Öğretmenler az mı okuyor?
ABONE OL

Okullar bu yıl yenilenen bir müfredatla öğretime başlayacak. Yeni ders içerikleri çevresinde, bana sorarsanız yararı olmayan tartışmalar yapıldı. Dikkat ettiniz mi, “evrim”den başka bir husus neredeyse konuşulmadı. Meselâ,“dil ve edebiyat derslerinde neler yenilendi?” meselesini pek dert eden olmadı. Alaattin Karaca iki üç yazı kaleme aldı gördüğüm kadarıyla. Dil yanlışlarına, kronoloji ve yöntem bahsinde gördüğü mühim eksikliklere değindi. Şimdi okuyacağınız satırlar, eğitim meselesinin bir başka yönüne ilişkin olacak. Konuları öğrenciye öğretecek/aktaracak öğretmenlerimizin, daha geniş ifadeyle eğitici kadronun ne kadar okuduğuna ve kendileriniyenileyip yenilemediklerine dokunacağız. Mevzu netameli, farkındayım. Binlerce düşman kazanmak pahasına “yara”ya parmak basmak zorundayız.

Şunu baştan belirteyim; her hangi bir zümreyi ayıplamak, küçük düşürmek, birilerini karalamak gibi bir niyet ve amaçla bu yazıyı huzurunuza getirmiyorum. İçinde bulunduğum eğitim camiasının niçin az okuduğunu bir kez daha gündeme getirerek meseleyi konuşalım istiyorum. Malumu ilam ediyorum, ama son derece mühim olan bu sorunun nedenlerine bakmak yararsız mı olur? Aklımız yettiğince hal çareleri önersek, kime ne zararı var?

Dolambaçlı yollara sapmadan sorunu açıkça ortaya koyalım. Akademisyenler başta olmak üzere, en fazla okuması gereken öğretici sınıf/eğitim camiası maalesef az okuyor. Okuyanların bir kısmı da yararlı, değerli kitaplar okumuyor gördüğüm kadarıyla. Bunu herkes biliyor, diyeceksiniz. Ben de biliyorum. Fakat sesini çıkaran yok neredeyse. Niye? Kimseyi karşımıza almayalım, “kötü” olmayalım diye. Böyle bir tutumla sıhhatli, medeni ve sorunlarını çözebilen bir toplum haline gelemeyiz. Otuz senedir edebiyat hocası olarak üniversitelerde ders veriyorum. Dört ayrı şehirde dört farklı üniversitede bulundum, halen ikisinde ders vermeye çalışıyorum. Yüzlerce akademisyen ve öğretmenle tanıştım, konuştum, arkadaş, dost/ahbap oldum. Onlarla sohbetimin büyük kısmı okumak ve kitaplar üzerine olmuştur. Bunca zaman içinde gördüm meslektaşlarımın az okuduğunu; bazılarının ise zorunlu mesleki okumalar dışında kitapları açmadığını! Okumak, sanki sadece dil ve edebiyat alanında çalışan öğretmenlerin ihtiyacı gibi görünüyor. Hayır, salt onlar için değil, bütün eğitim camiasının uğraşları arasında yer alması gerekiyor. Okumadan hocalık yapılabilir mi?

ÖĞRETMENLİĞİ İŞ KAPISI GİBİ GÖRMEK

Sahasındaki araştırmaları takip ederek, yeni çıkan kitapları okuyarak bilgilerini yenileyen, öğrencisinin karşısına her seferinde taze bilgilerle çıkan hocaların sayısı genel toplam içinde çok az, yüzde onu geçmiyor. Belki bu kadar da, arada bir kitaba yol düşürenler var. Kalan dörtte üçlük büyük kesim, ders kitabıyla yetiniyor neredeyse. Hepimizin yüzünü ekşiten, canını sıkan, çocuklarımızın iyi eğitim almasına zararı dokunan gidişatın yani okumayışın birden çok sebebi var. Görebildiğim, erken yaşta okuma alışkanlığı edinememek, ideal yoksunluğu, bulunduğu konumu kazanırken kitap okumayı gerekli kılmayan sınav düzeni, genel ağda (internet) aradığı bilgiye ulaşacağı inancı, sosyal medyanın oyunbazlıkları, öğretmenlik mesleğini sadece bir “iş kapısı” olarak görmek, içinde bulunduğu camiada okuyanla okumayanın neredeyse aynı kıymette tutulması gibi nedenler başta geliyor. Daha başkaları da sıralanabilir. Söz gelimi, “ekonomik sebepler”i öne sürenler çıkabilir. Ortalama 10, 15 lira fiyatı olan kitaplardan ayda bir bilemediniz iki tane satın almak, artık bir mali yük sayılamaz, diye düşünüyorum. Bu paraları, hemen her gün sigaraya harcıyoruz. Çok söylenen ifadeyle, bir paket sigara parasına rahatlıkla bir kitap alınabiliyor. Kaldı ki, satın almadan da kitap okunabilir. Kütüphaneler, kitaplıklar okuyucu bekliyor.

Deneyimlerimle biliyorum, bilhassa dil ve edebiyat alanında; okumayan, bilgilerini yenilemeyen, hiç değilse ayda bir, öğrencilerinin huzuruna yeni bir dergi yahut kitapla çıkmayan öğretmen, sınıftaki itibarını, otoritesini kaybediyor, dersler onun için adeta işkenceye dönüyor. Kitap okumadan öğretmenliğe devam etmek, galiba işi arsızlığa vurmakla mümkün olabilir diye düşünüyorum, başka türlüsü mümkün görünmüyor.

Peki, neler yapılabilir? Bütün toplumla beraber, bilhassa eğitim camiasında okumayı teşvik eden, ödüllendiren uygulamalara gidilebilir. Mesela, öğretmenlere sendika aidatı yerine aylık kitap parası verebilir, okuduklarının geri dönüşünü almak koşuluyla. (Sendika üyeliğinin kendisi için bir yararı olduğuna inanıyorsa öğretmen, aidatını kendi cebinden ödeyip üye olur. Böylesi daha bir anlamlıdır bana sorarsanız.) Yılda kırk elli kitap okuyan öğretmene bir derece verilebilir. Öğretmenlerden yılda en az bir yazı (hikâye, makale, deneme, gezi yazısı, inceleme, araştırma vb.) yazması istenebilir. Alanla ilgili dergilerde yayımlanan bu türden eserler için çeşitli teşvikler verilebilir.Kitap yazanlara bir maaş ikramiye verilebilir. İşin asıl tarafında bizatihi insan olunca, bunları yapmanın zor olduğunun farkındayım. Bakın ne oldu; Milli Eğitim Bakanlığı geçen yıl, öğretmenlerin okumaları için bir kitap listesi gönderdi okullara. İnceledim, içinde çok kıymetli kitaplar var. Okuyanlardan çeşitli yollarla dönüşler istendi. Çok geçmedi, kitapların özetleri internete düştü!

ÖRNEK ALINASI BİR UYGULAMA

Anadolu Mektebi adlı bir oluşum, Prof. Dr. Sami Güçlü önderliğinde, bakanlığın desteğiyle birkaç yıldır Anadolu’daki çeşitli şehirlerde öğrencilere okumalar yaptırıyor. Gönüllü öğrencilere öncü yazarların külliyatları okutuluyor. Okuma kümesindeki öğrencilere, dönem sonunda okuduklarını çeşitli ortamlarda sunma, paylaşma imkânı veriliyor. Bu vesileyle küçük tatiller, kamplar, geziler yapılıyor. Böylece onurlandırılmış, ödüllendirilmiş oluyorlar. Aynı uygulama diyorum, öğretmenler için de yapılamaz mı?

Şundan eminim; öğretmenlik, o mehabetli adıyla muallimlik, kitap okumadan yapılabilecek; sevgisiz ve meraksız çekilecek bir iş değildir.