Kitap fuarlarına niye gidilir?
ABONE OL
Farkında oldunuz mu, son üç beş yıldır, kitap fuarları Anadolu’daki şehirlerde yaygınlaşıyor. Önceleri daha çok büyük şehirlerde açılırdı. Artık diğerlerinde de görmekteyiz. Dışarıdan bakınca sevindiren, toplumun aydınlanması, bilinçlenmesi bağlamında umutlandıran bir etkinlik. Hemen çok yerde, valiliklerin ve belediyelerin desteğiyle açılan bu fuarlar, nereden bakarsanız bakın, hem il yöneticilerinin yüzlerine tutamak yapabilecekleri bir kültürel faaliyet hem de şehirlerin tanıtımına yardımcı olan bir organizasyon. Üstelik tertibi, teşkili için kurumların uzun boylu bir plan, program yapmasına, zahmet çekmesine de ihtiyaç yok. Çünkü artık fuar düzenlemek en azından mekânı donatmak, gereken tertibatı hale yola koymak, bir iş kolu oldu. Fuar kuran firmalar var. Bunlar, muhtemelen şehir şehir gezerek yöneticilerle görüşüyorlar ve “Siz de uygun mevsimde bir fuar açın, her bir şeyini biz hallederiz, kültürde yükselen eğilim bu” diyorlardır. Bunda bir kötülük yok elbette. Herkes ekmeğinin ardında. Yeter ki devletin, milletin malı birilerine “peşkeş” edilmesin, dost-ahbap ağırlaması yapılmasın. Beni can sıkıntılarına sevk eden bir başka neden, belki de üzüntümün asıl sebebi; yapılacak işin daha baştan yanlış hedeflere yönelmesi, tanıtımı ve ticareti öncelenmesi, yani amacın doğruca belirlenmemesi. Kitabı okumaya/ sevdirmeye, değerli bilim, sanat-edebiyat yapıtlarının tanıtılmasına yönelik hedefler geri plana atılıyor. Yayınevleri çok satacağı kitapları, tertip heyeti de fazla kalabalık toplayan yazarları, “orta malı şiir” yazan şamatacı şairleri davet ediyor. 
 
Bakıyorum, birçok fuara davet edilen ya da yayınevleri tarafından imza günü tertip edilen isimler hemen aynı. Bunların neredeyse yüzde sekseni doksanı kıymetli kitapların müellifi değil. Çok satan ama az okunan, ömrü pek az olan değersiz kitapların yazıcıları. Böyle olunca, kitap fuarlarına giden okuyucu kitlesinin “ayırt edici özellikleri” (bu ifade, “profil”den daha iyi), tutum veya eğilimleri üzerinde düşüneyim, bir de eşe dosta sorayım dedim. Ola ki benim görmediğim güzellikler, iyilikler onlar tarafından müşahade edilmiştir, dedim. “Hoca bizim cevaplar marifetiyle bir yazı kotaracak anlaşılan” diye düşünenler çok olmalı ki, iki üç kişiden görüş alabildim. 
 
BİLİNÇLİ OKUR VE FUAR
 
Biliyorsunuz, son yıllarda internet vasıtasıyla hemen bütün kitaplar daha uygun fiyata satın alınabiliyor. Kitapevlerine bile artık çok az kişi gidiyor kitap almak için. Fuarlara imza günü için yazar ve şair sıfatıyla çağrılan zevatın özellikleri de üç yukarı beş aşağı, yukarıda derc ettiğim gibidir. İmdi; daha ucuza kitap alamayacağımıza göre, bir iki değerli şair ya da yazar ancak göreceğimize, görsek de sohbet edemeyeceğimize göre, bilinçli okuyucu kitap fuarlarına niye gider? Bilmeyi murad ettiğim buydu. Az da olsa, cevaplar hoştu ve bilmediğim şeyler varmış. Buyurun:
 
“Kitap kokularıyla sarhoş olmak, bir yazarı yakından gözlemlemek, dünya büyük ben küçüğüm demek için.” (Nuran Tuncer) “Kitaplarını okuduğumuz biri gelir. Bir çay içeriz. Bazen eksilir bazen çoğalırız.” (İbrahim Gökburun) Boğulmak üzere olan evrende nefes alabilmek adına.”(Gülce) “O kadar çok kitabın olduğu yerden geçerken kayıtsız kalınamaz. Kitap almak için olmasa bile illa kitap karıştırmak için.” (Tülay Sakarya) Görüyor musunuz, ne kadar romantik, idealist ve hoş görüşler. Fakat benim fikrime yakın olanı şuydu: “Gerçek okurun fuarla ilgisi olmaz. Kitle psikolojisi, tüketimin çarkına aldı okuru da yazarı da kitabı da.” (Memduh Atalay)
 
Çok mu kötü niyetliyim, bilemiyorum, ben şahsen şunları gözlemledim: Kitap fuarlarına gidenlerin çoğu, okumak için kitap satın almaya gitmiyor. “Şair ya da yazarları yakından görelim, ama asıl bir fotoğraf çektirip onlar sayesinde biz de görünelim” diyen “teşhir heveslisi” bir taife gidiyor. Bir kitap imzalatıp “Bak falancanın da imzalı kitabı var bende” deme mutluluğuna fit olan gençler, bilhassa genç hanımlar gidiyor fuarlara. Bir de, sayıları az olsa da, kendi kavlince, yazdıklarının “kıymeti bilinmemiş”, “keşfedilmemiş” mahalli yazarlar, araştırmacılar gidiyor.
 
“Edebiyat âleminde biz de varız beyler, bakmayın burada böyle kuruyup kaldığımıza, bizim de kitaplarımız İstanbullardaki Ankaralardaki yayınevleri tarafından basılsaydı, allı pullu reklamları yapılsaydı bizim de başımıza gurk cücüğü gibi bir sürü insan toplanırdı.” diye akıllarından geçiren, ama düşündüklerinin çoğunu kimseye söyleyemeyen “taşra üstadları” gidiyor fuarlara. 
 
Böyle kara düşünüp bed söylediğime bakmayın, fuarlardan satın alınan kıymetli kitaplardan birinin bir gün okunacağı umudunu içimde taze bir tomurcuk gibi gezdiriyorum.
 
ONUR KONUĞU MESELESİ 
 
Bir çift söz de, bugünlerde açılan TÜYAP’ı düzenleyen heyete, onların hiç değişmeyen zihniyetine söylemek istiyorum. Duydum ki, anlı şanlı fuarın bu yılki  “onur konuğu” Ayla Kutlu imiş. Bugüne kadar tanıyamadığım, okuma gereği duymadığım için, merak ettim, söz konusu payeyi, hangi marifeti sebebiyle kendisine verdiler. Çünkü 35 senedir, yarı ömür, edebiyat dünyasının içindeyim hasbelkader, bir tek kitabını okuma isteği/ ihtiyacı duymadım. Türk edebiyatına nasıl bir ışık düşürdüğünü de görmedim. Daha çok çocuk kitapları yazdığını biliyordum. Araştırdım, dört öykü kitabı, dokuz on romanı da varmış. Yine de, Ayla Kutlu’ya sıra gelinceye kadar ne büyük çınarlar var, dedim. Bu memlekette onca kıymetli şair ve yazar yaşıyor; edebî, estetik eserler ortaya koyan. Fakat azıcık kusurları var galiba; sosyalist, marksist, Kemalist değiller yahut “ortaya karışık” ürünler yazmıyorlar!