Nicelikten niteliğe Türk Edebiyatı
ABONE OL

Türkiye’de Müslüm Gürses’in hayatını anlatan Müslüm filmine olan ilgiyle de açıkça görülüyor ki, uzun süredir dokunulmayan biyografik filmler büyük film yapımcılarının ve milyonlarca sinema izleyici kitlesinin ilgisini çekiyor. İnsan bunu görünce, taşların hatta havanın bile tüttüğü bir orman yangını sonrası ilk filizleri görmek kadar mutlu eden bu yönelimin sinemada devam etmesini umuyor. Tam bir sinema hazinesi olan biyografik filmler konusunda daha çok atılım yapılırsa, muhteşem bir sinema arşivi kazanmakla kalınmaz uzak ve yakın tarihe ilişkin de inanılmaz bir sanatsal veri depolamış oluruz. Aynı şekilde kitap dünyasının da gelişip değiştiğini ve farklılaştığını görmek de birçok duyguyu beraberinde getiriyor. İstanbul’da düzenlenen kitap fuarına ilişkin rakamları izlemek, bu seyrin en önemli noktaları arasında. Fuara çıkan yolların ve köprülerin yoğunluktan tıkanırken şu haber gayet önemli:

“37’incisi düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’ı 611 bin kişinin ziyaret ettiği açıklanırken, bu yıl öğrenci sayısı geçen yıla oranla yüzde 11 artış göstererek 183 bin 755’e ulaştı.”

BÜYÜK İLGİYE DİKKAT

Ülkenin kültür başkenti İstanbul’da 15 milyonluk resmi şehir nüfusunun yüzde 5’i ulaşım ve hava koşullarını önemsemeden kitap için düzenlenmiş bir fuara akın ediyor. Üstelik ziyaretçi sayısı her geçen yıl katlanarak yükseliyor. Artan kağıt maliyetlerine karşın yayıncılar TÜYAP’ta düzenlenen kitap fuarında çocuk ve yetişkin bölümleri için stant açmaktan kaçınmıyor, üstelik kitap fiyatlarında etiketin üzerinden yüzde 60-70’e varan indirimler yapıyor. Özetle Türkiye’nin okuma kültürüne ilişkin üretim tarafı üzerine düşeni takdirle karşılanacak denli yerine getiriyor. Türkiye’nin okuma kültürünün para-satış ilişkisine göre tüketicisi, gerçekte ise en onurlu rütbesi yani okurluk sıfatının sahipleri ise, büyük bir emek ve ilgiyle kitap fuarını hınca hınç dolduruyor. 

 Türkiye’de yayınevleri ayakta kalıyor ve kendi yağlarıyla kavrulmanın ötesine geçerek, zor ekonomik şartlar yaşandığı günlerde bile yeni kitaplar yayınlamayı sürdürebiliyorsa bu hem işlerine olan bağlılıkları hem de okurun bir şekilde bu çabalarını takdir edeceğine dair inançları sayesinde gerçekleşiyor.

YAŞAM İTHAL EDİYORUZ

Bu göstergelerin ışığında Türk edebiyatının yoğun bir yazı ve yayın mesaisi içinde olduğunu yadsımamak lazım. Tüm bunlar Türk edebiyatının oldukça önemli temellere dayandığını ve üzerine de güzel bir bina inşa ettiğini mi anlatmalı? Ne yazık ki içerik açısından bakıldığında bunu tam olarak söylemek mümkün değil. Çünkü ortaya çıkan nicelik ile nitelik dengesi, doğru kurulmuş görünmüyor. Bu da yakın zamanda yaşanabilecek edebiyat tıkanması ve daralmasının da kesin işaretleri olarak okunuyor. Ya da okunmuyor. Aslında okunduğu için okunmuyor, bu kadar çok popüler eser okunduğu için bu tür bir tehlikenin okunabildiğine olan inanç ortadan kalkıyor ve görmezden geliniyor.

Bir edebiyatı değerli yapan onun derinliğidir. Edebiyat bu anlamıyla bir denize benzer. Deniz ne denli derinse o kadar fazla canlı türüne sahiptir ve bu hayat kozmosu bir şekilde kendine önemli bir ekosistem oluşturur. Türk edebiyatı ise Türk tipi okurun kolay, yorulmadan ve bilgi sahibi olmasına gerek kalmadan üstelik de popüler bir fayda görme umuduyla sahip olduğu fabrikasyon romanların en büyük sanayi tesisine benziyor. Elbette ki sadece 18 ve 19’üncü yüzyılda kaleme alınmış klasiklerle bir edebiyat diyeti yapmak kişiyi tek yönlü beslenmeyle edebiyat obezliğine götürür. Ama bugün Türkiye’de bunca niceliğe karşı nitelikteki zayıflık, olsa olsa kriz anına değin görmezden gelinmiş bir kalp hastalığına benzetilebilir. Hatta tam anlamıyla da bundan başkası değil. Müslüm filminden söz etmemin sebebi, Türk edebiyatının alanının Türkiye tarihindeki dönüm noktalarını romana aktarma konusunda oldukça eksik kalışımızdan kaynaklanıyor. Bugün Türkiye’de romanlar bireyin sorunları üzerinde dururken, toplumun geldiği nokta ya da bulunduğu yere ilişkin ne geçmiş ne de bugünü ele alan roman yok. Ya da böyle yapılırsa yüreklendirilip, bir edebiyat yazısının konusu edilen roman yok.  Can, İletişim, Doğan, Metis, YKY, Everest bu konuyu dert edinmiyor. Sonuç mu: Nasılsa bu tür mevzuları edebiyatın sorunu haline getiren Latin Amerika’nın hepsi birer Nobel Edebiyat Ödülü aday adayı genç yazarlarını çevirip yayınlamak furyası var. Peki Meksikalı Fuentes, Kolombiyalı Gabriel, Brezilyalı Paulo, Şilili Roberto ne zaman yönünü Türkiye denen ülkeye çevirip de bizi bize bir yabancı olarak anlatacak? Hiçbir zaman mı?  O vakit, nicelik ve nitelik Türk edebiyatının en büyük sorunu ve istatistikler ancak birer rakamsa, daha ne duruyorsun?