'Kedi topu gibi bir dünya'
ABONE OL

Nazlı Eray, yeni romanında Kahire’den çıkarır okuru yola, ölür, dirilir, dostunu arar, bulur, kaybeder, yalnızlık mağarasına tıkılır zaman zaman, rüyalar içinde kaybolur, umutsuzluğa düşer, ama sonra bir anının içinden yeniden çıkar yolculuğuna. 

“Kahire. Mezar evlere yakın daracık sokaklarda kan ter içinde koşuyorum. …Kahire’nin Saint Simon Mağarası’na giden bu dar ve kirli sokağında önümden kaçan fareleri görüyorum. Hava çoktan kararmış, zaman gece. Sıcak yakıyor beni, su gibi ter akıyor saçlarımın arasından.” 

Cinli, mağaralı simgelerinin zenginliğinde bir ölüp bir diriliş: “Bakıyorum cinler gitmiş. Bütün koltuklar boş. Nereye gittiler ki! Yerimden kalkıp, yavaş yavaş içeriye giren cenazeye doğru yürüyorum.Ağlayıcı kadınlardan biri yaklaşıyor bana. ‘Tanıdığın mı?’, ‘Bilmiyorum,’ diye fısıldıyorum. ‘Gel benimle.’Esmer uzun saçlı ağlayıcı kadının peşinden gidiyorum. Ölünün yanındayız şimdi. O, yavaşça kırmızı örtünün bir ucunu kaldırıyor. Yaklaşıp bakıyorum. Bir çığlık atıyorum!‘Benim bu! Ben!’Kadın örtüyü kapatıyor. Öyle uyuyor gibi halimi gördüm, parlayan gece salyam bile vardı. Saçlarım bukleli, ön tarafta platine meçim. Gözlerim kapalı.‘Benim bu!’ Haykırıyorum.‘Çok erken gitmişim!’”,“Birden karşıma Kahire’deki Saint Simon Mağarası’nda gördüğüm ölmüş halim çıkıyor. Diri, güzel giyinmiş, saçlarını bukle bukle yaptırmış. Bana doğru geliyor.”

Kendimiz de dönüşmeye başlarız onun şaşırtan satırlarıyla… Bir genç bir yaşlı, bir ölü bir dili… “Aynaya bir göz attım. Şaşkınlıktan bakakaldım. Karşımda, sarı koltukta 19 yaşım oturuyordu. Gür saçlarım neredeyse belime kadar uzundu. Dalgın bakışlı, yelpaze kirpikli gözlerim, pürüzsüz cildim. Bu inanılacak, olacak bir şey değildi.… Bu yaşıma tutunmalıydım. Böyle bir şey bir daha olamazdı.”,

HAYATIMIN DİZLERİ ÜSTÜNDE

Nazlı Eray romanlarında geçmiş geleceğin içine girer, gelecek geçmişe bakar, her yer bir rüya…“Çevrede bütün kadınlar uyuyorlardı. Şöyle bir etrafıma bakındım. ‘Herkesin rüyası birbirine karışır burada Mebrure,’ dedim. ‘Hayaller, umutlar, sevinçler, sıkıntılar birbirine karışır. Hava yoğun, uykular derin, belki rüyalar ağır.’,‘Kimbilir,’ dedi Mebrure. Şakır şakır tespihini çekiyordu. ‘Geçmiş geleceğe, gelecek geçmişe karışır burada,’ dedim. ‘Değişik bir uyku imparatorluğu…’ …‘Kimi koca bekler, kimi erkek bekler, kimi sevgili görür rüyasında, kimi acı çeker, kimi şehri görür, kimi havada uçar… Başka dünya,’ dedim. ‘Karmakarışık, kedi topu gibi, ölüme yakın bir dünya. Kimi renkli görür, kimi siyah beyaz, kiminin rüyası bozdur, kimininki kara… Karmakarışık kedi topu, kimi gündüz tortusu, kimi gece süsü. Rüyalar…’”

Ve sonunda yol bulunur, gerçek mi rüya mı, kimbilir…“Hayatımın dizelerinin üstüne basa basa yürüyordum yollarda. Artık sonbahar gelmişti.Yakında Ankara’ya kar yağardı. Dar küçük odamın penceresini sıkı sıkı kapatmıştım. Anılar kama gibi saplanıyordu yüreğime, gülerken hüzünleniyor hüzünlenirken unutuveriyordum herşeyi.”

Nazlı Eray’ın, simgelerle zenginleşen, rüyalarla bezeli, hayatı güzel örtülerle süsleyerek anlattığı büyülü gerçekliğine hoş geldiniz. Sahi hâlâ bir Nazlı Eray kitabı okumadınız mı?