İskender Pala'nın yeni kitabı: A-71
ABONE OL

- Yeni romanınız A-71, üç ayrı zaman diliminde kalbin ve aklın mücadelesine odaklanıyor ve bu dönemlerden biri de II. Viyana Kuşatması'nın gerçekleştiği 1683 senesi. Hemen her kurgu eserinizde tarihin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Edebiyat ve tarih ayrılmaz bir ikili mi sizce?

Konusunu geçmiş zamanlardan alan hemen her edebiyat metninin tarihle bütünleşmesi, tarihe ait zeminde hareket etmesi veya kurgulanması kaçınılmazdır. Osmanlı tarihini iyi öğrenmek isteyen birisinin Osmanlı edebiyatına da ihtiyacı vardır. Keza Osmanlı edebiyatında uzmanlaşmak isteyen kişinin de tarihe yönelik araştırmalar veya okumalar yapması kaçınılmazdır. Bu açıdan tarihle edebiyat bir elmanın iki yarısı gibi. Okuyucularım benim romanlarımın arka planında tarihi görmek, hissetmek, hatta yaşamak isterler; buna alışıktırlar. Bu yüzden A-71'de roman kahramanımız Viyana kuşatmasından 2071'e sıçrama yaparak tarihle gelecek arasında kıyaslamalar yapabilmekte, kalp ile akıl arasındaki tercihlerini buna göre değerlendirmek istemektedir.

- Söz 2071'e geldiğine göre, siz okuyucunuza teknolojinin ve aklın hâkimiyetindeki bir gelecek tasavvuruna mesafeli yaklaşılmasını mı öneriyorsunuz? 50 yıl gibi kısa bir sürede keskin bir dönüşüm öngörmüşsünüz. Romanın kalbin ve kalbi dinlemenin önemine yaptığı vurgu bu süreci yavaşlatmak için bir çaba olarak görülebilir mi?

2023'den 2071'e kadar dünyada nelerin değişeceğini, bilhassa dijital evren ve teknoloji alanında hangi ilerlemelerin yaşanacağı şimdiden düşünmemiz gerekir. Dijital imkanların insanlığa sunduğu nimetler kadar getireceği tehlikeler de olduğu aşikar. Kontrolsüz kötü kullanıma kapı aralamış bir bilgisayar teknolojisi yerine güzel ve yararlı gelişmelere yönlendirilecek bir tavır önemlidir. İyi ve yararlı kullanımla uzaktan kalp ameliyatları gerçekleştirecek bir bilgisayar teknolojisine kimsenin itirazı olamaz ama aynı teknolojinin yine uzakta kalarak toplumları manipüle ettiğini, dünyanın herhangi bir bölgesinde kaos yarattığını, devlet güvenliklerini tehdit ettiğini falan düşündüğünüzde aslında bu alanda ihtiyaç duyulan şeyin vicdan, dürüstlük, musamaha, iyi geçim gibi erdemlerin bu teknoloji içinde öngörülmesini de kaçınılmaz kılmaktadır. Modern dünyada insana ait erdemlerin hep kalp sayesinde; ihtiras ve hırsların ise hep akıl marifetiyle tetiklendiği düşünüldüğünde gelecek tasavvurundaki teknolojinin kalp ile daha samimi dengeler yakalaması gerektiği ortaya çıkar. Akıl ile kalp birbiriyle çatışmak zorunda değildir; ama insanlığın huzuru için mutlaka bütünleşmek mecburiyetindedir. Dijital gelişmelerin ve siber dünyanın kodları hep akıl ile yazılıyor, metaverse bir akıl harikası olarak dijital geleceğimizi ipotek etmeye hazırlanıyor, yapay zeka ve siber insan versiyonları tartışılıyor. Bütün bunların ötesinde insanoğlu aklıyla değil kalbiyle anlam kazanıyor. Aklımız bize bilgi sağlıyor ama bilgelik kalp ile elde edilebiliyor. Duygudan arındırılmış bilimsellik insanlığın hayrına olmayabilir. A-71 bu konularda günümüz insanına bazı uyanışlar teklif ediyor, tercihler sunuyor ve kalbini daha ziyade önemsemesini öneriyor. Dünyanın teknoloji ömründeki bütün zamanlarını terazinin bir kefesine, son yirmi yılı da diğer kefesine koysanız son yirmi yılın ağdırdığı açıkça görülecektir. Bilgisayarın hayatın merkezine taşındığı bir çağı yaşıyoruz. Üstelik hızla ilerlemekte. Geride bıraktığımız yirmi yıla göre ölçtüğümüzde gelecek elli yılda yani 2071'de bilgisayarların güdümünde bambaşka bir dünyanın ortaya çıkacağı açık. Benim önerim buna karşı çıkmak veya gelişmeye savaş açmak değil, bütün gelişmeleri olumlu yönlendirerek insanlığın yayar ve menfaatlerine yönelik çalışmaları desteklemek, en azından bu arayış içinde olmak. Aksi takdirde birileri yeni dünyanın tanrılığına soyunmak isteyecek üst akıl oyunları kurarak insanlıkla adeta oynayacaklar, insanı da yönetilen kalabalıklar haline getireceklerdir.

- Dijital evreni yöneten büyük şirketlerin insanlıkla ilgili projelerini Orta Doğu üzerinde yoğunlaştırma sebebini, karakterlerinizden biri "hakiki insan geni"nin orada olmasıyla açıklıyor. Nedir bu hakiki insan geni ve neden Batı'da yoktur?

Önce herkes şu soruyu kendisine sormalı: Neden dünyanın herhangi bir yerinde değil de Ortadoğu'da bunca türbülans var? Bütün insanlığın gözleri önünde bir küresel trajedi yaşanırken bu acı bunca yıldır neden sonlandırılamıyor veya sonlandırmayı neden istemiyorlar? Eğer öyle ise burada kimlerin eli vardır ve hangi maksatlarla Ortadoğu kaos içinde bırakılmaktadır? Suriyeli bebek cesetleri sahillere vururken insanlığın vicdanı nerede atmaktadır? Bütün bu trajediden kimler çıkar sağlamaktadır? Siz soruları çoğaltın işte... İnsanlığın genlerine gelince, bilindiği gibi Şam şehrinin otantik adı Dımışk'tır. Bu kelime "dem-i şek"ten muharreftir. Dem-i şek, yani "kanın ayrıştığı" yerdir. Kabil'in Habil'i öldürdüğü, yeryüzünde ilk kanın döküldüğü, insanlık aleminin ilk harmanlandığı, yeryüzünde insan varlığının şekillendiği vs. vs... Bugün Evangelizm, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya gelmesi için Ortadoğu'da daima kan akıtılması gerektiğini savunuyor. Siyonizm güya kendilerine tanrı tarafından vadedilmiş topraklardan bahsediyor ve bunun için Ortadoğu'ya göz dikmiş durumda. Dünyanın büyük iletişim şirketleri, Silikon Vadisi'nin mühendisleri, geleceğin dünyasını bu bölgede tavassur ediyor... Bütün bunları bir arada düşündüğünüzde hakiki insan genine olan ihtiyacı kestirmek zor değil. Hz. İsa'yı yeniden dünyaya getirmek yerine Hz. İsa'nın geninden yeni bir İsa ortaya çıkarmayı düşünün? Hatta daha da ileri gidin, hırs sahibi bir üst aklın Hz. İsa olarak bütün insanlığa hükmetme hırsını düşünün. Yahut birilerinin yönetiminde kuklaya çevrilmiş bir İsa düşünün. Ateizmin, cinsiyetsizliğin, kimliksizliğin bunca pompalandığı bir dijital evrende yeni bir tanrıya ihtiyaç duyulduğunda İsa'nın sahibinin kim olacağını kestirebiliyor muzunuz?

- En çok ilgi gören kitabınızın Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk, şahsen en çok önemsediğiniz eserinizin de Bülbülün Kırk Şarkısı olduğunu dile getirmiştiniz. A-71'i diğer romanlarınız arasında nasıl bir yerde konumlandırıyorsunuz?

A-71 amacına ulaşacak bir çalışma oldu. İlk intibalarımıza ve geri dönüşlere bakarak okuyucumuzun da romanı beğendiği görülüyor, çok şükür. Babilde Ölüm benim ilk roman denememdi, Bülbülün Kırk şarkısı ise bütün denemelerimin ve kitaplarımın üstünde tuttuğum bir konuya hasredildi. Yeri daima bütün kitaplarımdan ayrı olacaktır. A-71'e gelince, zannederim o da toplumun aydınlanması adına kalıcı bir eser olacak. İnşallah.