Modern romanı ‘tipi’nden tanımak
ABONE OL

Dünya edebiyatının doğum yeri hanesinde neden Rusya yazdığının sebepleri için Gogol’e, Tosltoy’a, Puşkin’e ve Dostoyevski’ye bakmak yeter. Son dönemin çağdaş Rus yazarları da öncülerinin gücünü göz ardı etmeden ve edebi geleneklerinin üzerine yenilikler katarak yazıyor.  Tıpkı Latin Amerika yazarlarının yaptığı gibi. Tabii onlara bu fırsatı veren de ülkelerinin cesur yayıncıları. Ne yazık ki bizde bu tür yerli romanlara yayın şansı yok. Sadece çeviriden okuyabi-liyoruz. Bunun son örneği de Can Yayınları’nın çağdaş dizisinden çıkan Rus yazar Vladimir Sorokin’in Tipi adlı romanı. Rusya’da bir kış akşamı tipi tüm yolları kapattığında bir salgın hastalığın esir aldığı köyde sağ kalanları kurtarmak için aşı yetiştirme derdindeki Doktor Platon İlyiç Garin, devletin at bakım merkezine gider. Ve kendisine tahsis edilen atları alıp, köye ulaşmaya çabalar. Ama tipi nedeniyle giden hiçbir at dönmediği için görevlilere kendisine yardım etmelerine ilişkin bir türlü laf anlatamaz. Sonunda da Perhuşa adlı kızakçı ile beraber yola çıkarlar. At yerine midillilerin çektiği kızaktaki Platon ile Perhuşa, bir süre sonra yollarına çıkan bir prizma kızaklarını kırınca, bir müddet durumu idare edip Perhuşa’nın itirazlarına karşın bir değirmencinin evine sığınır. Bir cüce olan değirmencinin evinde onun karısı ile yakınlaşan Doktor Platon, ertesi sabah çıkmak istediği yola öğleden sonra Perhuşa ile düşer ve anlaşılmaz şekilde yollarını kaybedip kendilerini prizmadan aldıkları sarhoşlukla başka alemlere dalan bir grubun yanında bulurlar.

GERÇEKTE KİM ONLAR?

Tadını kaçırmamak için, özeti burada kesmek en iyisi. Ama romanı okuyanlar bilmeli ki yazar Vladimir Sorokin’in devrik cümlelerden oluşan üslubu, Ergin Altay’ın yalın Türkçesiyle birleşince kolay okunan bir roman haline geliyor. Öte yandan Sorokin, Doktor Platon ile kızakçı Perhuşa’nın gerçekten bir tipide salgın hastalıkla boğuşan köye bir yolculuğa mı çıktıkları, prizmanın verdiği sarhoşluk duygu-suyla yollarını mı şaşırdıkları yoksa o köydeki salgın hastalığı kapıp hayal gören kişiler mi oldukları sorularını cevapsız şekilde ortaya atıyor. Romanı modern kılan bu teknik unsurun yanı sıra, romanda yine her bölümü ince ince detaylandırarak anlatmak yerine, imgeleri verip anlatmadan anlatma tekniğini kullanması da Tipi’yi çağdaş bir Rus romanı yapıyor. Bu yöntemi son dönemde Latin Amerika edebiyatının sıkça kullandığını darbeler, rüşvet, iki yüzlülük gibi kavramları uzun uzadıya yazıp dökmeden bunların o coğrafyanın işaretleri olduğunu bilen okura metinler anlatışı gibi Sorokin de, Rusya’yı uzun uzun anlatmadan aslında anlatıyor. Bir salgın hastalık metaforu üzerinden bu tür bir roman kurmak Rus edebiyatı için yeni olsa da dünya edebiyatı için artık modern klasikler de iyiden iyiye yaşlandıkları için biraz eskimiş bir teknik olarak kalıyor. Ama zaten hikayenin hacmi fazla uzamaya müsait olmadığından Tipi’nin tam tadında bırakılmış ve okura ‘Biz ne okuduk, gerçekte neler oldu’ sorularını sormaya ve kendisinin yanıtlamasına imkan veren anlayışı, takdir edilmeye değer. Keşke hem Tipi’nin yayıncısı hem de diğer Türk yayıncıları bu tür yerli romanlara da yayın alanı açsa ve Rus-ya’da böyle bir Türk romanı da okunabilse.