Selahattin Yusuf, ilk romaný Ýsa Hanginiz?’deki karakterini, yeni romaný Masumiyet’in Son Günleri’ne de misafir ediyor. 1970’ler ve günümüz olarak iki dönemli ilerleyen romanda, bir zamanlarýn efsanevi öðrenci lideri Masum Oran’ýn, yeni toplumsal düzene bir türlü eklemlenemeyiþi ve neredeyse obsesyon haline gelen ‘sanat sinemasýnda baþarý’ tutkusuyla hayata baðlanýþýna tanýklýk ediyoruz. Aþk, tekinsizlik, kimlik, toplumsal dönüþüm ve sanat romanýn temel izlekleri…
Önceki romanýnýzda da vardý o. Masum’u bir karakter olarak bu kadar uzun ömürlü kýlan nedir?
Ýlk romaným Ýsa Hanginiz?’deki Ýsa, aslýnda farklý bir dünyanýn insanýydý. Eski bir arkadaþýmýn baþýndan geçenlerden yola çýkmýþtým onu yazarken. Yaklaþýk yirmi yýl önce, Ankara’da bir bekar odasýnda dinlemiþtim hayat hikayesini. Hikayenin, o gece sabaha kadar süren, kahkahalara sýk sýk göz yaþlarýnýn karýþtýðý uzun bir anýsý var bende. Sabah olduðunda karar vermiþtim. Onu yazacaktým. Ama yýllar içinde o hikaye benimkiyle de sarmaþ dolaþ oldu. Kendi hikayemden, kendimden ancak o kadar kaçabildim yani. Ýsa Hanginiz? Ne demek bu? Sorunun tarihi anlamýný kavradýðýmýzda, ancak o zaman içimizdeki tellere cereyan gidebilir sanýyorum. Yeni Ahit’teki hikayeyi hatýrlayalým. Filistin’de Romalý bir komutan, sabaha karþý Ýsa (Hz. Ýsa) ve havarilerini bir daðda, saklandýklarý kuytuda kýstýrmýþtýr. O gece, sabaha karþý son þanslarý da ellerinden alýnacaktýr. Ölüm kalým aný gelip çatmýþtýr. Ýsa’nýn kim olduðu ortaya çýktýðýnda, bildiðimiz þeyler baþýna gelecektir. Arkadaþlarýndan, hülyalarýndan ve bu dünyadan artýk ayrýlacaktýr. Tam o an. O anýn þiirini baþlýða taþýmak istedim. Yani Romalý komutanýn o soruyu sorduðu anýn þiirini. O soru sorulduðu anda, Yehuda’nýn ihaneti, çarmýh, zindan, sýrtýnda kendi çarmýhýný taþýyan tarihi kurban... Hepsi de o soruyla baþlayacaktýr. Dolayýsýyla benim roman, o ilk sorudan sonra gelen her þeyin bu kez çaðdaþ bir yorumu/yeniden yazýmý oluyor. Neden peki? Çünkü öyle hissediyordum o romaný yazarken. Sanki bir Romalý asker bir gün sabaha karþý bizi bir kuytuda kýstýrmýþ ve sonraki hayatýmýz -uzun Golgota týrmanýþýmýz- o meþum soruyla baþlamýþ gibi, yani. Artýk nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalým, o sorunun muhatabýyýzdýr. Modern durum benim açýmdan buydu o zamanlar. Ýsa’nýn arkadaþlarýyla (havarileriyle?) akýl hastanesinden kaçýp metruk bir eve yerleþmesi ve onlardan geniþ bir aile kurmak çabasý. Benim yorumum bu. Tabii ikinci romanýmla da benzeþen yanlarý var bu hikayenin. Bu kez gerçek bir aile ve ev var tabii. Ama Masumiyetin Son Günleri’nde de baþ karakterim Masum bu soruya muhatap olmuþ gibidir. Bunu söylemek bana düþmez elbette, ama bir çeþit epik özgeçmiþ yazýyorum aslýnda. Bir çeþit “Gelecek Uzun Sürer” savunmasý hazýrlýyorum. Ýçine her þeyi, bütün delilleri koymaya çalýþýyorum. Kim böyle yapmýyor ki?
Masumiyetin ömrü peki?
“Masumiyet” konusunu romandan baðýmsýz olarak ifade etsem daha iyi olur. Þöyle. Masumiyet, benim ele aldýðým, irdelediðim filan deðil; tutunduðum bir mesele/kavram. Masumiyetin özünde müthiþ bir gýda var. Hepimize yetecek kadar. Hatta umutsuzluðumuza bile yetecek kadar. Saf masumiyetle karþý karþýya kaldýðýmýzda, bize o kadar büyük bir iyilik baðýþlanmýþ olur ki, neredeyse teselli edilmemiz gerekir.
Yaþadýðý dönemin Masum’daki sanatçýyý ne þekilde etkilediðine dair ne söyleyebilirsiniz? Olanak mý tehdit mi içermektedir yaratýcýlýðý için?
Romanda iki dönem var. 1970’ler ve günümüz. 1970’lerdeki üniversite kampüslerinde siyasi atmosfer, sol, gençlik var. Bir de Masum’un dünyanýn kaç bucak olduðunu öðrendiði günümüz var. Gençliðindeki hülya ve ideal dolu dünyanýn, gelip günümüzün kayalýklarýna oturmasý var. Aþký ve sair iliþkileri de öyle. Ýki dönem arasýnda bir köprü hikayesi aslýnda bu. Ama birleþmeyi deðil, mesafeyi anlatan bir köprü. 1970’lerin nispeten yerli ve Batý karþýtý soluyla günümüzün neredeyse tamamýyla Batýcýlýða sýðýnmýþ solu arasýnda bir çekiþme. Sol, inananlarýna 1960 ve 1970’lerde ideolojik koruma ve aidiyet güvenliði saðlýyordu. Bu aidiyet sanatta ve edebiyatta vurgulandýðýnda hemen hemen amacýna varmýþ oluyordu. Bunun 1970’lerde elbette köreltici bir karakteri vardý. 1970’ler, kaba þematik/ideolojik yazarlarý dev aynasýnda görürken; Cemil Meriç ve Oðuz Atay gibi yazarlar konusunda belirgin biçimde miyoptu. Günümüz solu farklý. Batýcýlaþtý ve temel sýnýfsal kökeni olan küçük burjuva zeminine yerleþti. Dolayýsýyla bir yandan birey yavaþ yavaþ oluþtu; ama öte yandan bireyin kendi ayaklarý üzerinde durmasý gerektiði de -haddi bildirilerek- kendisine hatýrlatýldý. Ýdeolojik sahte aidiyet örtüsü kalktý ve bazýlarý açýkta kaldý. Öyle olunca tabii yoksulluktan gelen Masum’un hayatý da kararmýþ oldu. Eskiye göre iþ tutuyordu o. Geç kalmýþ bir Don Kiþot, zamanýný þaþýrmýþ bir karakterdi. Eski efsanevi öðrenci lideri, kültür-sanat dergileri þampiyonu Masum Oran, günümüze ayak uydurmaya kalkýþtýðýnda, üçüncü sýnýf bir “Bihruz bey” (Araba Sevdasý) ile kaybetmiþ bir anti-kahraman karýþýmý bir þeye dönüþtü. Elini attýðý her þey ve herkes, kendisine gerçek (baþtan kaybetmiþ) hikayesini hatýrlatmakta gecikmedi. Acýmadýlar Masum’a.
Masum hikayesizlikten yakýnýyor. Gerçeksiz ve samimiyetsiz sinemadan ve sanat-edebiyat ortamýndan yakýnýyor. “Mat bir sorunsuzluk dünyasýnda” yaþayanlardan bahsediyor. Nedir tam olarak anlatmak istediði?
Masum yerine ben cevap vereyim. Piyasa ekonomisi bize “sorunsuzluk” vadediyor. Bütün sorunlarýn çözümünün var ve mümkün olduðunu vazediyor. Yeter ki ödemeler aksamasýn. Piyasa ekonomisi ve onun yeni insaný artýk kendimizle duygularýmýz arasýna bile “ekmek” sokuþturdu. Her yeri ekmeðe baðlýyor. “Uygun ödeme koþullarý”ný yerleþtirmediði delik kalmadý vücudumuzda. Aþk acýsý eskiden olgunlaþmanýn biricik yoluydu mesela. Þimdi ise onu “saðaltacak” kimyasal karýþým elde ettiler. Geçen reklamýný gördüm bir yerde. Hem dizilerle, üçüncü sýnýf yazarlar-þairler ve bütün medyayla kampanyalar halinde ölüyor bitiyor aþk pompalýyor; hem de kampanyalarýn hedefini -aþký- gidermek için hap üretiyor. Sözüm ona hastalýðý da þifayý da üreterek iþlem hacmini katlýyor yani piyasa. Sitelerde köpekleri gezdiren insanlara dikkat ediyor musunuz son zamanlarda? Aristokrat, filozof bakýþlý köpeklerin sokaktaki arkadaþlarý dar gelirli insanlar artýk. Bir sektöre dönüþtü ve ara elemanlarýný üretti çünkü o iþ. Varlýklýlar köpekleriyle geçirdikleri zamaný ikiye böldüler. Meþakkatli kýsmýný para karþýlýðý yoksullara devrettiler. Kendilerine sadece temiz ve yüzlerini yalamaya hazýr, instagrama hazýr, kendileri için birer ego masajý otomatýna dönüþmüþ halde teslim ediliyor köpekleri. Arkadaþýna t-shirt’ünü ters giydiði için gülecek zeka düzeyindeki insanlar, gece bile gözlük takmak ve gazetecilerin ilgisinden korkmak zorundalar. Neden? Ne veriyor topluma bu insanlar? Ne üretiyorlar? Hiç. Ünlü olmasýyla ünlenmiþ. O kadar. Ama iþin daha vahimi þu; bazý cami imamlarý bile sahnede þov yapýyor. Gerdan kývýrýyor, sesinin çalýmýyla bizi can evimizden vurmaya çalýþýyorlar. Ýlginç -sözüm ona- fetvalarla gündem oluþturmaya çalýþýyor, toplumun sýrtýna yük oluyorlar. Anlayacaðýnýz, herkes iþin içinde. Bütün bunlarý düþünmek zorundayýz yazarken. Edebiyat, hastalanmýþ bulunan zamanýnýn kýlcal damarlarýna kendi ilacýný göndermek ve röntgeni kendi gerçekliði içinde çekmek zorunda. Ruhumuzu bütün kýrýk çýkýklarýyla, iskeleti bütün arazlarýyla ortaya koymak zorunda. Piyasaya yeniliyoruz, evet. Olabildiðince fazla insanlýk deðerimizi onun çürütücü ilgisinden kaçýrmak zorundayýz. Onun her þeyi kolayca halleden, hayatla aramýzdaki bütün pürüzleri “gideren” marazi giriþkenliðinden kaçýnmak zorundayýz. Þöyle düþünelim. Sorunlar, dertler, pürüzler. Bunlar ayný zamanda hayatla bir bað kurmaktadýr. Bütün pürüzleri temizleyip yerlerine piyasa çözümlerinin verniðini döktüðümüzü ve meseleyi kuruttuðumuzu düþünelim. “Pürüzlerin” ortadan kalktýðý bir hayatla aramýzda temas da kalmamýþ olacaktýr. Hayatla aramýzda iliþki kalmayacaktýr yani. Hoþ piyasa o karanlýk dönem için de -elbette uygun ödeme koþullarýyla- bize yeni ve hayatla aramýzda yeniden temas imkaný saðlayacak suni pürüzler üretebilecektir. Ve iþin vahameti belki o zaman bile gözden kaçýrýlacaktýr. Ruhumuz iki kez tuzaðý boylamýþ olacaktýr çünkü.
l Masum zaaflarýný saklayacak mahrem bir iyilik bulmak istiyor. Nedir mahrem iyilik?
Sokaktaki, iþ hayatýndaki iyilik insana yetmez. Ýnsan benliðinin bütün dertlerini sokaða veya topluma taþýyamaz. Bu marazi bir tavýrdýr. Zaman zaman görürüz bunu. Romanda da var zaten. Kiþisel dertlerini bir toplumsal sorunun içine fýrlatýp kurtulmak. Hayýr. Ýnsanýn dertleri günün sonunda evinde hale yola konulur. Mahreminde, yani. Sorunlar son çözümüne aile içinde varýr, varmalýdýr. Bu eskiden bizde ayný zamanda mahalle idi. Mahalle geniþ aileydi. Ama onu (mahalle baskýsý kavramýna onun için hýnç duyuyorum ben eskiden beri) piyasanýn ve devasa bir entelektüel boþboðazlýðýn arkasýna saklayýp gözden yitirdik.
Evlilik, hesaplý ve güvensiz bir iliþki biçimi olarak karþýmýza çýkýyor romanda. Neden?
Toplumumuzda artýk böyle maalesef. Ama geriye kalan bütün iliþkilerimiz de böyle olduðu için böyle. Evlilik kurumu bütün toplumsal iliþkiler aðýnýn tam ortasýnda, niçin etkilenmiyor olsun ki? Onu geniþ ve sýcak kucaðýnda kanguru kesesi gibi saklayan, ondan çok daha büyük bir toplumsal iliþkiler organizasyonu olmadan nasýl yaþayabilir ki aile? Zaten görüyoruz. Ýsmine çekirdek dedikleri bir aile türedi. Yalanýn daniskasý. Çekirdekten aile mi olur. Bencilliðin kurumsal bir dýþavurumu ve itirafý kesinlikle. Ölmedi, kalbimizde yaþýyor deriz. Bilmiyoruz ki, yaþarken kalbimizde de yaþasaydý ölmemesinin daha sahici bir yolu nasýlsa bulunurdu.
Biçimi çok önemsiyorsunuz ama içtenlik ve sadelik paralel yürüyebiliyor metinde etkileyici bir halde. “Basit olan güçlüdür” kuralýna inanýyor musunuz?
Teþekkür ederim. Basit olan güçlüdür, evet. Buna Batý edebiyatýnýn iyi metinlerinde de rastlarýz. Bizim gelenekte de öyledir. Ýnsanlýðýn bütün iyi edebi mirasý zamana karþý basitlikle, yalýnlýkla dayanýr aslýnda. Ama bu, sanat ve özel olarak edebiyat söz konusu olduðunda, kaçýnýlmaz olarak tasarlanmýþ basitliktir. Herhangi bir kafa karýþýklýðýnýn, ki baþlangýçta gerekli, hatta þarttýr, zamanla bir estetik öneriye de dönüþebilmesi için mutlaka sadeleþmesi gerekmektedir. Metin, her þeyden önce bir duyma gücü ve görme yeteneði gerektirmektedir.
Yoldaþlýk yol kadar mühim hatta belki daha mühim. Okuru ne oranda gözetiyorsunuz yazarken?
Yazarla metni arasýna girmemeli okur aslýnda. Buna baþlangýçta yazar izin vermemeli ki sonuç her üç taraf için de en iyisi olsun. Yazarla metin arasýndan su sýzmamalý. Metnin gerekçesi daima kendi derdi, dahasý kendisidir.