Tarihin enkazýndan bütünüyle kurtulmak, hayatýmýzý belirleyen eski inançlarýn, gelenek ve göreneklerin tozundan topraðýndan arýnmak çok kolay olmuyor; bunu iyi biliyoruz. Çoðu zaman insanýn öncesiyle sonrasýný ayýran sýnýr ancak keskin bir ferasetle seçilebilecek kadar ince, girift ve birbirine geçmiþ oluyor. Ýnanmak, toplum için bu durumun çözümünü bir yandan kolaylaþtýrýrken bir yandan da zorlaþtýrabiliyor. Belki de bu durum, inanç ve düþünce hayatýmýz itibariyle en çok Türk toplum zaviyesinden geçerli. Çünkü bir türlü ‘kendimiz’ olamadýðýmýza çok sýk þahit oluruz.
Ýslâm öncesi Türklerin dinî inanç ve ölüm kültüründeki yuð törenlerinin aðýtçýlarýndan kendimizi ayýrabilmemiz için hayat, inanç, düþünce, kültür, sanat, edebiyat ve siyasa gibi alanlarda öncülerimizi uðurlarken, anarken önce hem onlarý hem de kendimizi iyi anlamamýz, onlarý uðurlarken bizim dönüp kendimize gelmemiz, kendimize bakmamýz, bu vesileyle onlar için üzülüp dua ederken, kendimiz için de tefekkür etmemiz gerekir. Ýnsanlarýn görmesi için dökülen gözyaþlarýnýn kendilerine de arkalarýndan aðladýklarý ölülere de hiçbir yararýnýn olmadýðýný o aðýtçýlar da biliyordu þüphesiz. Aynen buradaki gibi Müslümanlarýn ölüm ve defin adabýnýn da giderek devlet, çeþitli kurumlar, siyasa protokol ve ritüellerinden ibaret törenlere dönüþmesi, ölen insanýn da hayatý boyunca titizlikle dikkat edip koruduðu inanç ve ilkelerinin, hassasiyetlerinin bile hiçbir biçimde dikkate alýnmadan hoyratça kullanýlmasýna yol açýyor. Sanki o insandan ölümüyle, hayatýnda ne denli iddiasý varsa hepsini yalanlamasý isteniyor, dahasý onun adýna bunlar yapýlýyor.
BÝR ‘ÝNSAN ÝMGESÝ’ ÜZERÝNDEN MEÞRUÝYET
Onlarý yanlýþ anlayarak, kendimiz gibi inanýp yaþadýklarýný varsayýp yanlýþ yerde konumlayarak, onlar üzerinden fotoðraf vermeye ve bir ‘insan imgesi’ üzerinden meþruiyet kazanmaya çalýþarak, kendi arzu ve çýkarlarýmýz uðruna onlarýn temsil ettiði deðerleri yanlýþlarýmýza eklemleyerek, hayatlarý boyunca nice güçlüklerle vuruþup nice mahrumiyetlere katlanarak, nice umarsýzlýklara karþýn onlarýn ýsrarla ve bir ömür hayatlarýyla çizdikleri çizgilerini, ilkelerini, retlerini ve kabullerini görmezden gelerek, yok sayarak, daha kötüsü de onlarý kendimize benzeterek, en sonunda da indirgeyerek... hem onlara hem de kendimize ve geleceðimize haksýzlýk ediyoruz. Bununla sadece kendimizi kandýrmýþ oluruz, kendimizle birlikte bir kýsým insanlarý da bir süre kandýrabilsek bile zaman gelir, bizi utandýracak bir þafak söker, tan aðarýr, ardýndan gün ýþýr ve hakikat dile gelir, konuþur, sonsuza dek konuþur... Hakikatin diliyle konuþan da o insanlarýn düþünceleri, ilkeleri, hayatlarýdýr.
Bütün bunlarý, hem hayatýmýzda, hem düþünce dünyamýzda, yürüdüðümüz yolda izlerini gördüðümüz ve sürdüðümüz o insanlarýn ölümlerinin ardýndan her zaman onlarý hüzünle, sevgiyle, hasretle yâd ederken yaptýðýmýz gibi bir kez de Nuri Pakdil’in irtihalinin ardýndan hatýrlýyor, düþünüyor ve söylemeye çalýþýyorum...
Nuri Pakdil’in hayatý boyunca direndiði mevziler, ödünsüz savunduðu sýnýrlar, devrimci bir öfkeyle saldýrdýðý imgeler, simgeler, ateþten daha yakýcý kavramlarla tanýmladýðý siyasal, ekonomik anlamlar, ulemasýndan sokak satýcýsýna ve ayakkabý boyacýsýna kadar topyekûn toplumu tarihsel, þerî bir bilinç ve duyarlýkla çaðýrdýðý direniþ hattýnýn keskinliði... hepimizi içten içe çok sevindirse de durduðumuz yeri, uzlaþmacý tavrýmýzý apaçýk göstermesi, suçluluk psikolojimizi yüzümüze vurmasý bakýmýndan da utandýrýyordu.
Bu nedenle ilgili olmalý þüphesiz, yuð törenlerinin, insan psikolojisi açýsýndan ve toplum nezdinde her zaman rahatlatýcý bir etkisi de var.
Bazý insanlar vardýr ki herkes kendisinden bir þeyler görür ve bulur onda veya öyle olduðunu sanýr, dahasý buna inandýrýr kendisini, böyle olsun ister. Ne denli ayrý düzlemlerde durduklarýný, yaþadýklarýný ilk anda göremez, görmek de istemez, þimdi sýrasý deðildir onu görmenin, toplum nezdinde de kendisini o insanýn yanýna yerleþtirmeyi önemser, temsil ettiði hiçbir deðere inanmasa da ayný fotoðraf karesinde görünmek ister onunla. Birer imge hâline gelen bu insanlar, bu tür genel karelere girmemekte bir ömür direnseler bile, insanlarýn zalimliðinden miraslarýný kolay kolay kurtaramazlar.
BÝZÝM EÐÝLDÝMÝZ YERDE…
Çünkü o imge insan, en masumane ifadeyle söylemek gerekirse bizim hep olmak isteyip de olamadýðýmýzý olmuþ, bizim düþünüp de söyleyemediklerimizi söylemiþ ve yazmýþ, bizim içimizde düðümlenip kalan, mütemadiyen yutkunup durduðumuz öfkemizi, hýncýmýzý, kahrýmýzý, kederimizi, tabii ki inancýmýzý ve umudumuzu dile getirmiþ ve bizim eðildiðimiz her yerde o hiç eðilmemiþ, sarsýldýðý olsa bile dimdik durmuþ, bizim düþtüðümüz yerde ayakta kalabilmeyi baþarmýþ, bir kere hayýr dediðine en zor koþullarda bile uzanmamýþ bile, bizim uzlaþtýðýmýz yerde elini vermemiþ, herkesin ‘kara siyasa’ ve ‘kirli mülkiyetle’ kirlenmiþ elini tutmaya asla tenezzül etmemiþ, çoðunun ustaca karþýya geçtiði zamanlarda bile mevzilendiði yeri kesinlikle terk etmemiþ ve hiçbirimizin duramadýðý, her yerden görülebilecek kadar net bir ‘duruþa’ sahip olmuþtur.
Ýnsanlar genellikle, böyle ‘imge insan’larýn varlýklarýndan kývanç duyduklarý kadar, belki de daha fazla rahatsýz olurlar, batar onlarýn sýra dýþýlýðý. Týpký vicdanýmýzýn, inancýmýzýn, aklýmýzýn, fikrimizin sýzýsý gibi... Hâlbuki o imge insan, bir anlamda bizim onurumuz, vicdanýmýz olmuþ, hayatýyla, diliyle veya kalemiyle alnýmýzdaki lekeyi silmiþtir.
KÜLTÜREL MALÛLÝYET
Ýþte bu baðlamda Nuri Pakdil, bir insan olarak Türkiye’de kültür, sanat, edebiyat, siyasa ve Ýslâmî düþünce düzleminde yüz elli, iki yüz yýllýk bir zaman dilimine bakýldýðýnda örneðine pek rastlanamayacak muhalif bir imgeyi, bir ‘imge insaný’ temsil eder. Onun kalemi inancýnýn kavgasýný verir ve sesi ise ayný inancýn öfkesini ifade eder. Onun, bu muhalif kavga ve öfke imgesini hayatý boyunca titizlikle nasýl kurduðuna ve koruduðuna kendisini birazcýk yakýndan tanýyan herkes þahittir. Dýþarýdan bakýlýnca bu imgeyle çeliþkili bir durum varmýþ gibi görünen son yýllarýnda, rahatsýzlýðý sürecinde yaþananlarý ise elbette kendi iradesinin dýþýnda tutmak ve bu entelektüel muhalif imgenin imha ediliþini de ayrýca deðerlendirmek gerekir. Bizim gibi ‘muhafazakâr dindarlýk’ kültürüyle düþünen ve eyleyen toplumlarda, sözü ve eylemi kendi baðlamýnda anlama ve sürdürme konusunda ciddi sorunlarýn olduðu bir gerçek. Söz konusu kültürel malûliyet nedeniyle ayný sorunu Nuri Pakdil’in düþünceleri, ilkeleri, hayatý ve ‘muhalif imgesi’ baðlamýnda da yaþayarak gördük. Onun bu muhalif imgesinden, yerli yersiz slogan atan, yarý saðlýklý yarý saðlýksýz, yarý þaka yarý ciddi, iddialarýndan vaz geçmiþ, uzlaþmýþ ve genel akýþa karýþýp uyum saðlamýþ, direniþ hattýnýn sýnýrlarýný alabildiðine gevþetmiþ, gündeme getirilmeye ve sürekli gündemde tutulmaya, herkesle rahatça oturup kalkmaya müsait, dilinin öfkesi ve acýsý alýnmýþ, týpký ‘bize benzeyen’... popüler bir imge üretildi. Þimdi, o muhalif imgeye ve ilkelere inananlarca yeniden ve tam da buradan hareketle yazarak, konuþarak, tartýþarak bir ayýklama yapýlmasý ve Nuri Pakdil’in bir ömür boyu verdiði emeðin, çabanýn boþa gitmesine, unutulmasýna izin vermemek gerekiyor.
Onun bu muhalif imgesinin içeriði her ne kadar yazý, sanat ve edebiyat yöntemi ve araç gereciyle tezahür etmiþ olursa olsun, bu örnek, sadece bir ‘yazarlýk, sanatçýlýk’ imgesi ve öfkesinden ibaret deðildi. Çünkü kendisi hiçbir zaman böyle görmedi ve son derece siyasa yüklü bir eylem olarak anladý ve anlattý bize. Ýnanan bir insanýn, inanan bir yazarýn, sanatçýnýn, devrimci duruþunun ve yüzdeyüz adanmýþlýðýnýn imgesi ve öfkesiydi bu. Bugün bize düþense, onun þahsýnda þahit olduðumuz bu muhalif devrimci imgeyi yeniden ayýklayýp yorumlayarak geleceðe taþýmak ve yaþatmak olmalý. Çünkü böyle bir imgeye, her toplumun ihtiyacý var ama daha çok da bizim toplumumuzun ihtiyacý var.