Ortaçağ İslam’ı ve Mesihçilik
ABONE OL
İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ
 
Hiçbir güzel kelam ve tasvir, kötü bir kitaba kıymet kazandıramaz. Ancak güzel bir kitabın kıymetini tebarüz ettirebilmek izah ve ihtisardaki kudrete vabestedir. Kudret-i kalemiyemizin kıymetini bihakkın izahta kifayetsiz geleceğini peşinen kabul ettiğimiz Hayrettin Yücesoy’un Ortaçağ İslâm’ında Mesihçi İnançlar ve İmparatorluk Siyaseti unvanlı eserinin, saha ve mevzuya dair son yıllarda okuduğumuz en kaliteli çalışmalardan biri olduğunu söyleyebiliriz.

Kabul etmek lazımdır ki, ABD’deki üniversiteler hem nasıl akademik araştırma yaptıracaklarını hem de iyi akademik çalışma yapacak çaptaki insanları istihdam etmeyi çok iyi biliyor. Pek ümidimiz yok ama belki bir sürpriz olur da çaba ve zekâ ürünü çaplı bu kitap hak ettiği alakaya mazhar olur; en azından akademik camiada makes bulur.   

KARGAŞALI DÖNEM

Yazarın önsözde de ifade ettiği üzere kitap Abbâsî hilafetinin ilk dönemlerini ele almakta ve 809 yılında Hârûn er-Reşîd’in ölümünün hemen akabindeki kargaşalı döneme odaklanmaktadır. 809-819 yılları arasında hüküm süren iç savaş, tarım alanlarının tahribine, hilafetin askerî ve idarî yapısını zafiyete uğramasına, Bağdat ile taşradaki toprak sahibi ve bürokratik soylular arasında yeni bir gerilimin meydana gelmesine ve hilafetin meşruiyetinin zedelenmesine yol açara. Kitap, böyle zamanlarda Müslüman ve gayrimüslimler arasında dolaşıma giren geleceğe dair rivayetler bağlamında Me’mun’un ilginç siyasetini izaha çalışır.

Abbâsîleri anlamakta yaklaşım tarzı ve bakışaçısı maddî materyal kadar önemlidir. Yazar bu konudaki yaklaşımların geniş bir özetini de sunar. Mesela modern çalışmalar Mesihçiliği aşağı toplumsal sınıflarla baskılanan ve zulme uğrayan azınlıklar da dâhil, mahrum grupların bir dinî yönelişi olarak tasavvur eder. Mesihçi hareketlerin destekçileri, mevcut durumdan kesinlikle hoşnut değillerdi ve onu değiştirmek istiyorlardı; lakin bunlar, ister istemez, fanatik kişiler, imtiyazsız fakirler ya da kenara itilmiş gruplar değildi. Mesihçi inançlar birçokları için, yalnızca sosyal-siyasal gerçeklikle baş etmenin değil, aynı zamanda statüyü değiştirmenin de yaygın bir vasıtası olmuştur. Diğer düşünce akımları gibi Mesihçi inançlar da biçimlendikleri ve iş gördükleri belirli bir toplumsal ve kültürel bağlama aittir. Toplumun, popüler törenin yüksek kültürle kaynaştığı bir kesitinin görüşlerini temsil eden bu inançlar, birçok durumda âlimler, kâtipler ve idareciler de dâhil, ister hayalperestler olarak isterse de eylemeciler olarak olsun okumuş kimselere cazip geliyordu. Kimi zaman idareciler de, siyasî ve sosyal kurumları biçimlendirmek ve değiştirmek için Mesihçi roller takınıyordu. Bu da Mesihçi hareketlerin, siyasal kurumları destekleyebilecekleri ve hatta kurumsal dönüşümü teşvik edebilecekleri fikrine itimat telkin ediyordu. Yazar geleceğe dair rivayetlerin yalnız tasvir edici değil, inşaî/ kural koyucu bir vasfı da haiz olduğunu iddia eder. Her bir rivayet belirli tarihî şartlara bağlı olsa da, kendi bağlamları dışında kullanılmalarının ve yaygınlaştırılmalarının toplumsal-siyasal hayatla ve normatif ya da kural koyucu güçleriyle devamlı bir ilgilileri olduğunu gösterir. Yazara göre Me’mûn’un, toplumunun entelektüel ve ideolojik inançlarının dışında kalmayı becerirken aynı zamanda bunları kendi çıkarları için ustaca kullandığını tasavvur etmek neredeyse imkânsızdır. Aksine, toplumun diğer üyeleri gibi, Me’mûn da çevresinin ilgileri ile kendi siyasî hırsları arasında işe yarar bir denge tutturmak için çabalamıştır. Hâsılı ilk dönem Abbâsî tarihine dair tatmin edici bir şekilde yeniden inşa faaliyeti için tarihçiler bulabildikleri her malzemeye müracaat etmeye mecburdur. Bu meyanda geleceğe dair rivayetlerin ne söyledikleriyle alakadar olmak, basiretli bir yöntem olabilir. Çünkü sınırları dar da olsa geleceğe dair rivayetler, tarihî hadiseler hakkında ciddiyetle ele alınması gereken yeterli malumat ve ayrıntı sunar. Bu rivayetler siyasî hayatla içten bağlıdırlar; çünkü toplumun yönetici sınıfları tarafından ve onlar için üretilmişlerdir. Ortaçağ Avrupası’ndaki milenyumcu kehanetlerin aksine, ilk dönem İslamî gelecek haberleri, bayağı, yoksul ve eğitimsiz sınıflardan gelmez ya da onları temsil etmez. Nihai olarak bu rivayetler, bilgi ve iktidara ulaşmış şehirli elitler tarafından üretilen bir zihniyeti temsil eder; bu sebeple Mesihçi inançlar Emevî ve Abbâsî toplumlarının toplumsal, entelektüel ve kültürel hayatı üzerinde etkili olmuş ve bu hayatla ilişkilerini sürdürmüştür. Yazar örnek olarak aşağı tabakaya değil eğitimli dinî sınıfa dâhil ve Kur’an’ın mahlûk olduğunu kabul etmediği için sapkınlık ithamıyla mihne sırasında bir Abbâsî hapishanesinde ölmüş olan Nuaym bin Hammad’ın kendi sınıfının görüşlerini yansıtan Kitabü’l-Fiten’ini gösterir.

Yazar, hadis ilmi ve müktesebatı için de hayli mühim olan geleceğe dair rivayetlerle siyasî-sosyal hadiseler ve beklentiler arasında müthiş ve metin bir münasebet tesis ederek, sadece -siyer de dâhil- tarih değil, ciddî bir hadis kültür ve malumatına da sahip olduğunu ihsas etmektedir. Geleceğe dair rivayetler Mesihçi bir çerçevede ama dünyevî meselelere matuf olarak tezahür etmekte, daha doğrusu “istimal” edilmektedir. Kitabın mevzuu salt tarih sahasında kesbedilecek ihtisasla ifade edilemeyecek kadar girift, çetin ve hatta tehlikelidir. Yazar, aslında “hadis”den ziyade “rivayet” mefhumuna vurgu yaparak ihtiyatı da elden bırakmamış gibidir, ancak neticede gaybî rivayetlerin, Hz. Peygambere isnadı muhtemel sözler değil, belli bir entelektüel çevrede belli hadiseler ve gelişmeler merkeze, belli beklentiler de dikkate alınarak uydurulduğunu akademik ve ilmî bir usul ve üslupla ve haliyle hemen hiç kimseyi rencide etmeyecek şekilde ifadeden de geri kalmıyor. Mesela hem salih hem de muktedir cihanşümul bir yönetim arayışındaki mesihçi umutların, Roma ve Konstantiniyye’nin fethine odaklanan bol sayıda rivayette görüleceği iddiası bu cinstendir. İslam dünya sahnesine çıktığında, Konstantiniyye, Hıristiyan ve Yahudi ahir zaman düşüncesinde eskatolojik bir kent, Mesih’in hükmedeceği bir Yeni Kudüs olarak zaten nam sahibidir. Bu siyakta Bizans’ın fethinin İslam’ın ilk iki asrındaki halifelerin aslî siyasî gayesi olduğunu, Bizans imparatoru ile Endülüs Emevî emirinin bazı rivayetlere bakarak Abbâsîlerin yakında yok olacakları beklentisi içine girerken, Abbâsî halifesinin de aksini gösteren Bizans’ın fethiyle ilgili geleceğe dair haberlere duyduğu güveni zikredebiliriz. Erken dönem İslamî geleceğe dair rivayetler, genelde fetihleri ve özelde de Bizans’ın fethini, âhir zamandan önceki son adımlardan birisi olarak tasvir eder.

Yazar, gerek Emevî Hanedanı’na yönelik Abbâsî muhalefet ve devrimi esnasında gerekse de Abbâsî Hanedanı içindeki mücadelelerde istinat edilen ve geleceğe dair haberlerle temayüz eden dinî propaganda ve argümanların hem seküler bir gayeye matuf, hem de kesif bir “istismar” mahiyetini haiz olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak netlikte ortaya seriyor. Herkes, istediği rivayeti bulmakta zorlanmıyor. Hatta özel amacı olan, tarih bildiren rivayetlerin tahakkuk etmemesi ravileri sahtekârlık suçlamalarına ve itimat kaybına karşı kırılganlaştırsa da bu durumun dahi yeni ahir zaman rivayetlerinin ortaya çıkışını durdurmadığı, sadece ertelediği görülüyor. Ancak rivayetlerin sosyal ortam ve müktesep kültürle uyumlu, mevcut probleme de çözüm getirici/ümit verici bir vasıfta olması, daha doğrusu bu vasıfta istimal edilmesi iktiza etmektedir.  Ahir zamana yönelik Kur’an’ın ayetlerinin “elverişsizliği” sebebiyle hadisler ön plana çıkmıştır. Bunun haricinde o dönemde oluşan sosyo-kültürel atmosfer bazı ayetlerin mesihçi ve ahir zamancı mantıkla yorumlanmasına da yol açmıştır. Kur’an’daki fitne teriminin ahir zaman beklentisiyle alakalı anlam ve çağrışımlar kazanması, Hz. Muhammed’in vefatından sonraki yıllarda iç savaşla karşı karşıya kalan nesillere atfedilmelidir.

MESİHÇİ İDEOLOJİLER

“İslam, Yakın Doğu’nun dinsel ortamında yapılanırken, bölgenin dinselliğinin önemli bir parçası oldu” ibaresi bizatihî İslam için değil de pratik Müslümanlık için doğru gibidir. Gayrimüslimler, Müslüman fatihlerin kalıcı oldukları aşikâr hale gelince, onlar ortak bir zemin bulmak için İslam dinine daha derinden bakmaya başlamışlardır. Toplumsal ve siyasal gerçeklikleri belirli bir anlayışta işleyen ahir zamancı ve mesihçi ideolojiler, belirli bir oranda, benzerliklerin ortaya çıkışında büyük bir rol oynamıştır. Yahudiler, Müslüman fatihleri bir halaskar olarak karşılamış ve Müslüman yönetimi, Yahudi halkının Bizans baskısından kurtuluşunun bir aracı ve Mesih’in gelişinin bir işareti olarak görmüştür.

İRAN VE HERETİK İNANÇ

Eserin tüm kalitesine rağmen yazarın “Me’mûn, dinî-siyasî emellerini daha etkin bir biçimde yansıtmak amacıyla faaliyetlerini mevcut Mesihçi beklentilere göre ayarlamıştı” hükmü kolay kabul edilecek gibi değildir. Onun atalarının siyasî ve dinî mirasına çok fazla dayanmak mecburiyetinde olmayışı, onları dönüştürmesi kendisinin bugünkü değer ölçüleriyle “modernist İslamcı” sayılabilecek çarpıcı ve entelektüel dinî telakkilerinden münbaisti. Me’mûn’un başka hiçbir halifede görülmeyen entelektüel çapı ve dinî ilimlerdeki derinliği ile siyasî-idarî kararları net şekilde telif edilememiş gibidir.

Geleceğe dair rivayetlerin tabiatı ve yaygın oldukları devirler, güvenilir raviler kanalıyla nakledilen hadislerle aktüel siyasî-sosyal-askerî meseleler ve beklentiler vesilesiyle istimal edilen rivayetleri tefrikte daha bir dikkatli olmamızı da gerektirmektedir.

Yazarın, Abbâsî devrim hareketinin başladığı İran bölgesinin heretik inanç merkezi oluşuna ayrı bir başlık ayırmaması kanaatimizce bir eksiklik olmuştur.