıyor.
Gazetelerin ek olarak tencere tava verdikleri günleri de gördük. Ama 1967’de bu işe Hammer’den başlamışlar. Kültürel sorumluluğa ortak olmuşlar. Çocukluk kütüphanemizde Akşam gazetesinin eki olarak verilen kitapların külliyatı olurdu. Cumhuriyet gazetesinin 2. Dünya Savaşı ile ilgili verdiği ekler ve plak kayıtları, Hürriyet gazetesinin verdiği Halk Ansiklopedisi, Milliyet gazetesinin verdiği hatt-ı şerif koleksiyonu gibi, çocukluğumuzun güzel ve değerli hatıraları geçti gözümün önünden...
 
MURAD, ANCAK DUADIR
 
Gazetelerin yayıncılık işine el atması artık doğru bulunmuyor. Bu işin kompetanı olan butik yayınevleri özenli yayımların peşinde. Ama özellikle yaz aylarında çocukların ve gençlerin takip edebileceği yayınlar yapabilir büyük gazeteler... Benim bu örnekte dikkatimi çeken ‘’özet’’ işine de özenle yeniden eğilmeliyiz. Değerli akademisyen ve yazarların yapacağı özetler de değerli olacaktır. Bu Yazma Eserler Başkanlığımızın yayımladığı kitapları incelerken de hep düşündüm. Bugünkü lisanla anlamakta güçlük çekebileceğimiz eserlerin, sadece Osmanlıcadan Türkçeye transkript edilmeleri yeterli gelmiyor. Evet bu tür eserler akademisyenlerin başvuru kitaplarıdır. Lakin meraklı okuyucuların da çevrimiçine girebilmeleri için önsözden sonra kaleme alınabilecek özetler, eserlerin güncelleşmesini ve hayatın içinde yeniden dirilmesini de sağlıyor... Sadeleştirme ile özetlemek ayrı şeyler. Özet anlatıda devreye özetleyenin  de ruhu, gözleri ve nefesi giriyor. Tıpkı Abdülkadir Karahan’ın Hammer’in ünlü eserinde yaptığı gibi... 
 
Viyana’daki tek ve tenha mezarın üzerinde, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” yazıyor, “Külli nefsin zaikatül mevt...”  ve ardından Osmanlıca olarak şunlar yazılı ‘’’Ziyaretden murâd, ancak duâdır / Bugün bana ise, yarın sanadır…’’