Hangi romanlar yeniden okunabilir?
ABONE OL
Gündelik hayatın koşturmacası içinde okumaya vakit ayırmak lüks sayılabilir. Ki bunu söyleyen bir şehir insanıysa, pekala ona dayatılan zamanı hızlı yaşama hastalığının belirtisi olur bu hal. Ama okurlar daima bir yolunu bulur; kendine o okuma zamanını ayırır. Peki ya sonra? Herkes algısına ve edebi donanımına göre okuduğu metinden bir şey kavrar, onun hakkında bir fikir sahibi olur. Peki ya daha sonra? Edebiyatın başlı başına okumak ya da yazmak değil sormak eylemi olduğunu bilmeyenler, dipsiz bir matruşka kozmosuna düşmüş gibi hissedebilir birbirinin içinden çıkan soruları duydukça. Bu böyledir: Edebiyat daima sormayı gerektirir. Bulduğun cevaplar da yeni sorular doğurur. Peki ya sonra; o metinleri okuyanca ne olacak? Muhtemelen ve muntazaman onları bir kitaplığa koyup, ara sıra tozunu alacaksın. Çünkü okurluk sıfatının üzeri tozdan kapanmasın diye bu kum fırtınası tadındaki okuma dünyasında yapman gereken, daima yeni metinleri okumak. Zaten elinde klasiklerden ve okuman gereken başka metinlerden oluşan bir liste varken, yeni bir yazarla tanışıp onun da metinlerini listeye dahil etmenle yokuş aşağı giden bir kar topunun bir çığa dönüşmesi arasında fark olmaz. Her zaman bu tür bir şeylerin altında kalan, kişinin kendisindir. Yine de bu çığdan kurtulmanın yolları var. 
 
O ROMANI HATMETMEK
 
Edebi zevkine vararak okuduğun bir romanı hakkını verdikten sonra bir kenara atmak, okurluk eylemini yerine getirmenin dışında okurluk eylemini çürüten bir çabadır aynı zamanda. Bu köşeyi düzenli takip eden var mı bilmem ama zaman zaman ne kadar kuvvetli bir hafızam olduğunu anlattım. Öyle ki, hayat bana yaşadığım hiçbir acıyı unutmayayım diye bir filin belleğini sunmuş; bu bir hediye mi yoksa ceza mı buna edebi pencereden bakmak da mümkün: Bir romanı okurken kendime sorduklarım arasında bunu bir daha okuyacak mıyım sorusu vardır ve bu cevabı evet olarak versem de, romanı kitaplığa koyar ve ara sıra tozunu almanın dışına ona pek dokunmam. Fakat bu cümleyi yazarken okuru kandırdığımı ve bunu kötü bir düşünceyle yapmadığımı söylemeliyim. Birçok romanı yeniden ve yeniden okuduğumu söylemenin itiraf kadar rahatlatıcı bir yanı yok. Çünkü bir metni okurken onu bir daha okuma isteğine ilişkin kendi edebi donanımınla verdiğin cevaplar, yine zihninde o metinle ilgili dosyalara giriyor. Ve bu kararın hiçbiri birbirine benzemiyor. O nedenle de genelleme yapmak, oldukça zor: Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ını okuduğumda bu romanı bir daha okumaya ilişkin diğer tüm okurlar gibi aynı karara vardım elbette; ama bu eylemi gerçekleştirmem yazarın Kırmızı Pazartesi romanını defalarca okuduktan sonra hayat buldu. Yazarın metinleri arasında evlat ayıran bir ebeveynin vicdansızlığıyla hareket etmiyorsam, bana bu kararı aldıran neydi peki? Yüzyıllık Yalnızlık, tekrar okunabilecek metinlerin belki en başında gelir ama bu kararı uygulamak onu almaktan edebi gerekçelerle zordur. Çünkü bazı klasikler ve modern klasikler okundukları vakit yeniden okunma isteği yaratma güçleriyle bizi büyülese de metnin bir kez yaşanabilen bir ince edebi zevk tadı olur ki, bunu ikinci kez tatmaya kalkıştığınızda bu kez işler farklılaşır. Yüzyıllık Yalnızlık da edebi kuruluşu ve inşa süreci bu sınıfa giren metinlerin ilkleri arasında yer alıyor. Onu ikinci kez okumak artık bir otopside ölümün hangi sebeplerle gerçekleştiğini tespit etmek zorunda kalan cerrah çabasına muhtaçtır. Bir metnin içini açmak, her zaman sanıldığının aksine iyi sonuçlar vermez. Bazı metinler, ikinci kez dokunulduğunda solan çiçeklere benzer ama bu demek değildir ki o metinin narinliğinden kaynaklanır. Tam tersine, o metnin gücü onu ikinci kez okuyanın kendi edebiyat bilgisini sorgulamasına, yeteneğiyle yüzleşmesine ve edebi hafızasının arşivine girmesine sebep olur ki, çoğu vakit bu tür yüzleşmeler okuryazarı kötü hissettirir. Öte yandan bazı büyük metinler de defalarca defalarca ve defalarca okunduklarında kendi gizemlerini her seferinde bir başka ölçü ile okura sunar. Böylece bir ‘büyük öğretici yazar romanı’ olarak sana ders olur. İşte Marquez’in Kımızı Pazartesi romanı da tam böyle bir metin ve her okuduğunda bir başka özelliğini öğrenmen de bundandır.
 
BUNA SEN KARAR VERİRSİN
 
Ama edebi metinlerin üzerinde kaç defa okunmaları gerektiğine ilişkin bir ibare, modern edebiyat çalışmalarının en üst seviyesinin verildiği Amerika’daki yazarlık kurslarının kitaplıklarında bile bulunmuyor. Öyleyse bir metnin kaç kez okunacağı ve ondan ne kavranacağına ilişkin soru ile cevap, tam da okurun karşısında duruyor. Bu sorunu -ki bir nitelikli okur olma iddiasındaysa kişi, bu, onun halletmesi gereken bir sorundur- bunu çözmenin yolları olmaz. Sadece bunu çözmeye dönük bir hissi yaşar insan. İşte okurken hangi metni ikinci kez hatmetmeliyim diye bir soru ile karşılaşıyor ve buna dair bir cevabı zaman içinde yine kendi deneyimlerinle veriyorsan, o zaman biraz iddialı olacak ama edebiyatta doğrunun yolunda adım atmaya başlamışsın demektir. Peki ya bu doğrunun yolunda adım atmak sana ne kazandıracak? Popüler bir yazar yapıp, metinlerinden para mı kazandıracak? Ya da metinleri iyi bilen bir okur olarak iç huzurunu mu sağlamana yarayacak. Aslında ne kazanacağın da tamamen seninle ve niyetinle ilgili. Kimileri entelektüel görünme çabalarının sosu olarak bazı kitapları biliyormuş gibi yapıyor. Kimileri de gerçekten bu işe gönül verme iddiasıyla çabalıyor. En nihayetinde edebiyata ilişkin sorularına ancak hayat ve kaderle beraber yanıt verebileceğin de ortada. Ama sen sormaktan vazgeçme.