Modern öykü kusurlu bir rüyadır
ABONE OL

Yazdıkları hakkında düşünmek ve düşündüklerini yazmak her yazarın üstlendiği bir sorumluluk değil. Bu sorumluluğu üstlenmiş ve hakkını vermiş olan yazarların ise illaki edebiyatımıza kıymetli bir katkısı oluyor. Zira edebiyat ürünü verip geri çekilerek, iki eser arasında susarak savılacak bir mesai değil. Neyin, niçin ve nasıl yapıldığını ne kadar sorgularsak yapılan mesai o derece anlamlı bir temele ve yapıya kavuşabiliyor. Özellikle yayıncılığın “niceliğin” egemenliğine girdiği bir zamanda bu sorgulamanın değeri bir kat daha artıyor. Aykut Ertuğrul’un yeni kitabı Kusurlu Rüya, bu sebeple önem vererek okuduğum bir çalışma oldu.

Eskiler rüya tabiri yaparken mesela kan görmeyi rüyayı tabir edilmez hale getiren bir “kusur” olarak tanımlarlar. Çünkü kan imgesi rüyayı tabir etmeyi mümkün kılan kolektif imgelerin dışında yer alan rüyayı kişiselleştiren, biricikleştiren bir imgedir. Kadim bir anlatı türü olan hikâye ile öykü arasında illa bir fark bulacaksak öykünün rüyayı kolektif olmaktan çıkartan “kan imgesi” gibi kolektif imgeler havuzuna düşen kan damlalarını örnek verebiliriz belki de… Modern öykü, kusurlu bir rüyadır.    

HİKAYE NE İŞE YARAR?

İki bölümden oluşuyor Kusurlu Rüya. İlk bölüm daha teorik bir çerçeve sunmayı, sorular sormayı, soruları temellendirmeyi amaçlayan yazılardan müteşekkil. Ertuğrul, bu bölümde “İnsan bir öyküyü nasıl yazar?”, “Hikaye ne işe yarar?”, “Öykü gerçekten yükseliyor mu?” gibi çok “giriş” soruları ile “Hikayenin Sonsuz Yolculuğu”nu ilerletiyor. Soruların “yalınlığı” dikkat çekici. Zira, bulanık sularda bir şey demiş gibi yapmanın kolaylığına kaçmadan kaleme alınmış yazılardan oluşuyor kitap.

Aykut Ertuğrul, öykünün hem sanat hem de zanaat yönü hakkında zihin yoran bir yazar. Yaşadığımız dijital zamanın içinde kadim anlatı türlerinden nasıl yararlanmamız gerektiğini, hikâye anlatmanın, öykü yazmanın nasıl bir tecrübe olduğunu kendine dert edinmiş. Kusurlu Rüya tam da bu derdin arka planını anlamaya/sorgulmaya çalışmasının neticesi olan yazıların toplamı. 

ÖYKÜ GERÇEKTEN YÜKSELİYOR MU?

“Öykü Gerçekten Yükseliyor mu?”, “Netflix’ten Sonra Öykü Yazmak Mümkün mü?” gibi sorular yöneltiyor Aykut Ertuğrul. Ezberlenmiş, klişeleşmiş malumatlar yığını dışında bir bilgiye talip olduğunu görüyoruz.  “Öyküde bir yığılma olduğu gerçek. Rakamlar yalan söylemez. Daha önce de söylediğim gibi öyküler yazılıyor, dergiler, kitaplar çıkıyor. Ama bunun sebebinin, içinde bulunmakla sınandığımız çağla alakası olduğunu göz ardı etmemek gerek. Yani rakamların yüksekliği bir sürü iyi öykü yazıldığı anlamına gelmiyor.” Tartışılmayı, itiraz edilmeyi, yeni açılımlara vesile olmayı hak eden yazılar kaleme alıyor Aykut Ertuğrul. Bu kitabı en azından bir kat daha değerli kılıyor. Çünkü tek taraflı yazılarla değil tartışmalarla, mevcut yazılara farklı açılımlar katarak anlamlı bir zemin inşa edebiliriz. Zaten Aykut Ertuğrul’un hangi türden olursa olsun yazdıkları beni bir şekilde yazmaya da teşvik ediyor içten içe. Mesela 2000’li yıllar öyküsünün klişelerini sorguladığı yazısı gibi okuruna başka yazılar yazma isteği uyandıran yazılar var Kusurlu Rüya’da… 

Kitabın ikinci bölümü ise tek tek kitaplar hakkında kaleme alınmış yazılardan oluşuyor. Hasan Aycın, Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Abdullah Harmancı, Ahmet Büke, Sevinç Çokum kitapları hakkında yazılara yer verilen isimlerden bazıları. Kusurlu Rüya’nın ilk bölümündeki perspektif ve vizyonu daha net anlama imkânına sahip oluyoruz böylece. Ancak Aykut Ertuğrul’un bu bölümde bir-iki tane de olsa yabancı yazara yer vermesini beklerdim kendi adıma. Çünkü bu onun perspektifini daha net anlamımızı sağlardı gibime geliyor. Yazarın tercihi de bu yönde olmuş demek ki…   

Bu noktada Aykut Ertuğrul’un başka bir bağlamda kurduğu cümleyi intihal etmek isterim. Kusurlu Rüya’yı okumayanlar neyi kaybettiklerini asla bilemeyecekler…